Özgür bireyler Ve Kullar - Galip Baysan

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının çoğu savaş meydanındaki gecelerde, büyük bir ihtimalle tüten bir soba veya odun ateşi kenarında, belki de sabahlara kadar düşünerek, konuşarak, tartışarak buldukları ve imkânsız görünen engelleri aştıktan sonra kurdukları ulusal birlik büyük bir sarsıntı içinde. Sadece Türk Halkı için değil hemen hemen bütün Müslüman ulusların halkları için örnek olarak kurulan Çağdaş, demokratik, laik cumhuriyet; 4 yıl için seçilmiş Radikal Muhafazakârlardan oluşan bir iktidar partisi tarafından temelinden sarsılıyor. Hedef olarak gösterilen 2023 veya 2071  aldatmacalarına rağmen toplum modern bir çerçeve içinde İslamiyet’in doğduğu 600’ncü yıllara doğru itekleniyor. Sorunlar bir avuç özgür basın ve yayın elemanları tarafından,  iktidarın önlerine koyduğu siyasi, mali ve hukuki büyük engellere rağmen yinede büyük bir beceri ve cesaretle halka duyurulmaya çalışılıyorsa da bize göre Türkiye’de en büyük oyun insan üzerine oynanıyor.
Siyasi haklar yönünden günümüz Türkiyesinde yaşananlar, 500 yıl kadar önce yaşamış olan, Fransız düşünürü Etienne de la Boetie (1530–1563)’nin “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” adlı yapıtında çizdiği tablo ile büyük benzerlikler taşımaktadır. Boetie bu kitabında Kral, diktatör veya Tiran ne derseniz deyin baştaki zorbaya yaranmaya çalışan ve gönüllü olarak Tiranı mutlu etmeye çabalayan, kulluğu kabul etmiş insanları anlatmaktadır. İsterseniz biz önce Etienne Le Boetie neler söylemiş ona bakalım, sonra tanımlanan kişilerin günümüzle ne ilişkisi var onu gözden geçirelim.
“... Bu kişilerin tiran’ın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini düşünmeleri ve hatta onu memnun edebilmek için düşüncelerini daha önceden bilmeleri gerekir. Tiran’a yalnız itaat etmekle kalmayacaklar, onu hoşnut da edecekler, işlerini yapmak için uğraşacaklar, didinecekler, onun keyifli olmasından haz duyacaklar ve kendi kişisel beğenileri yerine onunkileri benimseyerek mizaçlarını, doğal yapılarını değiştirmeye zorlayacaklardır. Tiran’ın söylediklerine, sesine, işaretlerine, gözlerine dikkat etmeleri gerekecek ve arzularını bilebilmek ve düşüncelerini seçebilmek için sürekli nöbet durumunda bulunacaklardır. (1)”
“Bu kişiler zenginlik kazanmak için hizmet (kulluk) etmek isterler. Fakat kendilerine ait olacak hiçbir şey kazanamazlar. Çünkü kendilerinin bile kendilerine ait olduğunu söyleyemeyecek bir durumdadırlar.”
“Kötü kralların yakınlarında hiç olmazsa bir kez bulunmuş birçok insan içinde, başkalarına karşı Tiran’ın gaddarlığını körüklemeye öncülük yapıp, bu gaddarlığa kendilerinin de maruz kalmadığı çok az kişi vardır, hatta hemen hemen hiç kimse yoktur. Çoğunlukla Tiran’ın lütfunun gölgesi altında ve başkalarının malları ve makamları sayesinde zenginleşen kişiler başkalarını kendi malları ve makamları ile zenginleştirmişlerdir. (2)”
Demokrat bir Cumhuriyetin özgür ruhlu bireylerini en çok etki altında bırakacak sözleri de şöyledir:
“Gece gündüz tek bir kişiyi hoşnut kılmayı düşünmek ve bununla birlikte yeryüzündeki hiçbir insandan korkmayacak kadar bir tek kişiden korkmak, darbenin nereden geleceğini kestirmek, tuzakları seçmek ve yoldaşların entrikalarını hissetmek için sürekli olarak gözü tetikte ve kulağı kirişte tutmak, ne açık bir düşman ne de güvenli bir dost bulunduğundan her kişinin yüzüne gülüp, herkesten çekinmek, sürekli güleç bir çehre ve donuk bir yürek taşıyarak neşeli olamamak, içine kapalı olmaya da cüret etmemek.” Sanki IV. Murat veya Abdülhamit dönemini resimleyen “Le Boethie” (3) daha 1562 yılında soruyor: “Bütün bunlar ey tanrım, ne biçim ızdıraptır? Ne büyük bir acıdır? Bu, mutlu bir şekilde yaşamak mıdır? Buna yaşamak denilebilir mi? (4)”
Şimdi gelin hep beraber Türkiye’deki duruma bir göz atalım. İktidar devletin hemen bütün organları ile kavgalı. Başta Ordu mensupları olmak üzere değişik Bakanlıklardaki bürokratlar, çağdaş Türk aydınlarını yetiştiren ana kurumlar olan Üniversiteler, başta ele geçiremediği ama daha sonra çıkardığı yasalarla tamamen kontrolü altına aldığı yüksek Yargı organları, Milli Eğitim elemanları, Doktorlar ve sağlık elemanları, basın yayın organları, ana ticari kurumlar, memurlar, işçiler, emekli, dul ve yetimler. Hemen hemen hepsi bu kavgadan nasiplerini aldılar. Sadece köylü ve esnafa pek dokunmuyorlar ve ellerindeki özellikle sabit gelirlilerin maaşlarından kısıntı yaparak elde ettikleri yüksek meblağları, bu kesime şu veya bu nedenle aktararak onların desteğini kazanmayı başarıyorlar.
