Alın size demokrasi paradoksu! - Mehmet Faraç

Türkiye çok ilginç bir ülke... Fazla demokrasi mi var, yoksa demokrasi sıkıntısı mı yaşanıyor şeklinde düşündürücü bir ikilem sanırım herkesin kafasını yoruyor!..
Ya da demokrasi, onu “araç” olarak görenlere yarıyor da; asıl “demokrasi önderleri bunun ıstırabını çekiyor” diye de düşünebilirsiniz...
Demokrasi- siyaset ilişkisini irdelemeye çalışırken iki örnek ve bir düşündürücü sonuç da çıkıyor karşımıza...
Önce örnekler:
PKK 30 yıldır bu ülkede varlığını şiddetle göstermeye çalışıyor... Bu örgütün, oy oranı yüzde 6‘yı geçmeyen legal partisi neredeyse her gün ülke gündemini belirleyecek kadar da becerikli!..
İktidar da siyaset de medya da, yıllardır dayatılan kaotik gündemin peşinde yalpalayıp duruyor ama sonuç derseniz nafile!.. Çünkü “barış” ve “demokrasi” adına havanda su dövmekten ileri gidilemiyor!..
Demokrasi bu işte... Yalnızca çoğunluk rejimi değil, bizim gibi ülkelerde azınlığın çoğunluk üzerinde gündem yaratma yöntemine de hizmet ediyor demokrasi!..
Sırada ikinci örnek, Hizbullah var... Son 30 yıldır o da Türkiye’nin bir gerçeği...  O da hep şiddet ve terörle gündeme gelebildi...
İran’daki dinci darbeden esinlenen Nurcuların yapılandırdığı bu örgütün, 1990-1998 arasında PKK’ye karşı kullanıldığı da bir gerçek...
Dün bu köşede yazmıştık; işte 2000 yılında, İstanbul’daki bir çatışmada liderini kaybeden örgüt, 2003’ten bu yana farklı bir sivilleşme çizgisinde mücadele ediyor...
Hizbullah’ın, mezar evler ve faili meçhullerle kanlanan imajını düzeltmeye yönelik çalışmaları bitmiş olmalı ki, örgüt artık siyasete girmek istiyor...
Hizbullahçılar partilerinin adını tıpkı örgütün Türkçe isminden yani “Allah’ın Partisi”nden esinlenerek “HÜDA PAR” koyacaklarmış...
Kimileri daha on yıl öncesine kadar sokaklarda karşıt grupları, PKK’lıları hatta sıradan yurttaşları öldüren bir örgütün siyasallaşmasını da “demokrasinin gereği” sayabilir...
Hatta kimileri 40 bin kişinin ölümünden sorumlu olan “PKK parti kuruyor da, Hizbullah niçin kuramıyor” diye klasik bir soruyu da ortaya atabilir...
Ben bu tür soruları olağan karşılamakla birlikte, iki örnekten sonra çarpıcı ve düşündürücü bir sonucu da sorgulamak istiyorum... Aslında bir paradoksu da dışa vuruyor bu sonuç:
“Terör örgütleri”nin bile demokrasiyi kullanarak siyasal parti kurabildiği bir ülkede; “Atatürk’te birleştik”, “ülke bölünmesin, cumhuriyet elden gitmesin” diyen İşçi Partisi‘nin lideri Doğu Perinçek ile dava arkadaşları nasıl oluyor da “terörist” olarak suçlanabiliyor işte onu anlayamıyorum...
Bakar mısınız şu demokrasinin, birleşmek- bütünleşmek isteyenlerle parçalamak- bölmek isteyenlere yaptıklarına?..
Hizbullah’ın gizemi ve gücü!..
Hizbullah’ın partileşmeye çalıştığını duyduğumuzda, 2 Mayıs 2012 günü, bu köşede şunları yazmıştık:
“Belli ki, çok sayıda Hizbullah üst düzey yöneticisinin geçtiğimiz aylarda tutukluluk süreleri göz önüne alınarak salıverilmesi de, Hizbullah’ı siyasallaşma konusunda cesaretlendirdi...
Bir dönemin korku salan örgütü, şiddetin siyasallaşmaya başladığı Güneydoğu coğrafyasında PKK ve cemaatlerin gerisinde kalmak istemiyor...
Peki, Hizbullah da tıpkı PKK’nın uzantısı olan BDP gibi siyaset alanında bir atak yapabilir mi?.. Şüphesiz son 5 yıldır basın-yayın ve kültürel faaliyetlerle sosyal yardım çalışmaları yürüterek imaj yenileme çalışmaları yapan örgüt, Güneydoğu’nun muhafazakar yapısından yararlanmak istiyor.
Ancak HAK-PAR gibi hem Barzanici hem de Kürt İslamcı partilerin bile marjinal kalabildiği bir coğrafyada, Hizbullah’ın siyasi başarı elde etmesi şimdilik çok zor görünüyor.”
Radikal dinci terör örgütü Hizbullah’ın partileşmeye  çalışması, bir dönemin gizemli yapılanmasının belki çok merak edilen örgütlenme boyutlarını da deşifre edecek!..
Memlekette siyaseti, ekonomiyi yönetmeye çalışan tarikat ve cemaatler de partileşerek seçime girebilse de; herkesin boyu- posu ve en önemlisi gücü artık ortaya çıksa!..
Siyasetin dili neyin peşinde?
Siyasetin diline inanmıyorum... Doğrusunu isterseniz saygı da duymuyorum...
Nabza göre şerbet veren; kaygan, kaypak, iki yüzlü, rol yapan bir dildir bu!..
Türkiye’de toplum, siyasetçiye işte en çok bu dil kavgası ve kargaşası yüzünden inanmıyor... Siyasetçinin saygınlığını işte en çok bu duruş zedeliyor...
Umut vermeyen, çözüm üretemeyen, çare bulamayan, yol gösteremeyen, birleştirmeyen bir dil hakimdir siyasete...
Öfkeden rant elde etmeye çalışan; ürkütücü, dışlayıcı, kavga ettiren bir söylemin hakimiyet yarışıdır bu...
Siyaset Türkiye’de çözüm bulmak için yapılmıyor... Siyaset  çelişkilerden, laf yarıştırmaktan rant elde edenlerin mesleği haline gelmiş...
Kürsüye çıkanlar ürkütücü bir çehrenin ortasında,  ateşlemeye hazır fitilleri andıran bir dili kullanıyor... Peki ya sonuç; ülke sorunlarının aşılması açısından kocaman bir hiç!..
Dün Meclis’te her salı olduğu gibi partilerin grup toplantıları vardı... Acaba ne diyecekler diye bakmaya çalıştım...
Tüm parti liderlerinin konuşmalarını sabırla dinlemeye çalıştım ama nafile!.. Herkesin birbirini aşağıladığı, ittiği, hedef ettiği bir grup kaos!..
Konuşmaları, suçlamaları, karşılıklı saldırıları buraya yazmak bile istemiyorum... Çünkü tamamının içi boş, gereksiz söylem kargaşası!...
Çevredeki arkadaşların, dostların hatta bana ulaşan okurların ve izleyicilerin tepkilerine de bakıyorum, artık kimse grup toplantılarını falan izlemiyor... Toplum artık bu laf cambazlığı seanslarını sıkıcı ve itici buluyor...
Çünkü artık herkes anlıyor ki, TBMM’deki grup toplantıları, Türk siyasetçilerinin içlerini boşaltma, streslerini atma arenasına dönüşmüş... Yani kapasite bu işte demekten başka bir şey gelmiyor elimizden...
Ülke adına, çözüm bekleyen seçmen adına, umut besleyen millet adına kocaman bir yazık!..

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget