Silivri davalarının ana çerçevesi şöyle çizilebilir:
Bir hükümet icraatı!
Bu anlamda kamuoyunun
dikkatindeki davaların tümü planlanmış bir hedefin parçası. İddianamelerdeki suçlamaların büyük çoğunluğu, hiçbir sonuca ulaşmamış faaliyetlerden “üretilmiş”. Daha net ifadeyle, niyet okuma.
Kimi KCK sanıkları Ergenekon davasında tanık olarak dinlenmeye
başlayınca, KCK iddianamelerini de gözden geçirdim. Gördüm ki, o
iddianamelerde de birazcık sağduyu sahibi bir insanın kabul edemeyeceği,
“Bu kadarı da olmaz” diyeceği usulsüzlükler var. Hükümet önce, “Açılım yapıyoruz, özgürlükler genişliyor” demiş; sonra da “Bunlar özgürlük değil, suç” demiş, operasyon üzerine operasyon düzenlemiş.
Hukuku siyasal hedeflerin bir parçası haline getirince, ortada
hukuk diye bir şey kalmıyor; uygulama şekli, kuralları sürekli değişen,
ürkütücü, ne zaman kime zarar vereceği belli olmayan bir güç meydana
geliyor.
***
Ergenekon davasının, kamuoyu, özellikle de hukukçular katında
ayrıca önem kazanmasına neden olan başlıca unsur; Danıştay cinayeti.
Danıştay cinayetini ve bununla bağlantılı görülen Cumhuriyet’in
bombalanması olayını ayırdığınızda, Ergenekon davasında gerçekleşmiş
bir eylem kalmıyor. Bu nedenle Danıştay cinayetinin aydınlatılması çok
büyük önem taşıyor.
Daha önce Ankara’da görülmüş ve karara bağlanmış olan bu dava, Ergenekon davası içinde yeniden görülmeye başlandı. Danıştay cinayetini Ergenekon’a bağlayan tek ama tek unsur bir sanığın ifadesi. Ankara’da görülen davada ömür boyu hapis cezası alan sanık Osman Yıldırım, Ergenekon
savcılarına yeniden ifade veriyor, dava bu ifadeyle tümüyle yön
değiştiriyor. O nedenle bu ifadenin sağlam, güvenilir olması gerekiyor.
Ne var ki Yıldırım ifadesini en az 5 kez değiştiriyor. Yer teşhisi
yapamıyor.
Ergenekon davasının Danıştay bölümünde aynı kişi hem gizli hem
açık tanık, hem de sanık olarak yer alıyor. Gizli tanık açık kimliğiyle
ifade vermek istediğini söylüyor. Mahkeme kabul ediyor ama gizli tanığın
adının yazılmasını yasaklıyor.
Açık kimliğiyle ifade veren gizli tanık, kasım ayında dinlenirken daha farklı şeyler söylüyor.
Bütün bunlara karşın Danıştay cinayetini aydınlatmayıp, daha
varlığı bile kanıtlanmamış bir terör örgütünün faaliyetidir demek,
Danıştay cinayetini yargı eliyle bir kez daha işlemektir. Buna her
şeyden önce hukukçuların dur demesi gerekir. Süreç bugün kurgulandığı
gibi işlerse Danıştay cinayeti aydınlatılmış olmayacak, cinayetin
tetikçileri üzerinden bir hukuk kıyımı yaşanmış olacak.
***
Adalet Bakanlığı ise Silivri’de
görülmekte olan davalardan daha ileri bir tutum içinde. Davaların
birleştirilmesinde, iddianameler arasında özel köprüler kurulmasında
mahkemeleri de geçmiş durumda.
Salt bu tablo bile hükümetin davalardaki belirleyici rolünü ortaya koymaya yetiyor.
Adalet Bakanlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) giden Ergenekon sanıklarıyla ilgili savunmasında yine Danıştay cinayeti kadar vahim bir hukuk cinayeti işliyor.
Bakanlık, bu davaların ne kadar haklı olduğunu anlatmak için,
önce kamuoyunca bilinen tüm operasyonları alt alta yazıyor, içine
gazeteci Hrant Dink’ten rahip Santoro’ya kadar cinayetleri de koyuyor. Sonra şöyle devam ediyor:
“İşte bu sanık, yukarıda sıraladığımız olaylarla bağlantılı olarak yargılanmaktadır.”
AİHM yargıçları elbette böyle bir tablodan etkilenir, ayrıntılara ulaşması zorlaşır.
Kulağımıza, AİHM’nin, hükümetin bilgilendirmelerinden tatmin olmadığı, hatta ciddi ölçüde şüphe duyduğu, Türkiye’ye “hukuk güvenliği” en kötü ülke gözüyle baktığı haberleri geliyor.
Cinayetlerin en ağırı, hukuk eliyle işlenendir. Bunun,
kamuoyunun gözü önünde aleni olarak ve sistemli şekilde işlenmesinin ne
anlama geldiğini tarif etmek istemiyoruz!
13 Aralık’ta Ergenekon davasında 5 yıldır sürdürülen hukuksuz yargılamanın adı konacak.
Danıştay üyelerini, yargı mensuplarını, baroları, hukuk devleti
ilkesini benimsemiş herkesi, Danıştay cinayetinin bir kez daha
işlenmesi değil, bütün yönleriyle aydınlatılması için taraf olmaya,
talepkâr olmaya çağırıyoruz.
Yorum Gönder