Kadum el Caburi, bu isim bize yabancı… Iraklılar iyi tanıyorlar onu. Saddam’ın
heykelini devrilişini tetikleyen balyozlu adam olarak Irak tarihine
geçti. Balyozu indirdiğinden on yıl sonra şimdi pişman ve pişmanlığının
aslında ilk iki yıl içinde başladığını söylüyor. “Saddam
döneminde güvenlik vardı. Yolsuzluk vardı ama böylesi yoktu.
Hayatlarımız güvencedeydi. Elektrik, gaz gibi temel ihtiyaçlar çok daha
ucuzdu…. İki yıl geçti ve ben ilerleme göremedim. Sonra cinayetler,
hırsızlıklar ve mezhep şiddeti başladı” diyor ve yakıcı cümleyi ekliyor: “O zamanlar sadece bir diktatörümüz vardı, şimdi yüzlercesi var. Hiçbir şey iyiye gitmedi.”
Kaygıyla izliyoruz
Türkiye’ye
buradan ne ders düşer derseniz? Kurumlarımızın başında görmeye alışkın
olduğumuz T.C. ibaresinin kaldırılışı haberlerini ibret ve kaygı ile
izliyoruz. Hiç tereddüdümüz yok; T.C. ibaresini kaldıranlar ve
Türkiye’ye giydirilmek istenen yeni rejim için yola çıkanlar, çözüm
denilen süreç sonlandırılırsa, Caburi’den farklı düşünmeyecekler. Hatta
bunların içinde “akil” etiketliler de olacak.
Baskı ortamı
Birileri aklınca bizleri sıkıştırmak için soruyor: “Siz barıştan yana değil misiniz?” Irak’ta da demokrasi gelecek denilerek, sürece karşı çıkanlara da, “Sen demokrasiden yana değil misin?” diyorlardı. Nitekim Caburi, demokrasinin gelmediğini, önceki sürece öykünerek anlatmış. Bizde de “barış” adı altında yeni çatışma başlıklarının açılmayacağını kim biliyor? “Barış süreci”
denilenin ne olduğunu tam olarak kim, ne zaman anlatacak? Bu sürecin
içinde ne var? Madem barışa gidiyoruz, öyleyse neden giderek artan bir
baskı ortamına sürükleniyoruz? Fazıl Say üzerinden düşünce neden hüküm
giyiyor? Devletten, Cumhuriyetten ve laiklikten yana olmalarının dışında
suçları kanıtlanmamış askerler, komutanlar, aydınlar neden hâlâ
tutuklular? Bu aşırılaşan baskı ortamında üretilen “akil insanlar”,
tüm bu soruları neden sormazlar? Baskılara tepkili olanların
tepkilerini emen bir sünger vazifesi gördüklerinin, iktidara tampon
oluşturduklarının farkındalar mı?
Süreç haklı ve doğru ise elçilere ne gerek var?
Bizler “Bir millet uyanıyor” başlıklı
filmlerle büyüdük. Artistler orada oynamıyorlar, duygularını
yansıtıyorlardı. Bu yüzden inandırıcıydılar. Bugün artistler kadar,
artist olmayanlar da artistlik yapmaya başladılar ve hiç inandırıcı
değiller. Şimdi bize “uyuyun” telkini yapılıyor. Ve “Bir millet uyutuluyor” başlıklı bir film her gün TV’lerden servis ediliyor.
Bu
millet uyandı… Cumhuriyetle güçlendirilen bir devlet kuruldu. Egemenlik
milletin iradesine verildi. Millet olma bilinci yerleşti. Egemen olan
milletin bütün olduğu, bölünemez olduğu anlatıldı. İçinde bulunduğumuz
coğrafyadaki gücümüzü bu bütünlükten aldık.
Şimdi bize “Siz millet değilsiniz, halksınız” deniliyor… “Tam bağımsız Türkiye ideali yerini, yeni bağımlılık ilişkilerine bırakıyor.” Benzemezlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulan benzerlikle bir hizada toplaşmamız isteniyor.
Siyaset bitiriliyor
Çoğulculuk
yerini tek tipçiliğe bırakırken siyaset bitiriliyor. Siyasal partiler,
benzemezlerin bir araya getirilerek benzeştikleri yapılara dönüşürken,
paradoksal olarak birleştirici değil, ayrıştırıcı işlev görerek
çözülüyorlar. Parti tabanları partilerinin tavanına yabancılaşıyor ve
kendisini ifade edecek zemin bulamıyorken, “koalisyon Meclis içindeki komisyonlarda kuruluyor”.
Meclis içindeki -başına demokrasi, açılım, barış, çözüm gibi sıfatlar
eklenen- süreci yürüten gizli koalisyonun en güçlü partisi, Meclis
içinde grup kurarak partileşen BDP. Tıpkı koalisyonlarda olduğu gibi,
küçük partilerin anahtar rolünü üstlenmiş durumda. Süreci İmralı
üzerinden kontrol ederken kantarın topuzunu kaçırabiliyor…
Bu özet
tablodan çıkaracağımız ders ne olmalı? T.C’yi silmek isteyenler, bu
istekten heveslenip, silmeye kalkışanlar, Irak’ın yakın tarihine
baksınlar. Bu coğrafyada güçlü ülke istenmiyor. Türkiye’de hepimiz önce
bunu görmeli ve gücümüzü korumak için stratejiler geliştirmeliyiz.
Bağımlılık mı? T.C’ye bağlılık mı? Hangisi bizi güçlendirir sizce? Yeni
tür partilerle girdiğimiz bu süreçten gerçekten barış içinde çıkmak
istiyorsak, birlikteliğimizi tutkallamak yerine neden bölünmekten söz
ediyoruz? Hepimizin algısında “bölünme” kaygısı var… Bu kaygıyı yok etmek için yola çıkan “akiller” (barış
elçileri) tam tersine T.C. ibaresinin kaldırılışına suskun kalarak
pekiştiriyorlar… Bazıları fütursuzca yeni Cumhuriyet kurmaktan söz
ediyorlar… Süreç barış getirir mi bilinmiyor ama “yeni” diye
yutturulacak eski kurumlar yaşamımıza hızlı bir şekilde nüfuz ediyorlar.
Angelina Jolie bir TV röportajında; “BM (ABD) dünyayı herkes için daha iyi bir yer haline getiriyor” diyordu… Bu söze Caburi ne der sizce?!..
Angelina kim mi? BM iyi niyet elçisi… O da artist… “Düşündüklerinize değil, gördüklerinize inanın” telkini yapılan sürecin elçilerinden.
Kıssadan
hisse: Kurulu birlikteliğin çözücülerinin, yeni birliktelikleri değil,
ayrılıkları, bölünmeyi inşa ettikleri bir süreçten geçiyor
coğrafyamızdaki ülkeler ve Türkiye bu oluşumun içine çekilmekle
kalmıyor, parçası, yürütücüsü haline getirilmek isteniyor.
Yorum Gönder