Freud’un ünlü eseri Totem ve Tabu’yu anlatacak değilim. Freud’un eserinden de söz edeceğim; ama esas anlatacağım o değil…
Totemizm ile ilgili görüşümüz ne olursa olsun, insanlık, totemi de totemizmi de artık çok gerilerde bırakmıştır. Fakat, acaba tabuyu, tabuları söküp atabilmiş midir? İslam Peygamberi’nin ölümsüz tespitiyle, açık şirk (totemizm ve benzerleri) bitmiştir, artık geri gelmez ama gizli şirk hep sürüp gidecektir. Başka bir deyişle, totemleri öldürdük, fakat tabular yaşıyor.
Totemleri, görünür putları parçalayan insanlık tabuları hep arttırmış, yoğunlaştırmış ve hayatına egemen kılmıştır. İnsanlık, dışındaki puthaneleri yerle bir etmenin bahtiyarlığını kutlarken onları iç dünyasında daha ihtişamlı bir biçimde kurmanın azabına yakalanmış bulunuyor.
Psikolog Wundt’a göre “tabu, insanlığın en eski yazılmamış kanunudur.” Ve tabu, günümüz normlarından çok daha etkilidir. Freud’un tanımıyla “Tabu, bir otorite tarafından dışarıdan yükletilen ve insanın en zorlu isteklerine karşı çevrilmiş olan ilkel bir yasaktır.” Tabuda negatif-pozitif, Wundt’un deyimiyle kirli ve kutsal halinde bir polarite, daima vardır. Yani tabu, ya bir emir olarak bizi baskı altında tutar ya da yasak koyarak. Buna, tabunun bir şeyden alıkoyma veya bir şeye itme rolü denebilir. Sonuçta o, Freud’un deyimiyle bir ‘kutsal korku’ halinde belirir.
Freud, kendine özgü tahrip dehasının bir uzantısı olarak, insanoğlunun düzen duygusu adına tutunduğu hemen bütün değerleri (vicdan dahil) , tabunun görünümleri olarak görüyor. Ona göre, ahlakî emirler (Kant’ın, teolojiyi üzerlerine oturttuğu kategorik emperatifler), tabu temeline dayalı belirişlerdir.
Tabunun iki şaşmaz niteliği vardır: Gerekçesizlik, kırılmazlık (istisna tanımazlık). Tabunun dikte ettiği yasak ve emir için gerekçe aranmaz. ‘Neden’ diye soramazsınız. Sorarsanız, bizzat siz, negatif bir tabunun konusu olursunuz. Çünkü tabuyu çiğneyenin kendisi de tabu olur. Tabu, istisnaî haller, zorunluluk gibi kuralı yumuşatan, delen veya kıran haller, durumlar kabul etmez. Öyleyse öyledir. Ölseniz de öyledir, kalsanız da. Gerekçe ve mantık, tabunun dünyasına yaklaşamaz. Freud, buradan hareketle, tabuyu izahta baskı nevrozu (compulsion nevrozu) nu esas almıştır.
KUR’AN, TABULARI YIKAN KİTAPTIR
Kur’an, insan hayatında emir ve yasakların, bir başka deyimle yükümlülüğün tabu ve baskıya dönüşmesini önleyen tedbirleri bizzat kendisi getirmekle, insanlık tarihinin en büyük devrimlerinden birini gerçekleştirmiştir. Çünkü dinin, insan hayatını cehenneme çeviren yozlaştırmaların âleti yapılması, yükümlülüğün tabuya dönüştürülmesiyle vücut bulmaktadır. Tabulaştırma, emir ve yasağı gaye haline getirmektedir. Oysaki emir ve yasaklar vasıtadır; gaye, hayatın devamı ve insanın mutluluğudur.
Emir ve yasakların tabulaştırılması, bizzat normu koyan ayetler tarafından önlenmiştir. Yasaklar veya emirler sıralanır; aynı ayetin sonunda ıztırar (hayatı zorunluluk) ilkesi getirilerek istisnaî hallere, zorunlu durumlara çıkışlar gösterilip tabulaştırma engellenir.
Kur’an’da tabu olmadığı gibi, Batı’nın klasik anlayışında yer aldığı şekliyle, dogma da yoktur. Buyruk o şekilde gönderilmiştir ki, onun önümüze koyduğu yoruma açık esnek yapı, hayatın çeşitli zorluklarına değişik zaman ve mekânlarda sayısız nüanslarla çare bulma fırsatı verir. Kur’an, ihtiyaç duyulacak reformu bizzat kendisi getirmiştir.
Tabulaştırmayı yıkan ilkelerden biri de şudur: “Dinde baskı ve zorlama yoktur.” (Bakara, 256) Fiil ve hareket, hür irade ve serbest niyetin ürünü olacaktır. Böylece, Kur’an, emir ve yasaklar planında bir baskı nevrozuna yol açılmasını önlemiştir. İnsanın tekâmülü ve kurtuluşu açısından, hür iradeye dayalı günahlar, baskı ve zorlama ürünü ibadetlerden daha değerlidir.
Kur’an; gerekçesi gösterilmeyen emir ve yasak koymaz. Her emir ve yasağın, her fiilin bir gerekçesi olmalıdır. Hayat ve ölüm bile, gerekçeye dayanmalıdır. “Ölen beyyine (gerekçe ve aydınlık) üzerine ölsün; yaşayan da beyyine üzerine yaşasın.” (Enfal, 42)
Tabulaştırmayı önleme açısından günümüz İslam dünyasına baktığımızda, manzara ürperticidir. Tabulaştırılan şahıslar, kurumlar, ekoller, devirler, kavramlar vardır. Ve bir türlü bitmeyen sefaletin sebebi de bunların varlığıdır.
Yorum Gönder