Çanakkale 1915 - Nilgün Cerrahoğlu

Konu üzerinde “İz TV” de henüz yeni, etkileyici bir belgesel görmüştüm. Bir dostum, Turgut Özakman senaryosundan uyarlanan filmi tavsiye edince bayram günü koşa koşa “Çanakkale 1915” i izlemeye gittim ve ne yalan söyleyeyim pişman oldum. Yapmam gereken onca iş varken üç saatimi bu kötü prodüksiyona gömdüğüme üzüldüm.
Sonuç tam manasıyla bir “sinemayı Çanakkale içinde vurdular” olmuş.
Ortaya sinemadan başka her şeyi çağrıştıran bir iş çıkmış. Öyle ki insan “bu şimdi nedir” diye düşünmekten kendini alamıyor: Belgesel deseniz belgesel değil, film deseniz film değil. Düşünebileceğim en yakın şey; bir tür “canlandırma”…
Geçen ay Kırım’a gittiğimde, Sivastapol’da “Kırım Savaşı’nı” anlatan “Panorama” müzesini gezmiştim. Müze, cephede yaşanan çatışmaları ve ölümü anlatan dev bir tablo sergiliyordu. Büyük bir binayı çepeçevre dönen gerçek yaşam boyutlarındaki canlandırma tablo, tümüyle Sivastapol kuşatmasında Rus askerleri ve Rus halkının sergilediği “kahramanlıklar” üzerine kuruluydu. Olay yalnız kahramanlığı yücelten bir “destan” şeklinde tasvir edilmişti.
“Çanakkale 1915”i de böyle bir panorama sergisine benzettim.
Gördüğümüz şey ancak bir panorama müzesinde sahnelenebilecek türden bir “kahramanlık destanını” anlatmaktaydı ancak bu bir sinema filmini andırmıyordu çünkü bir filmde her şeyden önce çünkü atmosfer olur. İzleyicileri sürükleyen karakterlerin öyküleri, diyaloglar olur. “Çanakkale 1915” te bunların hiçbirisi yok. Bunlar olmadığı gib, “Çanakkale Savaşı” arkasındaki dünya tarihi de yok.
Kartpostal gibi
Film, “20. yüzyıl başında güç dengeleri değişti ve çıkar çatışmaları arttı” gibi üstün körü bir metin cümlesiyle başlıyor ve en baştaki 1913 Balkan Göçü’nü temsil eden birkaç sahneden sonra hop Ağustos 1914- Cihan Harbi’nin çıktığı gün”e geçiyoruz.
Derken seferberlik ilan ediliyor. Ayağında çarığı olmayan perişan erler silah altına alınıyor. Kadınlar da arkalarından, kâh dua, kâh davul zurna eşliğinde su döküyor.
İnsan bir büyük tarih filminden daha farklı bir derinlik bekliyor.
Bu yüzeysellik ne çare ki film boyunca yakamızı bırakmıyor. Sahneler birer kartpostal gibi. Bir ara İstanbul’da karaçarşaflı kadınların “gönüllü hastabakıcılık” konusunda kararlı duruşlarını izliyoruz.
Kararlarını –gelenek namına direten- yetkili mercilere gidip tebliğ ediyorlar.
“Hah!” diyoruz “Herhalde şimdi kadınların silkinişine” dair bir öykü başlayacak.
Ne gezer!
Bir sonraki kartpostal sahnede, beyaz hastabakıcı giysileri giymiş kadınların hastane odasında hastalara destek olduğunu görüyoruz. Konu orada kapanıyor!
Bir kartpostaldan böyle sürekli olarak başka bir kartpostala sıçrayan filmde tempo ve ritim de olmuyor. Konuşmalar ise salt söylev/alıntı düzeyinde kalıyor:
-“Hiçbir düşman, hiçbir silah; yurt sevgisinden daha güçlü değildir!”
-“Onlar öldürmeye, biz ölmeye geldik!”
-“Vatan anamızın ırzıdır, gelecek olanlar da ırz düşmanlarıdır!”
-“Düşmanın arkasında yenilmez donanması varsa, bizim arkamızda da yenilmez dualarıyla analarımız var!”
Bu ifadelerin arasına bol Çanakkale Türküsü, Mehter Marşı ve dualarla namazlar yerleştirildi mi tamam oldu sanılıyor!
‘Hatırlamaya ihtiyacımız var!’
Biraz bari Mustafa Kemal görsek denilen yerde karşımıza; mavi gözlerinden başka hiçbir yönüyle Ata’yı çağrıştırmayan İlker Kızmaz çıkıyor.
Kemal’den de sırf: “Ben size taaruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Gazanız mübarek olsun!” kıvamında çıkışlar perdeye taşınıyor.
“Sinema” adına aklımda kalan yalnız iki etkileyici sahne sayabilirim.
Biri ordunun bayram günü kıldığı toplu namaz, diğeri Arıburnu’nda bir tepe ardından Türk bayrağının nazlana nazlana dalgalanarak göğe doğru yükselişi…
Senaryonun gerisi tümüyle nerdeyse siperde geçiyor ve herkesin bildiği Seyit Onbaşı, Nusret Mayın Gemisi gibi destan katındaki kahramanlıklara odaklanıyor. Vatanperverlik tutkusu dışında hiçbir (sanatsal/tarihi) ufuk bulamıyoruz filmde.
Çıkarken “Acaba” diyorum “Sade ben mi böyle düşünüyorum?” Hemen önümdeki aileye yaklaşıp izlenimlerini soruyorum.
Genç karı-koca; “Çanakkale 1915”i izlemeye yanlarındaki on yaşındaki küçük kızları için gelmişler.
“Filmi görmeyi o çok istedi ve çok beğendi” diyorlar.
Filmi sıkıcı bulmakla beraber anne baba; “Zor zamanlarda yaşıyoruz” diyerek sözün gerisini getiriyor; “Hepimizin Çanakkale’yi hatırlamaya ihtiyacı var!”
Konu bu durumda “sinema” olmaktan çıkıyor ve başka bir arayış, başka bir özleme dönüşüyor.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget