Türkiye ekonomisi, yıllardır iç tüketime dayanarak büyüyor. Sadece 2010 ve 2011’in yüksek büyüme oranlarında hane halkı tüketiminin payı yüzde 60’a yakın bir rol oynadı. Yıllık yüzde 9 büyümenin 5 puanı aile tüketiminden geldi. 2012’de ise bıçak gibi kesildi ve eksiye düştü. Bankaların 2002 sonrası tüketici kredilerini, yani konut, otomobil, ihtiyaç kredilerini körüklemesi, kredi kartı ile borçlanmaya tanınan tolerans, TOKİ’nin taksitli konut satışları vb. ailelerin borçlanma kapasitesini genişletti. Bugün de geleceğe dönük büyüme projeksiyonları ağırlıkla iç tüketim üstüne yapılıyor ve ailelerin daha da borçlanabilecekleri ön kabulüne dayandırılıyor. Peki, aileler borçlanmanın neresinde ve daha ne kadar borçlanabilir? Varsayımlar doğru mu?
Merkez Bankası, Finansal İstikrar Raporu’nda (Mayıs 2012) 2011 için hane halkı harcanabilir gelirini 487.2 milyar lira olarak tahmin ediyor. Borçlar ise 252 milyar TL dolayında. Buna göre Türkiye’deki ailelerin 2011 yılı sonundaki borçları, aynı yıla ilişkin harcanabilir gelirlerinin yüzde 51.7’sine kadar yükselmiş bulunuyor. 2003 yılında borcun harcanabilir gelire oranı yüzde 5.5 düzeyinde bulunuyordu. 2003 yılından bu yana ailelerin borçlarında 18 katlık, harcanabilir gelirde ise 2 katlık bir artış yaşanmış.
AKP’nin ekonomi yönetimi ve Merkez, ailelerin gelirlerine göre borç yükümlülüklerinin yüzde 52 dolayında olmasını, çok riskli bir durum olarak değerlendirmiyor. AB’de bu oranın çok daha yüksek olduğu ve ailelerin borç yükümlülüklerinin, gelirlerinin yüzde 100’ü aştığına işaret ediliyor. Hatta, uçurumun kenarındaki İrlanda’da yüzde 200, Portekiz ve İspanya’da yüzde 120 olduğunu belirtiyorlar. Ne örnekler ama!..
2003’ten 2011’e yüzde 5.5 borç yükünden yüzde 52 borç yüküne tırmanışı risk saymayan AKP yönetimi ve Merkez, bu hesabı doğru yapıp yapmadığını, varsayımlarının sağlamlığını bir daha gözden geçirmelidir. Bu hesabı yapanlar ailelerin sadece bankalara olan tüketici kredisi, kredi kartı yükümlülüklerini, TOKİ’den borçlanmalarını, yani “formel finanstan” borçlanmaları dikkate alıyorlar ama hesaba katmadıkları başka şeyler var. Bu hesabı yapanlar TOKİ’den taksitli alımları hesaba katıyor, ama nedense birçok ailenin çeşitli mağazalardan yaptıkları taksitli satın almalardan ortaya çıkan borçları dikkate almıyor. Merkez, sadece “kredi kartına taksit” yapanları dikkate alıyor. Ya o formatta gerçekleşmeyen borçlanmalar?
Daha da önemlisi, birçok orta, ortanın üstü ailenin özel okulda okuyan, dershaneye giden çocukları var. Bunların eğitim taksitleri, servis, yemek taksitleri borç olmuyor mu? Dahası, Anadolu’nun birçok yerinde esnaf ile alışverişte senetsiz sepetsiz bakkala borç yazdırma yöntemi hâlâ geçerli. Eşten dosttan -döviz, altın üstünden- borç alma hâlâ geçerli. Senetle borçlanma, tefeciden borçlanma hâlâ çok yaygın. Bunların toplamı nedir, “hane halkı yükümlülükleri”ni hesaplarken TCMB, bunları aklına getiriyor mu?
***
“Hane halkı daha çok borçlanır, kapasitesi var” diyenler, aile gelirinin güvenilirliği, sürdürülebilirliği üstüne de düşünmelidirler. Türkiye’de sadece belki 3 milyon kamu çalışanı işinin istikrarından emin olabilir, geri kalanlar için her an iş sona erebilir. Krizlerde nice beyaz yakalı bankacının, medya mensubunun aylarca işsiz kaldığı unutuldu mu? Bu güvencesizlik, birçok aileyi borçlanma konusunda ihtiyatlı davranmaya zorlar.
Özetle, belki de ihracata yönelme gücü ve becerisinin yetersizliğinden, gelecekle ilgili varsayımlar, hep iç tüketim üstüne kuruluyor. İç tüketimin yeniden borçlanmalarla artırılabileceği, ailelerin borçlanma potansiyelinde gidilecek çok yol olduğuna inanılıyor. Ama hesaplar eksik yapılıyor. Hem borcun, hem gelirin tespitinde eksikler var. Hele ki gelirin adaletsiz bölüşümü nedeniyle olası tüketimin gerçekleşmediği hiç dikkate alınmıyor. Gelirin yarısına tepedeki yüzde 20 tarafından el konulduğu bir ülkede, yüzde 80’in gelirin yarısına talim etmesi, tüketimin artırılamaması önünde bir başka önemli engeldir ve yapısal bir dönüşüm ister.
Yorum Gönder