Öğretim Esnekliği
Türk devriminin en önemli ayaklarından biri olan öğretim birliğini ortadan kaldırmak, cumhuriyet felsefesine dönük kindarlığın son aşaması.
Bu çevçevede, eğitimin bilimsel bütünlüğünü bölecek yasa önerisi AKP tarafından TBMM gündemine taşındı bile .
Eski CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı'ya göre, önerinin yasalaşması durumunda, cumhuriyet öncesindeki dinsel-bilimsel ikili eğitim anlayışına dönülecek:
"öğrenciler zorunlu eğitimin üçte birini tamamladıktan sonra isterlerse Bakanlar Kurulu kararıyla örgün eğitimden ayrılıp açıköğretime geçebilecektir. Böylece ilköğretimin 4. sınıfından sonra isteyen öğrenciler Kuran kurslarına, imam hatip liselerine gidebilecek ya da
açıköğretimde sınavlara girerek evde oturabilecektir.''
Gazalcı,nın yaptığı yorumu, iktidar kanadı yalanlayamaz, çünkü bakanlığın cumhuriyetçi ilkelerini bir kararname ile kaldıran Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, asıl amacın öğretim birliğinin bozulması olduğunu Bugün gazetesine açıklamış bulunuyor:
"Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarıp kesintili hale getirmek, sistemi daha esnek bir yapıya kavuşturmak bize bir fırsat verecek. Herkese kendi isteğine bağlı, kendi kabiliyetlerine uygun ve kendi hayallerini gerçekleştirebilecekleri eğitim imkânlarını sunalım. Herkes kendi tercihini kendisi yapsın. Dindar insanların da tercih yapma hakkı var. Bir vatandaşımız çocuğunun hafız olarak ya da İslam ahlakıyla yetişmesini, ona dini bilgileri öğretmek istiyorsa herkese sunduğumuz fırsatı ona da sunabilmeliyiz."
Uygarlığıma yıkılıyor, bilesiniz....
Fortmatlıyız biz
Köy Enstitülü Mehmet Sazak öğretmen "Formatlıyız biz" diyor: "Bizleri çalışmaya, üretmeye, okumaya, yurt ve insan sevgisine, ulusal ve evrensel kültürü özümlemeye, olayları ve görüşleri sorgulamaya 'formatladılar.' Bunun içindir ki, biz Köy Enstitülüler, hiç yakınmadan, oflayıp puflamadan, ülkemizin 'kuş uçmaz, kervan geçmez' yörelerinde seve seve görevlerimizi yapmışızdır .
Şuanda 78yaşındayım. Çalışkan birisi olduğumu söyleyemem. Ama her gün, büyüklü küçüklü bir şeyler yapmakla sorumlu sayarım kendimi. Okuma, biraz yazma, ev ve çevrede onarım, bahçeyle, ağaçlarla, hayvanlarla uğraşmak, toplantılara katılma vb. Hiçbir şey yapmadığım zaman, içimde bir suçluluk duygusu oluşur. Kahvelerde, lokallerde oturmaktan sıkılınm... Daha önce düşünmemiştim ama şimdi bu özelliğilmin 'formatlanmaktan' kaynaklandığını düşünüyorum."
Bir de anısını aktardı Mehmet Sazak öğretmen:
"1959 yılında öğretmeni olduğum bir ilkokulu bitiren öğrencilerimden birisi çevrede açılan demircilik kursuna, birisi de Kuran kursuna gitmişlerdi. Birkaç ay sonra demircilik kursuna giden öğrencime rastladım. Demircilik konusunda bir şeyler öğrenip öğrenemediğini sordum, 'öğreniyorum, memnunun öğretmenim' dedi. 'Kuran kursuna giden arkadaşın nasıl?' diye sorduğumda da; 'öğretmenim o, bu dünya boş diyor' dedi. Beş yıllık ilköğretim sırasında, biraz düşünmeye, biraz doğadaki varlıkları görmeye, güzelliklerini algılamaya, biraz üretmeye 'formatlamaya' çalıştığımız bu öğrencimiz, iki ayda öte dünyaya formatlanmıştı."
Türkçe zulmü
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir. iki çocuğu kreşe başladıktan sonra kendisiyle tek kelime Kürtçe konuşmadıklarını, bunun bir zulüm olduğunu açıkladı.
Bu açıklamayı okuyan Doç. Dr. Aydın Fındıkçı, Baydemir'e bir mektup göndererek, yıllardır yaşadığı Almanya'da tanık olduklarını aktardı:
"Çocuklarınız nasıl Türkiye 'de doğdu ve Türk vatandaşı iseler, benim çocuklarım da Almanya'da doğdu ve Alman vatandaşıdırlar. Çocuklarınız kreşte nasıl Türkçe öğreniyorsa, benim çocuklarım da kreşte Almanca öğreniyorlar. Çocuklarınız sizinle evde nasıl Türkçe konuşuyorlarsa, benim çocuklarım da evde Almanca konuşuyorlar. Çocuklarımın evde ve kreşte Almanca konuşmaları, benim nazarımda bir zulüm değil, oysa sizin çocuklarınızın evde Türkçe konuşmalarını bir zulüm olarak yorumlamanız, hem kendi halkınıza, hem çocuklarınıza, hem de Türk-Kürt kardeşliği ve birliği için her türlü fedakârlığa katlanan milyonların sabır ve çabalarına yönelik zulümce bir girişimdir.
Siz ve çocuklarınız Türkiye dışında bir Ülkede yaşamaya kararlı iseniz, o zaman Türkçe öğrenme zorunluluğunuz elbette olamaz. İşte o zaman insan hakları gibi evrensel değerler ayaklar altına alınmış olur.
Almanlar bana. ‘Eğer çocukların Almanca öğrenmeyecekse, o zaman Almanya'da yaşamaları, burada aş ve iş sahibi olmaları mümkün değil' demekteler. Ben de kendilerine, bu bir zulümdür demiyorum, çünkü aksi takdirde Almanlar haklı olarak ‘O zulmü yaşamak zorunda değilsin, ülkeyi terk etmen yeterli' demekteler. Ama ben size, Türkiye'yi terk edin gibisinden manasız, ırkçı, şoven ve çağdışı bir talep sürmüyorum, çünkü Türkiye sizin ülkeniz ve siz o ülkenin yurttaşı olarak o ülkenin dilini konuşmak zorundasınız."
Yorum Gönder