Herkesle kavga eden devlet baba neden esnaf ve köylüye bu kadar cömert? diye bir soru akla gelebilir. Cevabın gerçek anlamda bir “Halk Sevgisi” olduğunu duymak için neler feda edilmezdi. Ama ne yazık ki bu, Halk sevgisi değil ama cemaat sevgisi, tarikat ve oy sevgisinden başka bir şey değildir. Çünkü çoğunlukla memurlar, işçiler Cami veya mescit müdavimleri, tarikat mensupları değildirler. Onlar çoğunlukla Laik düşüncenin taraftarıdırlar. Radikal anlayışa göre; o zaman bizden değil, onlardandırlar. Bu nedenle onlarla çatışmalı, burunları sürtülmeli, ezilmelidir.
Ergenekon, TRT, YÖK, Yüksek Yargı organları, Üniversiteler, Ticaret odaları ve basın yayın organları gibi bazı sivil kuruluşların ele geçirilmesi çabaları bir yana, son günlerde bazı basın organları ile ilgili olarak başlatılan tartışmalar ve işten kovulma tehditleri günümüz Türkiyesinde “Gönüllü Kulluk”un ne seviyeye geldiğini açıklamak için yeterlidir. Başbakan Tayyip Erdoğan her halde dostu İtalyan Başbakanı Berluskoniden iyi talimat almış olmalı ki basın yayın organlarını ele geçirmek için büyük bir mücadele başlattı ve gerekli olduğu zaman milyarlarca dolar devlet bankaları kredisi kullandırarak yazılı ve görüntülü basının %80’ini yakın dost ve akrabalarının eline geçirmeyi başardı. Başarmak bir yana oraları paralı yalayıcı kalemşorlarla doldurdu, şimdi o güzelim gazeteler, TV yayınları her gün iktidar düşmanı kesimlere ateş püskürüyorlar. Yalan- düzen hakaretler yüz kızartıcı, mide bulandırıcı bir halde devam ediyor.
Lider operasyonu başlatır ve şöyle der: “Muhalif gazeteciler yalan söylüyor, yalan yazıyorlar onları almayın, okumayın, dinlemeyin, TV yayınlarını izlemeyin, evlerinizden içeri sokmayın.” Liderin bu çağrısı etkili olmayınca hemen gönüllü kullar devreye girer. Bırakın geçmiş senenin hesaplarını daha önceki yılların hesaplarına girebildikleri kadar giderler. Tek amaçları vardır. Bu yayın grubunu rahatsız edecek bir fırsat yaratıp lider kadronun memnun olmasını sağlamak. Böylece yıllarca Türkiye’de vergi ödemede örnek ve lider olmuş bir kurum, bir satış tarihi bahane edilerek yüzlerce milyon dolarlık bir borçla karşılaştırılır.
İktidar yalakaları panter gibi bu konunun üzerine atılır büyük bir zevkle bu yayın grubu aleyhinde yazılar yayınlarlar. Kendilerine en ufak bir zarar dokunduğu zaman “Basın Özgürlüğü” yaygarası ile susmak bilmeyen ağızlar, şimdi basın özgürlüğünü ezen çiğneyen tutum ve davranışları elleri patlayıncaya kadar alkışlamaktadırlar. Amaç ne basındır ne de özgürlükler. Tek amaç vardır, aldıkları çok yüksek ücretleri hak etmek ve lider kadroyu mutlu etmek. Konu ile ilgili hukuk elemanlarının yaptığı konuşmalar yine lider kadronun talimatı ile dinlenir ve hemen ertesi gün konuşmalar yağcı basın yayın elemanlarınca sanki bir suçmuş havası verilerek yayınlanır. Oysa burada gerçekten işlenen suç; birilerinin haberleşme hürriyetini çiğnemesi ve birilerinin de bunu alın yazın diye yalaka basına vermesidir.
Lider kadro mutludur, işler tam istedikleri gibi gitmektedir ve istedikleri de basitçe tekrar Osmanlı Düzenine dönmek ve o düzen içinde mutlu! Yaşamaktır. Kurtuluş zannettikleri o düzenin gerçekte Osmanlı devletinin batışının nedeni olduğunu asla öğrenemeyeceklerdir.  Biz bütün içtenliğimizle insanlarımızın kendilerine samimiyetle şu soruyu sorarak hareketlerine çekidüzen vermelerini diliyoruz. “Acaba ben, sadece ulusumuzun hizmetinde bir özgür bireymiyim? Yoksa birilerinin hizmetinde onu mutlu etmek aşkıyla tutuşan bir kulmuyum?”
İnsanı insan yapan en büyük özelliklerin birincisi özgürlüğe olan düşkünlüğü ise ikincisi de kendi iradesi ile yaptığı tercihlerdir. Eğer çocuklarımıza daha iyi bir Türkiye bırakmak istiyorsak, darbeler ülkesi veya darbe anayasası gibi yutturmacaları bir tarafa atıp,  öncelikle kendimizi özgür birey yapacak imkânları tercih etmeliyiz.

DİPNOTLAR:
(1)     Mete Tuncay, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi-II, s.124–125
(2)     Aynı Eser, s.126
(3)     M. Tuncay, age. C-II, s.126
 (4)     Aynı Eser, s.125,129

Dr. M. Galip Baysan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget