“Sade vatandaş kadınlar”ın dayaktan, işkenceden, “psikolojik şiddet” sayılan hakaretten, bıçakla dilim dilim doğranmaktan kurtulamadığını, çocukları perişan halde kalırken kendilerinin de ya hastanelerde “tepeden tırnağa sargılar içinde” kaldığını veya mezara gittiğini, bunu yapan erkeklerin ise “serbest bırakıldığını” anlatmıştım.
ŞİDDET KESİNLEŞMİŞ AMA..
Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Fatma Şahin “Milletvekili olsun olmasın biz şiddet gören tüm kadınlara aynı şekilde yaklaşıyoruz. Şiddet gördüğü mahkeme tarafından kesinleşirse koruma veriliyor” dedi ama durumun öyle olmadığı “koruma verilmediği için bugüne kadar hayatını kaybeden kadın” örnekleriyle ortada.
Son örnek “Van’da öğretmenlik yaparken tanıştığı bir erkekten aldığı ölüm tehditleri” sonrasında öldürülen Gülşah Aktürk.. Bu haberleri okuyup geçemeyiz, o kadın gencecik yaşında öldürüldü ama gözlerinin önünde kızlarını “bir cinayetle” kaybeden ailesi her gün ölüyor ve bu azapları yaşadıkça sürecek..
Tehditler nedeniyle mahkeme adama ‘6 ay yaklaşma yasağı’ koyduğuna göre şiddet kesinleşmiş. Ölüm tehdidi altındaki öğretmen ailesiyle (yaşadıkları paniği düşünün ki anne-baba kızlarıyla beraber çare bulmaya koşuyor) birlikte “koruma istemek üzere” Vali’yi görmeye gitmiş.
‘ÖLÜM HAK’MIŞ!
Olayı öldürülen Gülşah Aktürk dilekçesinde kendisi anlatıyor; Vali görüşmeyerek Vali Yardımcısı’na göndermiş. Vali Yardımcısı ise “En kötü ihtimal öleceğini (sanki bu ‘pek de kötü ihtimal değil’miş gibi, Allahım bize de sabır ver), ölümün hak olduğunu, istifa edebileceğini (saçmalığa, insafsızlığa bak), yanında biber gazı ile gezmesi gerektiğini” söylüyor.
Bu rezaletle yetinmiyor, sanki tanıştığınız anda karşınızdakinin geçmişini, geleceğini, neler yapabileceğini anlamak mümkünmüş gibi ve kendisinin insanları “seçimlerinden dolayı yargılama hakkı” varmış gibi; “Böyle abuk sabuk insanlarla arkadaş olan kızlarımızda hata” diyerek zaten baskı ve korku içindeki Gülşah öğretmeni suçluyor.
Bu laftan sonra “kocaları tarafından öldürülen kadınlar”a nasıl bir açıklama getirecek acaba? “Böyle abuk sabuk insanlarla evlenende kabahat” mi diyecek?
Gülşah Aktürk bakmış ki Ağrı’da korunamayacak kalkıp ailesinin yanına Konya’ya kaçmış ama caniden yine de kurtulamamış. Yazdığı dilekçede “görev yerinin değişmesini istediği, öldürülürse Van Valisi, Yardımcısı ve Van Milli Eğitim Müdürlüğü’nün sorumlu olduğu ve sanığın tutuklanmasını talep ettiği” de var.
Sonradan Van Valiliği “Gereken yapılmıştı, bazı basın organlarının Valiliği ve Milli Eğitim Müdürlüğü’nü zan altında bırakan açıklamaları doğru değildir” gibi bir açıklama yaptı, iyi de “öldürülen öğretmenin ‘gerekenin yapılmadığını anlatan’ dilekçesi” ortada, “gereken yapılmadığı için sonunda öldürüldüğü” de ortada, neyi anlatıyorsunuz?
Bu dehşet verici ihmal sonunda gencecik bir öğretmen hayatını kaybetti.. Milletvekili Fatma Salman’a gösterilen özen (ki “gereken” budur) aynı tehdit altındaki diğer kadınlara, ülkenin yetişmiş bir öğretmenine gösterilseydi, Gülşah Aktürk bugün hayatta, onu öldüreceğini açıkça söyleyen adam ise “en az 20 yıl hapis istemiyle” hapiste olurdu.
NEDEN KORUMA VERİLMEDİ?
Şimdi.. BİN TANE YAZILI AÇIKLAMA yapsalar da; kendilerine “öldürüleceğine dair dilekçe veren ve koruma talep eden” öğretmene acilen koruma vermeyen Van Valisi, Yardımcısı, durumu öncelikle bildiği halde öğretmeninden önce Valilikten bu yardımı istemeyerek kayıtsız kalan Milli Eğitim Müdürlüğü kesinlikle suçludur.
Gülşah Aktürk “ölümü halinde tazminat davası açmalarını” da ailesinden istemiş ve elbette aileye tazminat verilmelidir ama asıl “ceza davasını” devletin kendisi açmalı,ölen vatandaşının (hiç değilse öldükten sonra.. Yazmak bile feci) ve ailesinin hakkını korumalı ve sorumluların hepsini görevden almalıdır, devlete düşer bu görev!
‘KADINA ŞİDDET’E ORTAK..
Yapılmadığı takdirde evrensel hukuka göre devlet de suçu, sorumluluğu paylaşmış sayıldığı gibi, “kadına karşı şiddet, kadın cinayetleri ve diğer suçlar” konusunda bir daha devlet görevlilerinin konuşma hakkı da kalmaz. Öyle ya, bir yandan teşvik eder gibi “tüm suçluları serbest bırakan mahkemeler”, bir yandan “sorumluları koruyan devlet” dururken (çocuk tecavüzcüsü polisler de emniyet ilçe müdürü yapılıyor), “güvenlik butonu” gibi ölümü önlemeyecek tedbirler başlatmanın, şiddet merkezleri kurmanın ne yararı olacak?
Tehdit altındaki kadınlara derhal koruma verilmeli ve suçlular en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Başka çözümü yoktur bunun. Bakalım daha kaç yıl tekrarladıktan sonra yapacaklar!
Uzak Doğu’ya gittiğini bildiren Zülfü Livaneli’nin dünkü yazısının sonuna eklediği “Cuma günkü yazısı ile ilgili” not ne güzeldi.. “Bu yazıyı 25 yıldır değişik iktidarlar döneminde yazdığını ve hep birilerinin rahatsız olduğunu, asker idaresi altındayken de, Demirel, Özal, Ecevit, Yılmaz, Erbakan, Çiller dönemlerinde de durumun değişmediğini” söylüyordu..
Aydın-iktidar ilişkilerini irdelediği yazısı “aydınların her dönemde, bırakın hükümetleri kamuoyu baskılarına bile ‘muhalif’ kalmaları gerektiğini” anlatıyor, dünkü notun finali ise şöyle;
“Ne demiş Neyzen: Mesele; o iktidar bu iktidar, o aydın bu aydın değil, evrensel bir ilkedir: Aydın vicdanı muhalif olur. Uzak Doğu, Uzak Batı (!) her yerde böyledir bu.”
Pazar günü bir kanalda “benim kaldırılan TV programımın saatinde ve benzer bir isimle, benzer formatta” yayınlanan programı görünce “aydın vicdanı”nı düşündüm. Bırak muhalif olmayı; gerçeği, olup bitenleri aynen anlatanlar bile cezaya tabidir bizde.. Bu nedenle aydınlar pek aydın değiller artık, kendi diplerini aydınlatmayı tercih ediyorlar!
Yorum Gönder