Kırımlıların Unutulan Acıları Ve Örnek Vatan Özlemleri

Bilgisayar arşivimdeki eski yazıları gözden geçirirken Kırımlı kardeşlerimizin yaşadığı acı olaylar, toplumsal bir soykırım ve sürgün olayları ile ilgili bazı anılar dikkatimi çekti. Yazarlarımız, çizerlerimiz günümüzde cereyan eden, Çağdaş Cumhuriyetimizin temellerini sarsan olaylarla o kadar meşguller ki, gözlerimizi başka istikametlere çevirmek imkânı bulamıyor gibiyiz. Oysa günümüzdeki yanlışlıkların daha iyi değerlendirilebilmesi için geçmişimizin çok iyi bilinmesi ve ders alınması şarttır. Hele Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde yüzyıllardır yaşadıkları topraklarını terk etmek zorunda kalan göçmenlerimizin başına gelen olaylar asla unutulmamalı ve unutturulmamalıdır. Biz bu gün güncel olayları bir kenara bırakıp Ulusumuzun önemli bir kesimini temsil eden Kırım Türklerinin yaşadığı zorlukları, bu olayın canlı şahitlerinin dilinden aynen aktararak bilgilerinize sunmak istiyoruz.
 Anlatan : Fatma KERİMOVA - Hazırlayan : Yrd. Doç. Dr. Zuhal YÜKSEL
    “Ben, 1921 yılında Gurzuf’da doğdum. Tahsilimi Yalta’da öğretmen okulunda tamamladıktan sonra aynı okulda bir sene öğretmenlik yaptım.
     “18 Mayıs 1944′de gece saat ikide askerler tüfekleriyle kapımıza geldiler. Haydi, 15 dakika içinde evden çıkacaksınız. Yanınıza bir kaşık, bir çanak, biraz da yağ alabilirsiniz. Başka bir şey almayın.” diye bağırıyorlardı. Bizim hiç bir şeyden haberimiz yoktu ve hepimiz çok şaşkındık. Gecenin bir yarısında uykudan askerler tarafından uyandırılmanın korkusu ve aptallığı da bize hâkimdi. Hepimiz ağlamaya başladık. Evde iki kız kardeşim, annem ve ben vardık. 15 dakika sonra askerler bütün Kırım Tatar halkını koyun gibi sürerek bir meydana topladılar. Kamyonlar gelince de hepimizi bu kamyonlara doldurarak Ak-mescit’e götürdüler. Akmescit’de de ellerinde silâhlarıyla askerler toplanmışlardı ve bizleri vagonlara ittire kaktıra bindirdiler. Çoluk-çocuk sanki annesinden ayrılan koyun sürüsü gibi bağrışarak ağlaşıyorlardı. Orası bir mahşer yeri gibiydi. Analar çocuklarını bulamıyor, qartanaylar kocalarını bulamıyordu. Çok kalabalıktı ve herkes ağlıyordu. Askerler de vagonlara binmemiz için bize baskı yapıyorlardı. İşte bizi vatanımızdan böyle ayırdılar.
Vagonlar çok pis havasız ve kalabalıktı. İnsanlar üst üste yığılmış gibiydi. Yiyecek bir şey de yoktu. Zayıf olanlar, ihtiyarlar, ölmeye başladı. Ölülerimizi vagonların bir tarafına yığıp, o rahmetlilerle birlikte yola devam ediyorduk. Zaman zaman yolda tren duruyor ve askerlerin kontrolleri altında trenlerden inebiliyorduk. Bu arada vagonlardaki ölüleri de atıyorlardı. Hiç birine mezar yapılmadı. Kim bilir, onların ölüleri ne oldu? Kurt, kuş mu yedi? Çürüyüp gittiler mi? Allah günahlarını affetsin. Neyse, yanlarında unu olanlar tenekelerin üzerinde pide yapıp yiyor, olmayanlar da onlara bakıyordu. Kimse yanına fazla yiyecek alamamıştı ki.
Halkımız niçin böyle bir cezaya reva görüldüklerini anlamadan 18 gün süren yolculuk sonucu Özbekistan’ın Şarıhan denilen yerine bırakıldık. Hepimizi hamamlara götürüp bitlerimizden temizlediler. Orada başımıza gelenler ise anlatılamayacak kadar acıdır. Sonra bizi kocaman arabalara bindirdiler ve kolhozlara dağıttılar.
Biz bu kolhozlarda çok uzun zaman yaşadık. Bizi beş yıl kalacaksınız diye aldatmışlardı. Biz uzun zaman bekledik, gelip bizi vatanımıza geri götürecekler diye. Buralarda önceleri çok sıkıntı çektik. İhtiyarlardan, hastalardan bilhassa çocuklardan çok ölenler oldu. Aradan 4–5 yıl geçtikten sonra biraz daha rahatladık.
Halkımız bizi vatana geri götürmeyeceklerini anlayınca, vatana dönmek için kendi kendisine çare aramaya başladı. Bu arada Kırım Tatar Millî hareketi ortaya çıktı ve Vatan Kırım’a dönme mücadelesi başladı. Sovyetlerde çıkan gazeteler millî yolbaşçımız Mustafa Cemil’e askere gitmiyor gibi bahanelerle kara çalmaya başladı. Mustafa Cemil tutuklandı ve hapsedildi. O’nun hayatının uzun bir dönemi hapiste geçti.
Benim kardeşlerim 1968 yılında Kırım’a döndüler. Kırım’da onları çok muzdarip etmişler. Ev almalarına, ev kurmalarına izin vermedikleri gibi, nereye giderseler gitsinler vagonlara koyup Kırım’ın dışına sürüyorlarmış. Çocuklarını, (hayvanlara bile yapılmayacak şekilde) kaldırıp kaldırıp kamyonlara atıyorlar ve Kırım’ın dışına Ukrayna’nın iç kısmına döküyorlarmış. Sonra Musa Mamut kendini yaktı. Rahmetli, ev aldığı halde, bir kaç kere evinden sürülmüş, hapsedilmiş, kendi vatanında yapılan bu mezalime dayanamayıp protesto maksadıyla kendini yakmış. Öldü zavallı. Ama bunlara o bile tesir etmedi.Biz Özbekistan’daydık. Fakat Kırım’da yapılan bu mezalimi duyuyor, gene de vatanımıza dönmek istiyorduk ve döndük. Çünkü biz Kırım’da doğduk. Dedelerimiz, atalarımız, Kırım’da yaşadı, Kırım’da öldü. Bizim aslımız Kırım’da. Biz Kırım’a gelip yerleşelim de sıkıntıyı çeksek, ölsek bile çocuklarımız vatanlarında rahat yaşarlar diye düşündük. Zaten çocuklarım da Kırım’da yaşamak istediler. Gerçi onlar Kırım’da doğmadılar ama biz vatanımızı her zaman anlatıyorduk. Biraz da kan çekiyor herhalde.
Şimdi burada çok sıkıntımız var. Türkiye’den biraz biraz yardım geliyor. Ama Vatan Kırım’a döndüğümüz için hiç pişman değiliz, çok memnunuz.”
Bunun gibi pek çok anı o acı dönem içinde Kırımlıların Sovyetler Birliği toplumu içinde nasıl ezildiklerini açıklıyor. Bu anıların daha yaralayıcı bölümü sadece Rusların değil, işgal döneminde Almanların yaptığı kıyımlarla ilgilidir. Bu dönemle ilgili anıları, fırsat buldukça ilerideki günlerde sunmaya çalışacağız.
Dr. M. Galip Baysan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget