Atılan her adım, yüreğinde derin yaralar, sessizlik!
Bir delişmen çocuk ağlıyordur, soluk alıp veriyordur toprak.Ellerin üşüyordur biliyorum...
Bir sahil kasabasında, denizin kıyısında gözkapakların ağırlaşıyordur.
Bir umut bir hüzün...
Gözlerin uçsuz bucaksız mağaralarda gezintiye çıkmış gibi.
Yıllar önce yazdığım bir yazıda anlatmıştım ben seni...
Oğlunun cezaevine götürüldüğü gün hani...
Nasıl da haykırıyordun jandarmalara:“Oğlumu götürmeyin, daha 15 yaşında!”
Bir yazı yazıp seni anlatmıştım uzun uzun!Gözlerinden akan yaşları, yüreğinin atışını, sevgini...
Bir mayıs sıcağında, seni anımsadım biliyor musun?
Seni ve Cumartesi Anneleri’ni... Berfo Ana’yı, Reyhanlı’daki Döne Ana’nın çığlığını.
Zaman bir ırmak gibi akıp giderken, gözlerin geliyor aklıma...
Git aç kapıyı!
Dokun parmak uçlarınla Miroslav Holub’a.
Dışarısı karanlıktır, yıldızlar uykuda.
Bir köpek belki bir şeyler arıyordur...
Belki bir yüz ya da göz ya da resmin!
İyi bak resmini göreceksin!
Bir mayıs serinliği vardır sizin oralarda...
Kırmızıya çalan toprak, yeşili uyutan dallar...
Mayıstır artık...
Bak bugün 19 Mayıs...
Gençlerin bayramı!
Kutlayacak mıyız özgürce, düşün biraz...
Git aç kapıyı fazla bekleme!
Belki mavi bir rüzgârdır dışarıda esen, bir çığlıktır, bir denizdir konuşan.
Mayıstır; ısıtan güneş, dalında uyuyan yaprak...
Müthiş aşklar durağında beklemekten yorulan insanlar...
Sakın özgürlük bekleme, sakın konuşma!
Aç kapıyı ve sadece bak!
Dışarısı karanlık biliyorum...Umudunu, sevdanı, tutkunu, hüznünü ve acını...
Zindanda yatan kanser hastası oğlunu...
Görüyorum gözyaşlarını!Reyhanlı katliamını!
Başını göğe kaldır, öylece dur...
Kimse görmesin gözyaşlarını.
Usulca ağla!
Yarı aydınlık bir gece düşün, Mehmet’ini ve nice Mehmetleri...
Kızının bir çocuğu olacak biliyor musun?
Kız torunun!
Adını mayıs koy istersen!Deniz, Hüseyin, Yusuf...
Gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında ol...Octavio Paz’ın dizelerinde olduğu gibi...“Dudaklar, öpüşler, aşk her şey yeniden doğar;
o ölümsüz, o yalın unutuşta;
gecenin kızlarıdır yıldızlar...”
Haydi şimdi git kapıyı aç!
Esinti olur bir parça dışarıda...
Uzun uzun bak ağaçlara, çiçeklere, kuşlara...
Gün ağarmıştır göreceksin, şafak çoktan sökmüştür...
Ağlama ne olursun mayıs sabahındasın artık.
Bak tomurcuklar çoktan patlamış, aşk çiçeklenmiş, vadiler bile uyanmış.
Sözü edilmez bile artık otların arasında su gibi ilerlemenin.
Git aç kapıyı!
Belki bir ağaç, bir koru, belki bir bahçe, belki sihirli bir el var dışarıda...
Unutma bugün ulusal bağımsızlık savaşımızın başladığı gün...19 Mayıs...Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı sabah!
Git aç kapıyı!
Sakın unutma sessizlik bize göre değil...
Sana “konuşma” dedim, sakın bana inanma!
Sınadım seni ben!
Zaten sen de kanmamıştın bana, gözlerinden anladım...
Bu Cumhuriyet hepimizin...
Demokrasi ve özgürlükler bizim!
Yılma!
Korkma!Gür sesinle bağır!
Emperyalizmin ağababalarıyla sarmaş dolaş olanlara inanma!
Savaş değil, barış iste!
Din pazarlamacılarına sakın güvenme!Başını dik tut, yeter!
Geçer bu günler geçer...
Git kapıyı aç!
Biz çok geç öğrendik gizli karanlığın perdesi olan kara tahtaları.
Yüzünde yorgun sürgünlerin izi olsa bile, ürkek bir şafağın uçsuz bucaksız özgürlüğüsün sen...
Sen bizsin, hepimizsin!Emekten yana olanlarız...
Acıların sevinçlere dönüşeceği günler belki de çok yakındır.
Demokrasiye inancını yitirme!
Hem sivil hem de askeri vesayete diren!
Git kapıyı aç!
Karanlıktan, soğuk rüzgârdan başka bir şey olmasa bile dışarıda..
Yüzüne ya ayışığı ya güneş vuracaktır karanlıkta...
Ve toparla kendini...Paul Eluard’ı dinle:
“Kapılar tutulmuş neylersin/ Neylersin içeride kalmışız/ Yollar kesilmiş/ Şehir yenilmiş neylersin/ Açlıktır başlamış/ Elde silah kalmamış neylersin/ Neylersin karanlık bastırmış/ Sevişmezsin de neylersin...”
Yorum Gönder