Bu yılki 1 Mayıs geçtikten sonra ortaya çıkan tabloya ne demeli?
“Geçmiş olsun” mu? Yoksa “Geçmiş bayramınız kutlu olsun” mu?
Bu yıl İstanbul’da gazlı, yasaklı bir “1 Mayıs” geçirdik.
Kimileri evinden dışarı çıkamadı, kimileri ise çıktığı evine bile giremedi uzunca bir süre.
Medyamız da “doğasına uygun olarak” iki türlü yorumladı olayları:
Büyük bir kısmı “Madem öyle, işte böyle; marjinal guruplar bayramda
bile olay çıkarmak istediler, ama boylarının ölçüsünü aldılar.” derken,
karşılarında yer alan bir kısmı da “Faşizm işte bu, İstanbul’da resmen
sıkıyönetim ilan edildi, gaza boğulduk” dedi.
*
Peki biz bu tablodan ne anladık, bu deneyim bize ne öğretti şimdi ona bakalım:
Önce 1 Mayıs’ın ne olduğunu düşünelim; sonra da bu tarihin bir bayram kutlaması mı yoksa bir etkinlik mi olduğunu.
Geçmişine bakılırsa,”1 Mayıs” işçinin zorlu mücadelelerden sonra elde ettiği bazı haklar”ın anma günü”dür.
İşin temeli de 1856 yılında Amerikalı işçilerin, 12’şer saat çalışmaya
karşı çıkıp haftanın 6 gününde 8’er saat çalışma şartlarını elde etmek
için siyahlı beyazlı bir araya gelip işi bırakmalarına dayanır.
İş çıkarına dokunduğu için, “sermaye” bu olayı pek kolay hazmedememiş, üzerine çok acılar yaşanmıştır.
1889’da toplanan ikinci Enternasyonal, bu tarihi “Birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak ilan etmiştir.
O günden bugüne de 1 Mayıslar; bu emekçi birliğinin büyütülmesi, hak
mücadelesinin sürdürülmesi ve emek yanlıları arasındaki dayanışmanın
gösterisi olarak anıla gelmişlerdir.
*
Peki, bu bir bayram mı?
Bana göre bu bir bayram değil.
Emeğin meselesi sadece çalışma sürelerinin günde sekiz saatle
sınırlandırılması değil çünkü. Haydi şimdilik daha ileri hedefleri,
“emeğin iktidarını” bir kenara koyalım ama; ulaşılması gereken amaç en
azından emek ile sermaye arasında her iki tarafça da kabul edilebilir
bir dengenin kurulması ise ve henüz böyle bir şey sağlanamamışsa, ortada
varılmış ve kutlanacak bir mutlu son da yok demektir.
İşin
enteresan tarafı, bunun olduğunu kabul ederseniz bundan sonrasında
uğruna mücadele edecek, talep edilecek bir amacınız da kalmamış
demektir. Dolayısıyla, hiçbir zaman sonucu alınmamış, süregelen ve
sürecek olan bir mücadelenin bayramı da olamaz.
Kaldı ki bu
güne kadar yaşanan pek çok acı, bu günün bir bayram havasında
yaşanmasına uygun değildir. Emekçilerin, bu güne kadar yaşanan 1
Mayıs’lardan kalma çok acı hatıraları vardır ve bu günler aynı zamanda
onların da yıl dönümleridir.
İşte bu özellikleri dolayısıyla 1 Mayıs
etkinlikleri bir kutlamadan çok bir birliğin, mücadelenin ve emekçi
dayanışmasının “gösterilmesi” günüdür.
*
Politik olarak “Emeğe
karşıyız” demeseler de emekçi dayanışmasını denetim altında tutmaya
çalışanlar yani emeğe göre “karşı taraf”takiler ise yine kendi çıkar ve
bakış açısına uygun olarak; emeğin birlik, mücadelecilik ve dayanışmacı
gücünü öne çıkartmamaya, bu günün sadece “bir bayram” olduğu anlayışını
yaymaya gayret ederler.
Düşünsenize; bir emekçinin çalışmasının
günde sekiz saatle sınırlanması tamam da, o emekçinin sekiz saatlik
çalışması karşılığı kendini ve ailesini geçindirmek, daha doğrusu
hayatta kalabilmek için eline geçmesi gereken “asgari ücret” bu
mücadelede en temel tartışmalardan biri olmalı değil mi?
Öyle ya, karnın doymadıktan sonra 4 saat çalışıp daha büyük bayramlara (!) müstahak olsan ne yazar?
Evet, insanlar 8 saat çalışacaktır ama eline vereceğiniz para kuru
ekmeğine bile yetmeyecek, çalıştığı sekiz saate karşılık karnı 24 saat
aç kalacaksa 1 Mayıs’larda neyin bayramı yapılabilecektir, hangi
kutlanası sonuca varılmıştır ki?
“Emeğin can suyu”
diyebileceğimiz asgari ücretin kaç lira olması gerektiğinin
belirlenmesinde bile söz hakkı tümüyle iktidarlarda iken, popülizm
uğruna emeğin kutsallığından söz edip, kanun çıkarıp 1 Mayısları bayram
ilan edenler acaba bu “bayram” işinde “Siz şimdilik bu kadarıyla yetinin
ve bunun tadını çıkarmaya bakın, fazlasını da aklınıza getirmeyin, biz
sizi severiz” demekte değiller midir?
*
İki tarafın bakış
açıları böyle olunca ” 1 Mayıs”lar nasıl yaşanır diye düşünürsek, gayet
doğaldır ki en başta emekçiler, arkasından emeğini satma şansını bile
bulamayanlar, çalışma yaşını doldurmuş ama yaşamları boyunca verdikleri
emeklerinin karşılığını alamamış emekliler ile emekten yana bir düzenin
yanlılarının böyle günlerde görkemli bir gösteri yapmaları; böylece
aralarındaki birliği ve dayanışmayı, sahip oldukları mücadele azmini
göstermek istemeleri kendilerinden beklenen en doğal davranıştır.
Tabii ki aralarındaki dayanışmayı gösteren büyük organizasyonlar
yapacaklar, bunun için kentin en önemli meydanını dolduracaklar ve kendi
haklarını elde etme konusundaki kararlılıklarını gür sesleriyle herkese
haykıracaklardır.
Peki bu arada “karşı taraf”ın ne yapmasını beklersiniz?
Tabii ki onlar da ellerinden geldiğince emeğin bu organizasyonunu bir
biçimde bölecek, onları ayrıştıracak, toplantıların kent merkezinden
dışarılara, gözden ırak yerlere kaydırılmasına gayret edeceklerdir.
Medyaları da, “Bu güzel bayramı neden paşa paşa kutlamıyor, kırlara
çıkmıyorsunuz? bakın bu gün tatil üstelik” diyecektir.
Gelelim şiddet olaylarına.
Kimin neyi neden yaptığı bir tarafa; sonuçta 1 Mayıs’ta ne “bayram” ne
“birlik, dayanışma ve mücadelecilik azmi” gösterileri dolayısıyla şiddet
uygulanması doğru değildir ve amaca ulaşmada kimi kitleleri bu konudan
uzaklaştırmaktadır. Çünkü bu güçler dengesinde emeğin ağırlığı kavgadan
değil; üretim, örgütlenme ve mücadele gücünden kaynaklanır.
Şiddet, belki bu konuda tahammülsüzlük aşamasına gelmiş ya da getirilmiş
kesimlerin patlamasıdır ama bundan en çok karşı tarafın mutluluk
duyacağı, “Bakın bunların derdi başka, kendi bayramlarını bile ne hale
getirdiler” lafını ettirmeye imkân verir. Sonra da emeğin; birlik,
dayanışma ve kararlılık içinde olduğunu göstermek için kullanacağı,
arkasına yeni yeni kesimlerin desteğini katabileceği çok önemli bir
fırsat “boşa harcanmış” olur.
Bütün bu anlatılanlardan sonra;
yukarıda söylenenlerin bu 1 Mayısta ne kadar gerçekleştiği, tarafların
kendi amaçlarına ulaşmaları açısından yapmaları gerekenleri ne ölçüde
yapabilmiş oldukları mutlaka gözden geçirilecektir.
Bizimki, bu değerlendirmeler yapılırken konuya belki farklı olabilecek bir bakış açısı getirmekten ibarettir.<
Yorum Gönder