Ses veriniz Hilmi Bey! - Emin Çölaşan

Türk Ordusu'nun çok sayıda emekli ve muvazzaf komutanı Balyoz davasında yargılanıyor. Sayısı 200'ü aşan tutuklu var. Bunlar bir türlü bırakılmıyor.
Balyoz davasının ana nedenini biliyorsunuz. 2003 yılında İstanbul'da 1. Ordu Komutanlığı tarafından düzenlenen bir plan semineri toplantısı var. Yunanistan'la bir savaş çıktığı takdirde cephede ve içeride alınacak önlemler tartışılmış.
Bu resmi toplantı Genelkurmay Başkanlığı'nın emri ve bilgisiyle düzenleniyor ve çok sayıda subay katılıyor.
Sonra aradan yıllar geçiyor, günün birinde yandaş bir gazete bu olayı manşetten veriyor: "Darbe yapıp hükümeti devireceklerdi!.. Kendi jetlerimizi düşüreceklerdi!.. Fatih Camii'ni bombalayacaklardı!.." Soruşturma ve tutuklamalar bu haberle birlikte başlatıldı. Olayın aynntılarını ve davanın gelişmesini sizler de medyadan izliyorsunuz. O nedenle fazla ayrıntıya girmiyorum.
Şimdi bu davada ilgi nç bir gelişme oldu. 2 Mart günü mahkemede üç önemli tanık dinlenecek.
Genelkurmay eski başkanları Yaşar Büyükanıt ve ilker Başbuğ. Seminerde ikisi de yok. Ancak Başbuğ "Darbeci ve terörist" olduğu gerekçesiyle şimdi tutuklu .
Üçüncü tanık ise günümüzün Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu. Seminerde o da yok.
Her üçü de, o günkü görev ve konumlan nedeniyle tanıklık yapaçak. Ne söyleyeceklerini merakla bekleyeceğiz.
Ancak, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök beyefendinin bu konuda ne düşündüğünü bilen yok! Şimdi bir düşünün, o seminer bu beyefendinin bilgisi ve emriyle düzenleniyor. ' Ortaya çıkıp "Benden habersiz yapmışlar, o toplantıdan benim haberim yoktu" demesi mümkün değil.
Seminer tutanakları daha sonra kendisine iletiliyor. "Okudum, suç vardı" dese, niçin soruşturma açtırmadığı sorulacak. Böyle bir şey diyemiyor.
"Zamanım yoktu, okuyamadım ve ne olduğunu bilmiyorum" dese, görevi ihmal ettiği anlaşılacak. Öyle ya, Türkiye'nin en önemli Ordu Komutanlığı planlı seminer yapıyor ve onların komutanı olan Hilmi Bey, orada ne olduğunu bilmiyor! Çok komik olur yani! Peki ama ne yapıyor Hilmi Bey? İzmir Urla'daki konutunda sütre gerisine çekilmiş, olanı biteni izliyor. Onlarca silah arkadaşı tutuklanmış, sadece "Ben pişmiş ete soğan doğramam" gibi çok yakışık alan (!) sözler söylemekle yetiniyor.
Aslında Hilmi Bey, bu davanın baş aktörü olması gereken kişi. Ancak karışmıyor, kokmuyor ve bulaşmıyor.
Bundan epeyce önceydi. Savcılar izmir'e gidip kendisinin tanık kimliği ile ifadesine başvurdular. Ne söylediği asla bilinmiyor, sızmadı. Anlattıkları bir devlet sırrı olarak saklanıyor.
Peki ama mahkeme Büyükanıt, Başbuğ ve Kalyoncu paşaları şimdi tanık olarak çağırırken, acaba bu beyefendiyi niçin çağırmıyor? Mahkemenin bileceği iştir.
Madem mahkeme çağırmıyor, Hilmi Bey niçin ortaya çıkıp "Ben tanıklık yapacağım" diyemiyor?
Çıksın ortaya, tanıklık yapmaya talip olsun, çağırtsın kendisini Silivri'ye ve bildiklerini yargının ve silah arkadaşlarının önünde aslanlar gibi anlatsın.
Örneğin desin ki "Evet hakim bey, bunlar o toplantıda darbe hazırlığı yaptılar..." Ama o takdirde kendisine sorulacaktır: "Madem darbe yapacaktık, sen Genelkurmay Başkanı olarak ayakta mı uyuyordun? Görevini niçin yapmadın?.." Ya da desin ki "Benim emrim ve bilgimle yapılmış bir toplantıdır. Her aşamasını biliyorum, darbe düşüncesi falan asla yoktur. Silah arkadaşlanma iftira atılmıştır..."
Ben her konuda olduğu gibi "Askerlik, silah arkadaşlığı" kavramında da biraz olsun mertlik ararım. O makama yükselmiş bir komutanın da bir parça olsun mert ve yürekli olmasını beklerim.
Ancak, Tayyip'in "Hocam" diye hitap ettiği Hilmi Bey bu konuda hepimizi yanılttı. (Hangi anlamda "Hoca" olduğunu öğrenmemiz de pek mümkün olmadı, o da işin başka boyutudur!) Onun bu davranışlarını, özellikle sessizliğini ve ürkekliğini hayret ve ibretle izliyoruz.
Haydi Hilmi Bey, vakit henüz geçmedi.
Bir başvuruda bulunup tanık olmayı talep ediniz.
Bunu da istemiyorsanız, en kısa zamanda kamuoyunun önüne çıkıp, bildiklerinizi anlatınız. Suskunluğun, umursamazlığın bu kadarı çok ayıp oluyor.
Konuşunuz muhterem, hayatınızda bir kez olsun pişmiş ete soğan doğrayınız!

Hakan Şükür vak'ası

ESKİ futbolcu Hakan Şükür şu anda AKP İstanbul milletvekili. Kendisine "Bu konuda ne düşünüyorsun" diye sorulduğunda "Büyüklerim bilir" diyebilen çok saygın bir vatandaş! Gerçi Meclis toplantılarına katılmaya pek fırsat bulamıyormuş ama olsun varsın! O kadar kusur kadı kızında bile olur.
Önemli olan, yeni işvereni Lig tv'deki yorumculuk vaziyetlerini iyi ayarlayıp paralan cebe atması.
Bazılarına göre ayda 200, bazılarına göre 150 bîn Törkiş'lira.Böylesine acar ve çalışkan bir arkadaşa, milletvekili olarak almakta olduğu 11 bin lira maaş elbette yetmez. Tam bilemiyorum ama tahminimi söylüyorum: Son seçimden önce seçmenlerine ve partisine bu durumu herhalde bildirmiş, 'Bakın arkadaşlar, seçildiğim takdirde ben büyüklerim ne derse o doğrultuda oy kullanırım. Ayrıca televizyonda futbol yorumculuğu yaparım, mangırları cebe atarım' demiş olsa gerekir!
İşin şakası bir yana, bu nasıl iştir yaaa! Bu komediye dün TBMM Başkanlığı da yazılı bir açıklama yaparak katıldı. Bazı CHP milletvekilleri, Hakan Şükür olayından yola çıkarak Meclis Başkanlığına başvuruda bulunmuştu.
"Biz de okullarda ücretsiz öğretmenlik, hastanelerde ücretsiz doktorluk yapmak istiyoruz, izin verilmesi..." Tam bir komedi olan açıklama özetle şöyle: "Milletvekili, anayasanın 82. maddesi uyarınca ancak kamu kurumlarında ikinci bir görev üstlenemez. Muhalefet milletvekilleri " kamu okul ve hastanelerinde görev istemiştir.
Bu mümkün değildir.
Özel sektörde iş yapmak ise anayasa ve ilgili yasada yasaklanmamıştır." Yani Hakan'a diyorlar ki "Oğlum sen Meclis'e arada sırada uğrasan da olur. Sen bizim adamımızsın. Git, futbol yorumculuğuna devam et! Ayda 150'mi alırsın, 200'mü alırsın, Allah bereket versin, güle güle harca!" Harcasın da, o milletin bir vekili. Özel sektörden, yeni işvereni Lig tv'den aldığı parayı hiç değilse partisine ve seçmenlerine açıklasın.

İşin cılkı çıkıyor

BATMAN'da önceki gece düzenlenen toplantıya Maliye Bakanı (aynı zamanda İngiliz vatandaşı) Mehmet Şimşek, Vali, Başsavcı, Emniyet Müdürü falan tam kadro katıldılar. Toplantı, kadın polis memuru Bahar Gönen'in Kürtçe başlayıp Türkçe bitirdiği konuşmayla başladı. Öyle emir almıştı.
Sonra kürsüye çıkan Mehmet aynı şeyi yaptı, Kürtçe başladı ama -çok teşekkür ederiz (!)- Türkçe bitirdi.
Salonda Kürtçe şarkılar söylendi.
"Türkiye bölünmez" diyen saf vatandaşlara bu son olay örnek olsun. Türkiye elbette bir günde bölünmez! Bu işler yavaş yavaş olur.
Tohumlar atılır, sonra onlar yeşerir, meyve verir, işin cılkı çıkar ve hadise biter.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget