23 Ekim Salı günü duruşma salonundan 5 dakikalık yolculuk sonrası koğuşa geldiğimizde, haftalık yazdığımız sebze-meyve torbalarının yanında postalar da vardı. Mektupların altında
Anadolu’dan gelen gazeteler duruyordu.
İzmir’den 9 Eylül, İzmir’in Urla ilçesi ve çevresinde yayımlanan Pencere, Rize’den düzenli gönderilen Yeni Viçe. Onların altında da bir başka gazete grubu; Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Ercan İpekçi bir sayfalık mektup eşliğinde son 2 yılda 3 kez yayımlanan Tutuklu Gazete’yi göndermiş.
O gün Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) Türkiye raporu elime ulaşmıştı. Aynı gün Avrupa Gazeteciler Federasyonu Başkanı Arne König’den bir mesaj almıştım.
Türkiye’den, dünyadan art arda gelen haberlerin ortak paydası şuydu:
Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü, dünyanın en sorunlu ülkelerini geride bırakacak düzeyde gerilemiştir.
***
Tutuklu Gazete’nin 3. sayısına tekrar göz attım; 24 Temmuz 2011 Pazar günü yayımlanan ilk sayının manşetinde 70 gazetecinin cezaevinde olduğu belirtiliyordu. 10 Ocak 2012 Salı günkü ikinci sayıda hapisteki gazeteci sayısının 97’ye yükseldiği duyuruluyordu. 1 Eylül 2012 Cumartesi günkü üçüncü sayının manşetine göre hapiste 81 gazeteci vardı.
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin ekim raporunda, 1 Ağustos 2012 itibarıyla Türkiye’deki cezaevlerinde 76 gazetecinin bulunduğu, bunun da dünya rekoru olduğu bilgisi yer alıyordu.
Raporu dikkatlice okuyan bir kişi kolayca şu çıkarımlarda bulunabilir:
- Türkiye’de muhalif gazeteci olmak, hapsi göze almak demek.
- İktidarın medyaya yönelik baskıcı tutumu, sadece hapis tehdidini değil, medya patronlarını da kapsama alanı içine alacak şekilde her türlü yöntemi içeriyor.
- Terörle Mücadele Yasası başta olmak üzere yasal düzenlemeler, özgürlükleri korumaya değil, adeta yok etmeye yönelik sonuçlar doğuruyor.
- Bütün bu uygulamalar sansürün en tehlikelisi olan otosansürü kurumlaştırmış durumda.
CPJ yetkilileri rapora ilişkin soruları yanıtlarken, rapordan daha sert ifadeler kullandılar. Bunlardan biri şuydu:
“Türkiye yüz kızartıcı suç işliyor...”
Bu ifadenin bir adım ötesinin ne olabileceğini kestirmek güç değil.
CPJ’nin raporunda ebette ana konu gazetecilerin hapiste olması ama, Türkiye’de medyanın nasıl bir saldırıyla karşı karşıya kaldığını anlatan bölümler akla şu tanımlamayı getiriyor:
“Tüm ülke cezaevine dönmüş durumda.”
Zaten raporun ana başlığı şöyle:
“Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi. Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Karanlık Günler.”
***
Hükümet temsilcileri Türkiye’yi eleştiren bu tür raporlara karşı genellikle şu tepkiyi veriyorlar:
“Çöpe atarız!”
İktidarın ilk yıllarında dışarıdan daha farklı raporlar geliyordu. Türkiye’de reformcu bir partinin iktidara geldiğine, hızla demokrasinin gelişimini sağlayacak adımlar atacağına ilişkin bir beklenti yaratılmıştı. Bu rüzgârı arkasına alan iktidar, “Dünya bizi destekliyor” propagandasını da ihmal etmiyordu. Her rapor bir bayram havasında karşılanıyordu.
Bugün geldiğimiz noktayı Başbakan’ın diliyle yorumlamak gerekirse şöyle diyebiliriz:
“Neredeeen nereye!”
Raporun medyada yer alma biçimi ise raporu doğrular nitelikteydi. Bu konudaki duyarlılığını bildiğimiz az sayıdaki meslektaşımız krizin ciddiyetini toplumla paylaşırken iktidarın yarı ve tam resmi yayın organları rapora öylesine saldırdılar ki, sansürden beter!
Aynı iktidar temsilcileri hızlarını alamayıp iddianamelerde bile yer almayan suçlamalarla hapisteki gazetecilere çamur atma yarışına girdiler. Onlar varken, hükümetin raporla ilgili yorum yapmasına gerek kalmadı.
19. yüzyılın ortasından başlayan basın tarihimiz sansürden suikasta lekeli sayfalarla doludur. Bu günler, çok daha ağır ifadelerle tarihteki yerini alacak. Gazetecilerin hapsini savunanların, buna yönelik uyarıları çöpe atanların tarihteki yeri çöplükten daha kötü olacak.
Yorum Gönder