Hainlik meslek oldu.
İhanet, geçim kaynağı…
Yerden biter gibi çoğalıyor namussuz hain sürüleri…
Ayrık otu gibi…
Hain, hainlik üreten toplumların başında geliyoruz.
Işıklar içinde yatsın, Ahmet Arif’in deyişi ile “Dört yanımız puşt zulası…”
Dört yanımız vatansız, bayraksız, milliyetsiz, cibilliyetsiz yaratıklarla kuşatılmış durumda…
Çembere alınmışız… Ateş altındayız…
Şu sıralar Cumhuriyet, Atatürk, ordu düşmanlığı en geçerli meslek… Moda…
Atasını, ceddini, soyunu sopunu, kahramanlarını, tarihini inkâr etmek açılım, barış sürecine katkı sağlıyormuş…
Kurum tabelalarından T.C. kısaltmasını silmek; yükselme, makam sahibi olma uğraşında ve iktidar uşaklığında en etkili, en kestirme yalakalık yolu…
Türk bayrağı taşıyanlara, “Gençliğe Hitabe”yi okuyanlara, İstiklal Marşı söyleyenlere engel olmak, biber gazı, basınçlı su sıkmak, cop sallamak “Kürt Açılımı”nın gereklerinden…
Genel Kurmay Başkanına, ordu komutanlarına sövmek, bebek katillerini yüceltmek, en muteber kahraman durumuna getirmek “Barış, Kardeşlik Süreci”nin yasalarından…
Yani uzun sözün kısası, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin,
bugün bir de dört tarafı emperyalistlerle ve onun uşakları ile çevrilmiş
durumda…
Bu hain sürüleri, ülkeyi bölmek, parçalamak, sömürgeci efendilerinin
hizmetine sunmak için ellerinden gelen, gelmeyen ne varsa ortaya
koyuyorlar.
Ordumuzun kozmik odalarını düşmanlarımıza açıyorlar. En gizli askeri
planları, programları açığa vuruyorlar. Sırlarımızı ortaya döküyorlar.
Yurtseverleri, devlet adamlarını yabancılara gammazlıyorlar.
Alın teri, göz nuru ile oluşturduğumuz Cumhuriyet ürünlerini, şehit
kanları ile suladığımız topraklarımızı parsel parsel satıyorlar. Bir
avuç PKK’lıya altın tepsi içinde sunmak için yasalar hazırlıyorlar. Kamu
mallarını yabancılara peşkeş çekiyorlar… Rant yaratma uğruna ormanları
yok ediyorlar, tarihi eserlerin altından girip üstünden çıkıyorlar…
Tek dikili ağacımız kalmadı…
Yüz yıllardan bu yana, hainler ve hainlik zanaatı hiç tükenmedi ülkemizde. Bitmedi. Artarak devam ediyor.
Bu yüzden o Yüce adam, o yüce komutan Mustafa Kemal Atatürk, bir konuşmasında “Kahramanı kadar haini de bol bir milletiz” demişti.
Gerçekten de çok doğru ve yerinde bir saptamaydı bu…
Hain kaynıyordu ortalık…
O yıllarda da bugün olduğu gibi, şeriatçı çeteleri, bağımsızlık savaşı
yeren ulusalcı güçlere karşı, her zaman, yabancı devletlerle işbirliğine
girerek onları arkadan hançerlemiş, “Hıyaneti Vatan” suçu işlemişlerdi. Zaten siyasal İslamcıların, tarihinde “emperyalizmi ülkeden kovmak” diye bir sorunları asla olmadı, bu konuda herhangi bir çaba da göstermediler.
Denilebilir ki Kurtuluş Savaşı sadece dış düşmanlara karşı verilmiş bir savaş değildi; o aynı
zamanda “şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit
eden; gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunan” işbirlikçiler ordusuna karşı da verilmiş bir savaştı.
Atatürk bir yandan “Ya istiklâl ya ölüm” parolası kılavuzluğunda yedi düvelle savaşırken, bir yandan da içerideki “Hıyanet Çeteleri”ni etkisiz duruma getirmeye çalışıyordu.
Zaman zaman en yakın arkadaşları bile onun düşüncelerine, eylemlerine katılmak istemediler.
“Bolu Mebusu” Cevat Abbas Gürer’in anılarında belirttiğine göre
Mustafa Kemal, 26 Ağustos’ta başlayacak “Büyük Taarruz”u yönetmek üzere
savaş alanına gidişini de saklı tutmak zorunda kalmıştı. Tıpkı
“Cumhuriyet’in İlanı”nı saklı tutmak zorunda kalması gibi…
Cepheye 19 Ağustos gecesi hareket edecekti. Bu hareketini gizleyebilmek için Anadolu Ajansı, gazetelerde Atatürk‘ün “Çankaya’da çay ziyafeti verdiği” haberini yaymakta idi. Onun böyle önlemler alması elbette yerinde ve gerekli bir davranıştı.
Hainler pusuda bekliyorlardı çünkü. İçerideki ve dışarıdaki efendilerine yaranabilmek için yapamayacakları şey yoktu.
Yurdumuzu işgal eden emperyalistlere karşı Kurtuluş Savaşı verdiği için
geçmişte Atatürk’ü idama mahkûm eden İngiliz emperyalizminin uşaklarının
torunları, günümüzde de Amerikan emperyalizminin uşakları olarak
atalarından, babalarından aldıkları ihanet bayrağını yükseklerde
tutmakta, bayrak yarışını devam ettirmektedirler…
Hainlik ve ihanet günümüzde kâr getiren, rant sağlayan bir meslek haline
dönüşmüştür. Onlar, yerli ve yabancı efendilerine yaranabilmek için
olmaz hokkabazlıkları yapmakta, onların hoşuna gidecek sözleri bulup
çıkarabilmek için en yüksek çabayı göstermektedirler. İçlerinde çıkar
uğruna bebek katilinin elini ayağını öpen, Türkiye Cumhuriyeti devletine
sövenlerle sarmaş dolaş olan belediye başkanları bile var…
Bakın daha önce de ne inciler yumurtlamış bu açılımcı aydınlar (!) ve bölücüler, okuyalım:
“Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir.” Leyla Zana
(Bu sözü söyleyenlerle AKP iktidarı bugün kucak kucağa…)
“Vatan sevgisi nedir ki? Vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin.” Çetin Altan
“Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sırtımızı Amerika’ya dönmeliyiz.” Fethullah Gülen
“Memleketi bir çift kadın memesine satarım.” Ahmet Altan.
Bu ihanet erbabı için ne demişti Ahmet Arif:
“Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…”
TANIYARAK BÜYÜYORUZ, BÜYÜTÜYORUZ HALK DİRENİŞİNİ…
BU ENGEREKLERİN, ÇIYANLARIN BAŞININ EZİLME ZAMANI ADIM ADIM YAKLAŞIYOR…
ÇOK KALMADI…
Ali Eralp
Yorum Gönder