“Eşek” Deyip Geçmeyin - Cevat Kulaksız


Sevgili okuyucular, günlük siyaset ve sorunlardan sizleri biraz uzaklaştırmak, mizahla harmanlayarak biraz olsun sizi tebessüm ettirmek için farklı bir yazı sunmak istedim. Umarım biraz tebessüm edersiniz.

“Dünya üç beş bilgisizin elinde,
Onlarca her bilge kendilerinde.
Üzülme, eşek eşeği beğenir,
Hayır, var sana kötü demelerinde”
Ömer Hayyam

(Şu “eşek eşeği beğenir” diyen Ömer Hayyam (1048-1131) ne adammış be, ona, zamanında devrin bazı cahilleri, yobazları kendisi için “dinsiz, zındık” derlermiş, ama devrin hükümdarları bunu el üstünde tutarlarmış. Kendisini şimdilerde bile, “sarhoş, ayyaş, dinsiz” deseler de, Ömer Hayyam ne dinsiz, ne de, ayyaş bir adam değildi. O devrin cahilleri ve yobazları ile yazdığı mizah dolu şirleri, dörtlükleri ile dalga geçer, alaya alırdı. Öyle bir zamanda yaşadı ki, Türk ve İslam dünyasının Orta Çağ Avrupa’sına göre,  bilim dünyasının en seçkin bilim adamlarının zirvesinde olduğu İbni Sinalar döneminde yaşamıştı. Ömer Hayyam’dan başlıkta olduğu gibi alıntı yaptığım bir yazımın altındaki yorum bölümünde, bir okuyucu “bırak şu ayyaşı’ diye not düşmüş. Ona cahilce laf edenler bilsinler ki, Ömer Hayyam, şiirleri yanında, devrin en seçkin matematik ve astronomi bilginlerindendi de. Onun felsefik bilginliğine hayran kalan devrin hükümdarları el üstünde tutarlar, sohbetlerinde bulundurur, onu vali olarak atarlardı. Ne hazin ki, Ömer Hayyam’dan 900-1000 yıl sonra şimdilerde bile, dünya sanatçımız Fazıl Say, bir yazısında Ömer Hayyam’ın mizah, felsefe dolu ve cahilleri taşlayan şiirinden alıntı yaptı diye, devrin hükümeti tarafında dava açılıyor. Bu cehaletimiz, ileride kültür geriliğimizin utanç sayfalarına yazılacaktır)
Neyse uzatmayalım, benim asıl anlatmak istediğim eşekti. Ömer Hayyam’ın yukarıdaki dörtlüğündeki “eşek” sözcüğü, beni,  bir ozanın “bir fırkat geldide coştum ağladım” dediği gibi, bir fırkat geldi de bu notu düştüm, parantezi kapatıp, insanoğlu’un en vefalı dostuna, eşeği anlatmaya dönüyorum).
Eşek deyip geçmeyin, bakmayın şimdilerde dört ayaklı eşeklerin kalmadığına, tarih boyunca, insanoğluna eşek kadar fedakârca hizmet eden; ama eşek kadar aşağılanan başka bir hayvan bulamazsınız. Bu birliktelik tam dört bin yıldır devam etmektedir. Dört ayaklı eşekler azalırken, iki ayaklı eşekler de artıyormu ne?
İnsanoğlunun birbirine kızdığı zaman, “ulan eşek herif, eşşoğlu eşek” gibi sözlerle, kendi edepsizliğine eşeği katmaları çok tuhaftır… Neyse, iki ayaklı eşekler şöyle dursun, dört ayaklı eşekler üstüne yazacaklarımıza dönelim.
Tarih boyunca eşek üzerine binilip gitmekten başka, yüzlerce yıl insanoğlu eşeğin üzerine çuval, heybe, ot, saman vb balyaları yükleyip yük taşımıştır. Eğer çiftçinin iki öküzünden biri ölmüşse, sanki bir isletme gibi, yardımcı yedek olarak kağnıya ve sabana tek öküzünün yanına eşeği koşar, o dar günü eşekle atlatırdı. Bu vefakâr, fedakâr hayvan, yiyecek seçmez, önüne ne koysanız yer; ne taşıdığı yüke, ne de yiyeceğin iyisine kötüsüne itiraz eder.
Bu yüzden öküz, eşekle kağnıya, sabana koşulduğunda, içinden çiftçiye, “bu ağır yükü taşıdığıma yanmıyom da, şu eşekle beni yan yana koşmaları ağırıma gidiyo” diye sitem edermiş. Eşek de, “bakmayın boynuzumun olmadığına, ben de öküz oldum” diye havalara girermiş…
Bizim köyün bir atasözü vardı, edep lakırdı haşahuzurdan “eşeği süren ossuruğuna katlanır” diye. Köy kahvesinde ve köy odalarındaki sohbetlerde yaşlılarımız böylesine edep lakırdıya başlarken, “hâşâ huzurdan yüzüne gül suyu” diye bir incelik nezaket girişinde bulunurlardı. Bu “eşeği süren” olayında, kaba saba insanların sohbetinde bulunan, onlarla düşüp kalkan insanlar yakınırsa, bunlara böyle bir söz söylerlerdi. 
Adamın oğlu büyüyüp, bir işe eğimli olmayınca, “eşşek kadar adam oldun, bir baltaya sap olamadın” diye çıkışır, sitem edermiş.
Anadolu insanı yavrusunu mutlaka sever de, babasının, anasının, büyüklerin yanında utanmış olmalı ki, çocuğuna sevecen bir eda “sıpa, eşek” diyerek söz söylemeye başlar.
Yiyeceğine, içeceğine dikkat etmeyen, tattan, lezetten bir şey anlamayan cahil insanları ima ederek aşağılamak için, “eşek hoşaftan ne anlar, suyunu içer denesi kalır” derler.
Biri birine kızdığında, dövmek isteğini bildirirken, “eşek sudan gelinceye kadar seni döverim” derlerdi. Eşek inatçı ya, suya gitmede çok geç geleceği için, eşeğin o geç gelen süresinde seni uzun süre döveceğim, anlamında kaullanılmaktadır.
Eşeğin yavrusuna sıpa, biraz büyüyünce de “keri” veya “kiri” denir. Babalar, analar çocuklarına kızdıkları zaman, sevecence “ulan sıpa” diye iltifat ederlerdi. Daha doğrusu, bir baba, avdeki büyüklerin yanında kendi çocuğunu açıkça sevemezler, tıpkı Arkası Sokaklar dizisindeki Polis Hüsnü Çoban’ın, kendi çocukları için, “ ulen eşşek sıpaları”  diye dıştan güya aşağılayan, ama içinden seven edası ile söz söylerdi. Benim eşim bile, uzaktaki torunumuza, “eşek sıpası seni çok özledim” demekte.
Ne hikmetse, Osmanlıda katledilen bazı önemli kişiler, ölümünden önce veya sonra, o kişiyi bir eşeğe çapraz, (bazen ters) bindirilip sokaklarda dolaştırırlarmış. Bunlardan iki ilginç örneği aşağıda bulacaksınız.
Ayrıca, eskiden Anadolu’nun bazı yerlerinde, gerdek gecesi dul çıkan gelini eşeğe ters bindirip babası evine gönderirlermiş, bu onursuzluğu kzın babasının evi de görsün diye. Demek ki kadınlarımız, tarihsel süreç içinde ne çeşit aşağılanmalardan, dışlamalardan, hor görülmelerden günümüze gelmekte. Ne ki günümüzde bile, “eşek sudan gelinceye kadar” dayak yiyen kadınlar, çocuk gelinler, katledilen kadınlar. Dikkat ediyor musunuz, medyada nerdeyse hemen hergün, her hafta, her ay bir kadın cinayetlerine tanık oluyoruz.
Malum eşek, eski devirlerin en revaçta ulaşım aracı idi; at biraz lüks gelirdi. O nedenle, bütün şehirde ve yol güzergâhlarında han veya kervansaray denile oteller yapılır; bu hanların genelde iki katlı olurdu, alt katta at, eşek, deve gibi hayvanlar konaklarken, insanlar üst katta kalırdı.
Mevlana’nın Mesnevi’sinde anlatılan, zengin kadınla hizmetkârın, kabak yardımı ile eşekle cinsel birleşme olayını anlatan öyküyü bilmem okudunuz mu?
TURŞU SATAN EŞEK
Nasrettin Hoca’nın eşekle ilgili çok öyküleri vardır. Fakat yer darlığından ancak bir tanesini anmak isteriz.
Nasrettin Hoca, eşeğe turşu yüklemiş, pazarda turşu satacakmış, pazarda ve sokaklarda eşeği ile giderken, “turşuuu, satlık turşu” diye bağıracağı sıra ondan önce eşek anırırmış. Bir böyle, iki böyle derken, hoca, “dur mendebur hayvan turşuyu sen mi satacaksın, ben mi satacağım”…  

HARNAME (EŞEKNAME)
Tarihin her devrinde, eşek üzerine nice öyküler, masallar anlatılıp şiirler söylenmiştir ki sayısız. Bunlardan en meşhuru XV. Yyıl Osmanlı şairlerinden Şeyhi ‘nin yazdığı şiir, şair bu şiir şeklindeki öyküsünde eşeğin öküze özenmesini anlatır. Böylece eşeğin öyküsü ile insanlara bir ders vermek ister.
Şeyhi’nin “Harname” adlı şiirini, hepimiz zevkle ibretle okumuşuzdur. Şeyhi uzak bir köye tımar olarak tayin edilir. Köyün eski tımarı ve yakınları tarafından Şeyhi saldırıya uğrar. Buna çok üzülen ozan, o tür saldırgan, kaba, kıskanç kişileri taşlayan “Harname” adlı 126 beyitlik şiirini yazar. Harnamede, öküzün boynuzuna imrenen eşeğin boynuz merakı yüzünden kulaklarından olmasını anlatır. Şiirden birkaç mısra
Bir eşek var idi zaif ve nizar,
Yük elinden katı şikete zar”    diye devam eder.
Yine Şeyhi, mısralarında birinin ölümü ötekine düğün olduğunu şu dizelerle dile getiriyor:
“Gicesi karganın baykuşa düğündür,
Eşeğin ölümü ite düğündür”.
*
XVl. yyıl tarihçileinden Hoca Sadettin Efendi tarih kitabında, Devlet büyüklerini kıyaslama yapıp anlatırken, eşekle ilgili,  bir şiirinde şunları mısralaştırmış:
Sen herkesi gördüğün gibi sanma
Öküzle eşek nice bir tutlur”? [i]

“EŞEĞE GEM VURMAYIN KENDİDNİ AT SANIR”
Toplum içinde hiç de laik olmadığı halde,  torpille, parayla, aldatılarak yüksek mevkilere gelen insanlar için böyle amiyane bir deyim kullanılır:“Eşeğe gem vurmayın kendini at sanır”. Şimdilerde epeyce rastladığımız böyle durumlar için, şöyle bir tarayın yakınınızda, uzaklarda, yukarılarda böyle hak etmediği mevkide olanlar vardır. Onlar ya görgüsüzlükleri ile ya zalimlikleri ile çeşitli haksız davranışları ile kendilerini belli ediverler. Mizah ozanlarımızdan Namdar Nami Karatay’ın bu tanınan şiirini aşağıya alıyoruz.

EŞEĞE GEM VURMAYIN!
Benim ağzım pek yandı, ama siz dikkat edin,
Yalnız layık olan adama hürmet edin,
Haddini kim bilmezse ona hakaret edin,
Ele alçak durmayın, onu hakikat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
İnsanların kimisi uyuz köpek gibidir,
Kimisi ayı gibi, kimi eşek gibidir,
Tilkiye doğru olmak, hakka sövmek gibidir,
Namerdi okşamayın, onu bir tokat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
Pehpehler, pohpohlarla çok itleri at yaptık,
Uçurduk da göklere alkıştan kanat yaptık,
Hiç yoktan başımıza koca saltanat yaptık,
Üstüne çul vursanız, it onu kanat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
İşini uyduranlar tilki gibi kurnazdır,
Silahı hep yalandır, zekâsı gayet azdır,
Yalanını tutsanız, fayda yok utanmazdır,
Yüzüne tükürseniz, onu kalafat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
Gösterme karda gez de kimseye izlerini,
Kıymet bilmeyenlere arz etme cevherini,
Varlığını belli et, açmadan her yerini,
Bir hamal kayığını sarhoş bilmez, yat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
Sözü yerinde söyle, demiri tavında döv,
Öveceğin adamı iyi tart da öyle öv,
Söveceğin adamın yüzüne tükür de söv,
Yüzüne tükürmezsen onu iltifat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır. 
Namdar Nami KARATAY

Âşık Mahzuni Şerif de eşeği kutsamış:

“Sırtım bozuk, yüküm ağır, yol çamur,
Mevla’ya şükür ki eşek gibiyim.
İzzetim semerdir, vur utanma vur
Mevla’ya şükür ki eşek gibiyim

Mahzuni diyorlar, bir sahibim var,
Bazen sırtlar beni, bazen yük atar.
Hep benim cinslerim gevişsiz yutar,
Mevla’ya şükür ki eşek gibiyim”  
Mahzunî ŞERİF

EŞEK ÜZERİNE SÖYLENEN DEYİM VE ATASÖZLERİ:

Eşeğini dövemeyen semerini döver.
Eşeği sağlam kazığa bağla, sonra Allaha emanet et,
Eşeğin canı yanınca attan yörük olur.
Eşeğin kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır.
Eşeğine bakmaz Hasandağına oduna gider.
Eşek çamura batınca yol gösteren çok olur.
Eşek eşekten ne anlar, suyunu içer denesi kalır.
Çulu değişir ama eşek yine o eşek.
Eşek baş olunca encamı hayır etmez.
Eşek dokuz türlü yüzme bilir, ama ırmak kenarına gelince hepsini unutur.
Eşek ile gitme yola başına getirir türlü bela.
Eşeğin kazandığı at için.
Eşeğin kurduğu başka, eşekçininki başka.
Eşeğin sözüne inanır da benim sözüme inanmaz.
Eşeğin çulu yeğ.
Eşeğini maldan sayar.
Eşeksiz ahıra döndü.
İyi at arpasını, kötü at kamçısını artırır.
Eşekten doğma katır, ne hal bilir ne de hatır.
Eşekten düşmek attan düşmeye benzemez.
Eşekten düşmek attan düşmekten tehlikelidir.
Eşekten perşembelik mi umulur.
Merkepten düşenin abası, sana mı düştü tasası.
Eşek yemediği ottan yere başı (karnı) ağrır.
Merkebe cilve yap demişler, art ayağıyla kulağını kaşımış.
Eşeğe bir cilve yap demişler, o da osurmuş.
Eşek aslanı görünce yanına kaçarmış.
Eşek değil mi, sürme ile yürür.
Eşek eşeği ödünç kaşır.
Eşek yükünü tam almayınca yoluna gitmez.
Eşek karpuz kabığı gördü.
Eşek parasını çıkarırısa kırk para ziyade eder
Eşek yüklü olunca anırmaz.
Eşeğe binmek bir ayıp, eşekten düşmek iki ayıp.
Eşeğe sormuşlar,”bugün kande gidersin”? “Onu nodul bilir” demiş.
Kara eşeğe yular ursan katır olmaz. (Özbek Kültürü)
Namaz kılmaz kocadan kulliğe ağnamış eşek yeğ. (Oğuznameden)
Ehven kancık (kancık eşek) gözsüz doğurur.(Özbek kültürü)
İşekning yüki gungül bolsa yatkusi kilur.(Özbek kültürü)
(Eşeğin yükü hafif olursa yatacağı gelir) (Özbek Kültürü)
Eşeği düğüne okumuşlar, “ya su eksüktür, ya odun eksüktür” demiş.
Eşek eti dirile tatlıdur.(Özbek kültürü)
Eşek eve gelmiş yorgan yolda kalmış.(Özbek kültürü)
Atın-eşeğin ölümü, itin bayramı (Özbek Kültürü)
Kara eşekbaşına gem vursan katır olmaz, hizmetçiye iyi libas giydirsen hanım olmaz.
Eşeğe ters binenin hali budur.
Eşeğe bir cilve yap demişler, anırmış.
Eşeği sağ kazığa, sonra sol kazığa ısmarla.
Eşek senin kıymığı benim.
Eşeğ tımarlayan (süren) osuruğuna katlanır.
Eşek yedi kuyruğuna gelince naz eder.
Eşe Eşeği yoldan çıkarırı sıpanın oynaması
Eşeğin adı sakar, kendi adını bana takar.
Eşeğin canı yanınca attan yörük olur.
Eşeğin ölümü sudandır (arpadandır).
Eşeğin zebunu tüketir yolun otunu.
Eşek büyüdü semeri küçüldü.
Eşeğe binmeden ayağını sallamak.
Eşeğin büyüğü ahırda kaldı.
Eşeğe altın semer vursalar yine eşektir.
Eşeğe bir cilve yap demişler, o da tekme atmış.
Eşeğe marifetini göster demişler, yıkılıp toprakta ağnanmış.
Eşeğe semeri yük değildir.
Eşeğe sormuşlar- bugün kande gidersin? “Onu düzlengeç (sopa)bilir  demiş.
Eşeği bağla işini sağla.
Eşeği berk bağla, andan Tanrıya ısmarla.
Eşeği berk bağla, komşuyu hırsız etme.
Eşeği dama çıkaran yine kendi inaddır.
Eşeğini dövemeyen semerinden alır öcünü.
Eşeği düğüne okumuşlar (çağırmışlar), “ya su eksüktir ya odun” demiş.
Eşeği sahibinin istediği yere bağla, varsın kurt yesin.
Eşeği sattık ki “çüş” demekten kurtulalım diye.
Eşeğim bozdur değirmene gitmiyor.
Eşeğin anırmazı olmaz.
Eşeğin anırması kendine hoş gelir.
Eşeğim kancık odunum ufacık.
Eşeğin kulağını kesmekle küheylan olmaz.
Eşeğin kuyruğunu kalabalıkta kesme kimi “uzun” der, kimi “kısa”.
Eşeğini övmeyen çerçi olur mu?
Eşek arısı bal yapmaz.
Eşeğe altın yular taksan, yine eşek, yine eşektir.
Eşek at olmaz, ciğer ot olmaz.
Eşek ata eyitmiş, yokuşta sen bana kûy (bekle), inişte ben sana küyem.
Eşek atın ne yoldaşı, yoksul beyin ne kardeşi.
Eşek battığı yere bir daha girmez.
Keyif eşekte olur.
Eşek bile bir düştüğü yere bir daha düşmez.
Eşek bile makamla anırır.
Eşek çamura bir kere batar.
Eşek çamura çökerse sahibinden gayretlisi olmaz.
Eşek küçüktür ama dokuz deveyi yeder.
Eşek küle bülbül güle âşıktır.
Eşek ya oduna işler ya suya.
Eşek Kâbe’ye varmakla hacı olmaz.
Nisan yağmuru yemiş sıpaya döndük.
Eşekler düzüldükleri yerde otlarlar.
Eşek gider Mekke’ye şalgam girer okkaya,
Eşek ne anlar yoncadan
Eşek semeri ile satılır
Eşek öldü sıpa büyüdü.
Eşeğe rakı içirmişler çulunu bahşiş vermiş
Eşeğin bozunu alma, ırsızın kızını alma,
Eşeğin gönlüne kalsa bir bağ bahdenizi götürmez,
Eşeğini övmeyen çerçi olmaz
Eşeğin işlediği at içindir.
Eşeğin kazancı at içindir.
Eşeğin kötü ise sat, avradın kötü ise giydir.
Eşeğin sırtına bir yük tüfek yüklemişler de yine kurt yemiş.
Eşeğin silkinmesi deveye yük olur.
Eşeğin yattığı küllüktür, insanın azdığı elliktir
Eşek yorulursa kervana kat, atın yorulursa torba tak.
Eşeğin yuları ne seplersin uzanır, ne çekersen kısalır.
Eşeği satan belaya çatar.
Eşeği satalar ki çaşa çuyundan kurtulalar.
Eşek anırtmaz, çerçi çağırtmaz.
Eşek at yerine çekilmez.
Eşek dövme ile at olmaz.
Eşek eşeğin gerdanını yalar.
Eşek gibi kazan at gibi ye.
Eşeği dama çıkaran yin kendi inadıdır.
Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri.
Eşek elin, zerdali emanet (Kırşehir özdeyişi)
Eşeği yoldan çıkaran sıpa, insanı yoldan çıkaran sopa.
Yiğit at kendine kamçı vurdurmaz.
Göç geri dönünce, kötü eşek kervanbaşı olur.
Zamanında gerek tımar, öldü eşek kaldı semer.
Ata, bite, ite hiç güven olmaz.
“Amelsiz ilmi öğrenen, öğrendiklerini eyleme geçirmeyen insan, ne taşıdığını bilmeyen eşeğe benzer”.-Arap Atasözü-
Eşek sahibi düşmanı görünce, eşeğe yalvararak kaçarmış, eşek sahibine döner, “ne kaçıyorsun, taşıyacağım bir yüktür, ha o, ha sen” dermiş.
Asinus asinum fricat”: Eşek eşekle sürtüşür.(Latin Atasözü)

EŞEK GAZETESİ
Günümüzden 102 yıl önce Muhiddin Baha Tevfik (1881-1916) tarafından çıkarılan “Eşek Gazatesi”nin yayınlandığını biliyormuydunuz. 40-50 bin traja ulaşan bir şirin gazete, cehaletin, çelişkinin, eşekliğin daha birçok olduğu o zamanların garip olaylarını işleyen bu mizah gazetesinde Teyzen Tevfik gibi mizah ustaları yazar, devrin ileri gelenlerini eşekli resimlendirilerek işler, yazarlarmış. Daha sonra sansürcü yönetim tarafından kapatılır. Bu gazetenin bazı nushaları Milli Kütüphane’de kıymetli eserler bölümündeözenle saklanmakta. Acaba, günüzde karikatürcüler, Fazıl Say gibi sanatçılar, yazarlar için zırt pırt davalar açan RTE-AKP yönetiminde böylesine bir gazete çıkarsak kim bilir ne yaparlar.

EŞEK ETİ, EŞEK SÜTÜ
Şaka bir yana, birkaç yıl önce gazetelerde okumuştum, İtalyan bilim adamları, eşek sütünün çocuklara en yarayışlı süt olduğunu tespit etmişler. Sütü bir yana, Orta Asya’larda atalarımız, at ve eşek etini yerlermiş. Hatta şimdilerde bile, yüzyıllardan beri Orta Asya’da Türkler, at sütünü sağıp “kımız” denilen bir içki yaparak içerler. Bazen gazetelere yansıyan haberlere göre, sur dibinde, gizli yerlerde eşek kesip etini gizlice bize yedirdiklerini, sanırım siz de okumuş, izlemişsinizdir. Küçüklüğümde hatırlıyorum, 1940 lı mı 1950 li mi yılların birinde, (o zamanları kıtlık mı ne vardı)  bizim köye bir eşek alıcısı geldi. Adam yaşlı, hastalıklı eşekleri öldüm pahasına aldı. Biz de, “amca bu eşekleri nereye götürüyorsun” diye sorardık. Eşek alıcısı da, “Gayseriye götürüyom oğul” diye yanıt verirdi. “Acep Gayseride bu eşekleri ne yapacaklar” diye düşünürdük, adama sorardık, adam bizi azarlardı.
Aradan yıllar geçti, 2008 yılında Gaziantep’e, orada görevli oğlumun yanına gezmeğe gittiğimde, Antep Savunmasını inceledim. 1920-1921 yılında Fransızların Gaziantep’i işgalinde, 20 bin askerle çember içine alınan Antep halkı 11 ay adayanmış, dışarıyla tamamen bağlantısı kesildiği için tüm yiyecekler bitmiş, at eşek eti yemek zorunda kalmış. Antep Savaşından önce de, Medine Müdafaasında, İngilizlere karşı savaşan Osmanlı Ordusu, Arapların ihaneti ile askerlerimiz aç kalmış, her türlü hayvan yanında, Ordu Komutanı Fahrettin Paşa ordusuna çekirge yedirmiş. Neyse biz konuyu uzatmadan yine eşeğe dönelim. Bakmayın şimdilerde dört ayaklı eşeklerin kalmadığına, eşek cenneti dünyamızda iki ayaklı eşeklerin saltanatı devam etmekte.

EŞEĞİN AKRABALARI
Eşek, at, katır (hatta pijamalı olsa da zebra bile) biri birinin çok yakın akrabasıdır. Atla eşek çiftleştirince, ata da, eşeğe de çok benzeyen ama çok dayanıklı bir yavru doğar ki, buna katır denir. Katır da, anası eşek gibi önsezileri çok kuvvetli olduğu için, ilerdeki tehlikeleri sezer ve gitmeye direndiği için, insanoğlu “katır inadı” diye bir deyim türetmiş. Belki yeni yetmeler pek bilmez, katırın hiç yavrusu olmaz, katır doğar, (eskilerin deyişi ile “bilaveled) olarak katır ölür. Katır, henüz motorlu taşıtların bulunamadığı yüz-yüz elli yıl önceye kadar, dünya ordularının muhimmat taşıdığı en önemli canlı araçları idi. Katır at, deve gibi değil, daha güçlü ve en sarp arazilere bile çıkabilir. Günümüzde ise katır, motor gibi gürültüsü olmadığından, sınır kaçakçıları ve bölücü PKK tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.  Ne hikmetse, öküz gibi çiftleşemez.

EŞEKTEN YOL MÜHENDİSİ.
Her ne kadar insanoğlu türlü akılsızlıkları eşeklikle nitelendirse de en güzel gözlere sahip bu sevimli hayvan, yerine göre çoğu insandan daha akıllıdır…
Örneğin”Eşek, iyi bir yol mühendisidir.
Yokuşları en fazla % 7 eğimle ve kısa mesafelerde virajlar alarak çıkar.” dediklerinde.
Ben de inanmamış ve nivelman yaptırmıştım yani topoğrafik aletle ölçüm.  Sonuç şaşırtıcıydı: % 7
Hani bu konuda çoğumuzun bildiği meşhur bir Anadolu fıkrası vardır:
1950”li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye”ye. Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlarda yol güzergâhını belirleyecek alet yok, eleman yok.
Nafı”a mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar,  şerit metre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış. Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
-Ne yapıyorlar böyle?
-Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.
-Nasıl yani, anlayamadım?
Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergâhı belirliyoruz demişler.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış, yatışınca da sormuş:
-Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili bozgun… Cevap vermiş:
-Amerika”dan mühendis getirtiyoruz.
Eşek iyi bir kılavuzdur:
Gittiği bir yolu hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlarmış.
Evet, eşek akıllıdır… Düştüğü çamura bir daha, asla düşmez. “Eşşek bir defa çamura düşer!” Deyimi bundandır.

“EŞŞEK İNADI MI”?
Eşek önsezileri kuvvetli olduğu için, yolda giderken ileride olan tehlikeleri sezer, gitmek istemez, direnir. Sahibi de, eşeğin bu tavrını “eşek inadı”na yorar.  Böylece insanoğlu yanlış bir düşünce olara, “eşek inadı” deyimini güya kendi kafasına göre yaratır. İnsanoğlu, kendi arasında inatçı olan insanlar için, “sende eşek inadı var” diye yorum yapar.
Oysa eşek, önsezileri kuvvetli olduğundan ileride olan tehlikeleri sezer, sahibini de kendini de tehlikelere karşı korumak ister.

KULAK KESENLER
Köyde küçüklüğümde hatırlıyorum, birilerinin eşeği, birilerinin kavaklarını kemirerek büyük zarar vermişse, sahibini cezalandıramayınca, eşeğin kulağını kesenler vardı.
Köylerde, özellikle koyunların, keçilerin sahipleri belli olsun diye, sahibi hayvanların kulaklarını kendine özgü değişik biçimde keserlerdi ki, buna “enemek” denirdi.
Dedemizin babası tarlada işi ile uğraşırken, oralardan üç beş atlıdan oluşan bir grup eşkıya geçermiş. Nedenini bilemediğimiz bir mesele yüzünden dedeemle, önce münakaşaya tuşturlar. Eşkıya bu, hak hukuk dinler mi? Osmanlı’da bilirsiniz, eşkıyanın her çeşidi vardı. Eşkıyalar dedemizin kulaklarını keserler. Üstelik bu kanlı eşkıyanın biri, dedemin eşeklerinin kulaklarını da keser. Soyadı Kanunun çıkınca da, (külhanbeyin bir öğünme sözü vardır, “heeeyt! “Biz eski kulağı kesiklerdeniz” babalanma sözüne kanıp soyadımız ne olsun diye düşünülürken, bizimki de “Kulaksız olsun” demişler. Öyle ya “yiğit lakabı ile anılır”, demişler de Kulaksız oluvermişiz…

ANAMIN EŞEĞİ
1950 li yıllarda ben küçükken, köyde anamın bir eşeği vardı. Öğrencilik ve öğretmenlikle çok uzak yerlerde bulunurken, dul anam, çok uzakta bulunan tek tarlamıza tek eşeğimizle gidip gelir. Kendi halince ekip diker, kış hazınını çıkarır; yetiştirdiklerini kâh satar “el haşlığını”, kâh kurutur kışlığını hazırlar; muhanete muhtaç olmamaya çalışır, kendi eker kendi biçer yaşayıp giderdi. Tabi bu ekip biçmelerde en büyük yardımcısı, her şeyini taşıyıcısı tek eşeğimizdi.
Küçüklüğümüzde bile anam eşeğini o kadar çok severdi ki, bizim yiyeceğimizden önce onun yemini, bizim ayakkabımızdan önce onun nalını düşünürdü. “Oğul bu eşek benim elim ayağım, o olmasa ben ne yaparım, nasıl giderim o uzak Daşlıtarlaya” diye söylenerek, gözü gibi bakardı o kara eşeğimize. Anam eşeğe öylesine bakardı ki, ahırda eşeğin, anırmasından, hafif kişnemesinden, mırıldanmasından yani çıkardığı sesinden, eşeğin açlığını susuzluğunu, derdini bilirdi.
Anam tarlaya gidemediği, yakın bir akrabamızın düğününe gittiği gün, eşeği de, çoban bir komşunun “mallarına” (sığırlarına) rica minnet katar. Fakat kırda eşeğimizi, rastlantı bu ya, (garibin emanet eşeğini ya kurt dalarmış, ya it dalarmış) kurtlar yer. Anam bunu duyunca çok üzülür. Almanya’da mı, uzak bir yerde mi çalışan bir akrabamız, anamın tek eşeğini kurtların yediğini öğrenince, anama bir eşek bulup hediye eder. Anam buna çok sevinir.
Başka bir gün de, anam bir yakının cenazesinde bulunmak için gitmek ister. Evde yalnız kalan eşeği köy sığırına kattığında, tuhaf ki, bu eşeğin de başına bir hal gelir; (garibin işi böyledir işte, devenin üstünde bile kuduz dalar mı dalar, derler ya). Gel gör ki, eşeği eşek arıları sokar. (Yaramaz küçük çobanlar eşek arısının yuvasına ateş yakınca, arılar çılgına döner, yakında kim varsa saldırırlar) Eşek arılarının daladığı (soktuğu) eşek, her tarafı şişmiş olarak eve zorlukla gelir, ama sabaha kadar inleyerek can verir. Anam iki gözü iki çeşme “eşeğim” diye yine ağlar, ağlardı.
O sıra, anamın eşeğinin başına bu tuhaf haller gelirken, ben de, yeni mezun öğretmen olarak yurdun uzak bir yerinde, Ağrı’da çalışıyorum; bu işlerden haberim yok, aylar sonra tatile gelince öğrendim.
İşte bu örnekte olduğu gibi, her köy kökenli kişinin eşekle ilgili mutlaka bir ilginç anısı vardır. Yüzlerce binlerce yıl içinde, (günümüzde bile) eşekle yaşayan, eşekten faydalanan insanoğlu, eşekle ilgili bir kültür oluşturmuştur. Konumuzun dışında olmakla birlikte, eşekle ilgili nice atasözleri, deyimler ve öyküler, olaylar vardır ve birçoğumuz bunlardan birkaç örnek yaşadık ve biliriz.
Ben uzaklarda iken olmuş bu olayları, eve gelince bunları öğrendim. Aşağıdaki şiirim bunları anlatmaktadır:

ANAMIN EŞEĞİ

Köyde anamın bir eşeği vardı,
Onun çok güzel gözleri vardı,
Anam onu bizden üstün tutardı,
Eşek benim elim ayağım” derdi.

Eşekle çekerdi taşı toprağı,
Tarlada ”kümpür” turşu kabağı,
Çekerdi, dolanırdı yol, sapağı,
Eşek benim yoldaşım” derdi.


Önce alınırdı eşeğin samanı,
Eşeksiz geçmez onun zamanı,
Yükü taşırdı tınmazdı amanı,
O olmasa çok çekerdim” derdi.

Her şeyi taşır tarla pazardan,
Korurdu onu gözden nazardan,
Üstün tutardı evimizde bizden,
Eşek benim yol arkadaşım”derdi.

Anam, “eşeksiz olamam” derdi
Anırmasından derdini bilirdi,
Gece kalkar bakar yem verirdi,
Eşek benim sırdaşım” derdi.

Bizden önce yemini düşünürdü,
Korur, tımar eder, kaşırdı,
Eşek kaybolsa üzülür şaşırırdı,
Eşek benim her şeyim” derdi.

O bizim ev halkımız gibi idi,
Eşeksiz günü hiç geçmez idi,
Her derdi yükü o çekerdi,
Yükü neyle çekerim” derdi.

Pabuçtan önce alınırdı nalı,
Eşeksiz anamın ne olurdu hali,
Giysimizden önceydi onun çulu,
Eşeksiz edemem oğul” derdi.

Bir gün eşeği kırda kurt yedi,
Anam epeyce eşeğe ağladı,
Yükümü neyle çekerim” dedi,
Eşek öldü halim harap” dedi.

Bir “Alamancı” anama eşek verdi,
Al bununla yükün taşı” dedi,
Hediye eşeğe anam çok sevindi,
“Var olasın Alamancı, Alaman” dedi.
                                                                        
Kırda yaramaz çocuk çobanlar,
Eşek arısı yuvasına ateş yakmışlar,
Eşeği yuvaya itip sürmüşler,
Anam,”eşeği ölüme sürmüşler” dedi.

Eşeği “bizi yaktı” sanıp sokmuşlar,
Yuvadan çıkanlar eşeğe üşüşmüşler,
Sokmuşlar eşeği ölüme şişirmişler,
İnleyip ölmüş anamın “Alamancı” eşeği,
Anam, “eşeksiz kaldım gine” diye ağladı…


ŞAİR KIRBAÇLANDI EŞEĞE TERS BİNDİRİLİP ÖLDÜRÜLDÜ
Osmanlı Ordusu 1526 da Mohaç Meydan Savaşından sonra Budin ve Peşte’yi işgal eder. Karlın hazinesi ile birlikte Budin Kalesi kapısı dışına dikilmiş ve acayip bir el sanat eseri olan tunçtan üç heykeli alıp İstanbul’a getirirler. Bu heykellerden büyük olanı krala, öteki ikisi de kralın iki oğluna ait idi. İstanbul Halkı seyretsin diye, gemi ile getirilip At Meydanında her biri bir taş kürsüye dizildi. Halk,”put” düşüncesi bir yana, heykeli görünce yapılışına hayran kaldılar. Ayrıca heykelden başka, gayet büyük ve ince bir sanatla yapılmış altın yaldızlı iki şamdan da getirilip Ayasofya Camisine kondu. Daha sonra Sadrazam İbrahim Paşa, bu heykelleri sarayın girişine koydu. Özgün buluşları parlak düş gücü ve ince duygularıyla ünlenmiş mizahi şiirler yazan devrin tanınmış şairi Figani (1505–1532) Farsça iki mısra döktürür bu heykeller için:
Biri put kıran oldu, öbürü put diken
Dünya kilisesini iki İbrahim geldi            ,
Bu ince mizahı anlamayan bir takım cahiller, devrin Sadrazamı İbrahim Paşa’ya dedikodu yaparlar. Buna kızan İbrahim Paşa Şair Figani’yi evinden aldırır, meydanda kırbaçlatır, bir eşeğe ters bindirilerek bütün İstanbul’u dolaştırıp bir meydanda astırır. Bir söylentiye göre de bir başkası bu iki beyti mırıldanır, sonra da “Figani söyledi” diye ona yorumlanır.
17.yyılın sonları ile 18.yyılın başlarında yaşamış olup, yergileri yüzünden öldürülen başka bir şair de Osmanzade Taib’dir. Yaşamı hakkında kesin bir bilgimizin olmadığı bu şair, yergileri yüzünden Mısır valisi tarafından zehirlettirilerek öldürülüyor.
Bir beyitinde, çok yoğun biçimde hemşehrileri gelen Nabi’nin evini bir katır hanına benzetiyor. Beyit şöyle:
“Hemşehrilerin ta o kadar kesreti var kim,
Nabi’nin evi şimdi katır hanına benzer”.
Yine aynı yüz yıl yergicilerinden Küfrî Bahâî’nin zamanında büyük ün toplamış bir baytı de şöyle:
Bize mülhid diyenin kendide iman olsa
 Dahliden dinimize bari müselman olsa”.
(Bize dinsiz diyenin bari kendisinde inanç olsa, dinimize karışanın kendisi hiç olmazsa Müslüman olsa) [ii]

MEHDİ DERİSİ YÜZÜLDÜ EŞEĞE TERS BİNDİRİLİP ÖLDÜRÜLDÜ
IV. Murat 1638 yılında Bağdat seferine çıktığında Sakarya dolaylarında Derviş Ahmet adında biri, bağlı olduğu dergâhın şeyhini öldürüp “ahır zamanda ortaya çıkacak mehdi benim”, diyerek isyan etti. Etrafına topladığı müritleri gittikçe çoğaldı. Eskişehir Kadısı durumu padişaha bildirince iki kez bastırılması için asker gönderildi ise de, mehdiye inanan cahiller gittikçe artmaya başladı; öyle ki mehdinin çevresine biriken sekiz bin kişilik kuvvet Osmanlı Ordusunu yendi. Epey kan döküldü, bazı paşalar şehit oldu.
Sonunda Şeyh Ahmet, ala düşürülüp yakalandı, padişahın huzuruna getirildi. Bu Şeyh Ahmet’in göğsünden ve omuzlarından ince ince derisi yüzüldü, parmaklarını mafsal mafsal kestiler. Fakat Şeyh Ahmet bu arada bir tek “of” bile demedi. Hatta Şeyh Ahmet, Cellât Kara Ali’ye seslenerek, “acele etme cellât ağa, evme…” deyip asla boyun eğmeyeceğini ve işkenceyi önemsemediğini gösterdi. İzleyenleri de kendine hayran bıraktı.
Başında büyük bir imame ve sarık olduğu halde, bir eşeğe çırılçıplak bindirilerek şeyhi ordu içinde dolaştırıp ibret olsun diye gösterdiler. Sonra da burnunu, kulaklarını, ellerini ve ayaklarını kestiler. Ordunun içine bıraktılar. Böylece can verdi.[iii]
Nizamî Azerbaycan’ın Genceli şehrinde yaşamış, eşek ve hayvanlarla insanları hicvetmiş bir hiciv şairidir. Onun eşekli taşlamalardan bazı mısralarını alıyoruz:
Eşek başısız bostan olmaz- özdeyişini Nizamî(1150–1214) dizelerinde şu şekilde dile getirir:
Meclisinde hâli olmazsa rakib olmaz aceb,
Çün meseldir, kim eşek başınsız olmaz bûtsan.
                     
Eşeğin cavahir olsa da yükü,
Yine de eşektir, parıldar tüyü.
                     
Köpek öylesinden iyidir düzü,
Ki, hey eşek gibi ottadır gözü.
Allahlık edersin nefsi korusan,
Açgözdür öküzle eşşek her zaman,
                    
Dik başlık yaramaz, uyuşmak gerek,
Dikbaş at her zaman kırbaç yiyecek,
Dik başlık ederse en güzel bir at,
Mısır eşeğinden eksiktir kat kat.
                     
Bir alsak köpekten korkarsa bişek,
Ona çifte atar yaşlı bir eşek.              
                      
Her söze bir kantar, ölçü gerektir,  
Gevezelik yükünü çeken eşşektir.
                      
Gençlik-taze nallı, küheylan, kır at,
İhtiyarlık zamanı tatsızdır hayat.
                      
Aslan gibi sen de az yemeye çalış,
Çünkü korkak olur çok yiyen camış,
Çekip sürerler tembel eşeği,
Çünkü ölçüsüzdür yiyip içmesi.
Kaynak: Nizami Gencevi- İnciler adlı kitaptan
Bir tasavvuf şairi olan Yunus Emre(1238 – 1320) bir şiirinde seçe ile katırla şöyle şakalaşır:
Bir seçenin kanadın kırk katıra yükledim
Çit dahi çekmedi şöyle kaldı karnı”.
Eşek hoşaftan ne anlar (suyunu içer denesi kalır) özdeyişini Muhiti(1890-1944) adlı ozan dizelerinde şöyle der:
“Sâfiye sorma sefayı aşkı,
Şükkerin (şekerin) lezzetini bilmez her har(eşek)
*
Gökte bir öküz varmış, adı Pervin,
Bir öküz de altındaymış yerin,
Sen asıl iki öküz arsında,
Tepişmesine bak şu eşeklerin.
…….. Ömer Hayyam
*
Not: Buradaki yazılar, yazmış olduğum Haziran 2012 de yayınlanan Halk Kültüründe Eşekname Öküzname adlı kitabımdan alınmıştır. Piyasada yok, isteyene gönderebilirim.

DİPNOTLAR
[i]  Tacu’t Tevarih Hoca Sadettin Efendi Cilt: lll Sf: 11
[ii]  1. Peçevi Tarihi Cilt:1 Sf: 76 2. Halk Gülmecesi. Mehmet Bayrak Sf:220
[iii]  Osmanlıda Karşı Düşünce-Rıza Zelyut Sf:94–95

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget