Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi bir yazı kaleme aldı. Yazının başlığı şöyle; “Genelev Parasıyla Cami Yapılır mı?”
Bu soruyu soran Eygi şu argümanları öne sürdü;
“Devlet bugün resmen piyangoculuk, lotaryacılık, lotoculuk, totoculuk yapmakta ve bunlardan kazandığı haram parayı bütçesine katmaktadır. İçinde TC vesikalı sermayeler çalışan resmî, yasal genelevlerdeki seks ve fuhuş ticaretinden KDV ve gelir vergisi alınmakta ve bu paralar da bütçeye katılmaktadır. Acaba bu gibi paralarla cami yaptırmak caiz midir?”
Devletler “mescid yapamazlar.” Çünkü eline ne bulaştığı hiçbir zaman bilinemez.
Eygi’ye katıldığım temel nokta, devletin “mabed yapmaması gerekliliğidir.” Bunu, “kadınları metalaştırmayan ve bedenlerini satmaya zorlamayan bir toplumsal iklimin sonucu olan adil bir devlet dahi olsa” yapmamalıdır. Devletler, ibadethane yapamazlar. Çünkü Devlet, iktidar erkiyle yönlendirilir. Erki ele geçiren herkes, sosyolojik anlamda güçlü merkezler olarak algıladığı mescidleri yozlaştırmaya başlar. Bu yüzden, mescidi halk yapmalıdır. Kaderine halk karar vermelidir.
Devlet “yapımı denetleyebilir.” Teknik destek verebilir. İnşaat aşamasında “kum-çimento” gibi gereçleri makul fiyatlara temin etme olanağı sunabilir. Lakin Allah’ın evi dediğimiz merkezlerin, mutlaka ortak emeğin ürünü olması gerekir...
Türkiye’de devletin yönelimleri iktidar erkinin ve destekçilerinin yönelimi olarak görülür.Devlet cami de yapsa, cemevi de yapsa; mutlak anlamda “muktedir gücün güdümüne girmeye mahkumdur...”
Eygi’ye katılmadığım, katılmamaktan ziyade sığ bulduğum temel nokta ise şudur;
Bir ülkede “devletin fuhuştan vergi aldığını söyleyip, fuhuşu tepeden inmeci tutumla yasaklamak yerine, kadının bedenini metalaştıran ve bunu ücretle edinebileceğini düşünen “erk-ek” aklın bu hastalığından kurtulması gerekir. Acaba hangi sosyoloji, hangi eğilim bu yönelimi belirliyor? “Ücret karşılığı cinsi münasebet yaşama isteğinin altını dolduran hastalıklar nelerdir?” Bunlar çözümlemek gerekiyor kanımca...
Geçtiğimiz günlerde bir sohbet esnasında işitmiştim. “Türkiye’de 60bin kadın, fuhuş vesikası almak için başvuru yapmış!” Bizim mahallelerde “fuhuşa giden, kadını met’a görüp, ücrete mukabil münasebet peşinde koşan adamdan ziyade, bu iğrençliğe muhatap olacak kadar düşürülmüş kadın hedefte tutulur...” Erkekler asla kötü değildir. “Kötü kadın” kavramının psikolojisi bu ataerkil şizofrenidir.
Devlet, ibadethane “inşa etmek” yerine, insanların prangalardan arınacağı bir toplumun oluşması için çaba sarfetmelidir. “Ah ile elde edilen bir paradan, Hakk üzere bina dikilmez.” Zaten ibadethane yapmaması gereken devlet, bir de bu paralarla Camii yapıyorsa, eyvah ki ne eyvah!
Bir ülkede “Hayat kadını diye tabir edilen” kadınların varlığı bile, devletin zalim olduğuna delildir. Hiçbir kadın, kokuşmuş ihtirasların nefs tatmininden hoşnut değildir. Yani bu işi severek yapmamaktadır. Birilerinin bu yönde bir saha oluşturma çabasının sonucu olarak, bir sıkıntı yaşamaktadır...
Bu devletin utancıdır.
Ataerkil paradigmayı reddederek, alabildiğince eşitlik zemininde yeni bir toplumsal karakter üretmek gerekiyor. İnsanların “ekonomik zeminde hazperestleşmesi, ya da tüketim kültürüne adapte olması; kadınların erkekleri, erkeklerin de kadınları tüketmesinin temel nedenidir...”
O nedenle, kapitalist tüketim paradigmasını toplumsal tabana sırınga eden muktedir kavrayış, bu işin en büyük failidir. İktidar, “fuhuşa zorlanan her kadının” vebalini sırtında taşımaktadır. Büyün iktidarları topun ucuna götüren bu tür veballerdir...
İktidar şunu bilmeli; “bırak Camii yapmayı! Gölge etme, başka ihsan istemez...”
Camiyi millet yapar. Sen mazlumları kurtar...
Yorum Gönder