Klasik bir giriş;
23 Ekim 2011 günlerden Pazar… Saat 13:41… Önce büyük bir uğultu ardından, insanın yüreğini titretircesine bir sarsıntı ve büyük bir toz bulutu…
Her şey saniyeler içinde gerçekleşti ve insanın aslında ne kadar aciz olduğunu da bir nevi Rabbim bizlere gösterdi. Ciğerimizden geçen her nefesinse bir ganimet olduğunu…
Evet, sevgili okuyucularım Erciş depremi… Çok uzun zaman geçti üzerinden, belki bu yazının da yeri ve zamanı değildi ama ancak yazıya dökebildim, malum askerlik...
Hani derler ya anlatılmaz yaşanır diye tam da o cinsten bir olay. Günlerce gazete ve televizyonlara konu olan, Türkiye’nin tek yürek oluşunu, gücünü duygulu gözlerle izlediğimiz büyük afet…
Gidene kadar adını sanını duymadığım Erciş; otobüsten indikten birkaç gün sonra dünya gündemine oturmuştu bile… Askerlik görevi nedeniyle yolumun düştüğü bu kente acılarımın, bunalımlarımın, çaresizliklerimin en büyüğünü sığdıracağım nerden aklıma gelebilirdi ki?
“Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır” buyurmuş Rabbimiz, hazırlıklarımızı tamamlamıştık, ertesi gün uzun bir aradan sonra çarşıya çıkacak olmanın sevinci vardı içimizde. Ama cumartesi akşamı gelen o emir yok mu? “Denetlemeden ötürü Pazar günü çarşılar iptal edilmiştir” emri… Ne yalan söyleyeyim çok sövmüştük. Oysaki bu şer’in içinde ne hayırlar gizliymiş sonradan anladık. Askerlerin gidebileceği, vakit geçirebileceği her bina yerle bir olmuştu.
Farkında mı değildik yaşadıklarımızın, ya da anlamaya vakit bile olamamıştı ondan mıydı amaçsız koşturmalar? İnsanların çığlıkları, çaresizlikleri bir yanda acı dolu haykırışlar, bir yanda sevdiğini kurtarmanın sevinç gözyaşları… Herkesin amacı aynıydı hayata tutunmaya çalışan bir kişiye dahi umut olabilmek onu yaşama bağlamak.
“Sesimi duyan var mı?” diye bağırıyor her köşede birileri… Cılız inlemeler ya da acı bir sessizlik…
Asker ağlıyor, nedenini soruyorum “kız kardeşi kayıp, enkaz altında…” Bu duygu yaşamayana nasıl tarif edebilir ki. Satırlar dolusu yazsam bunu okuyan dostum anlayabilir mi o çaresizliği? Birden kendi kardeşim gözümün önüne geliyor, dalıp gidiyorum ağlayarak, enkaz yığınlarına…
Resmi rakamlar… Bu rakamları oluşturan o resmi kurumlar gerçeğin ne kadar uzağında. Ölü sayısı 600 bilmem kaç diyor gazetelerde, televizyonlarda ama resmi rakam bu tabii ki, peki ya gerçeği?
Çoğunluğun fikri mi? Sır vermek gibi oluyor ama “ iyi olmuş” diyenler de var. Yardıma gelen askere kurşun sıkanlar, şoförleri öldürüp tırları yağmalayanlar, gelen yardımları ilk elden direk dağda ki bebek katillerine ulaştıranlar… Bunları göz ardı etmiyorum ama yine de iki gün sonra sağ çıkarılan iki haftalık Azra’yı görünce, 5 gün sonra kurtarılan Emrullah’ı helikoptere bindirirken ki o sevinç yapılan tüm kahpelikleri unutturuyor…
Tabii ki şimdi anlı şanlı medyamıza baktığınız zaman hayat orda normale dönmüş, herkes sıcacık ortamlarda dost sohbetlerinde şen kahkahalar atıyor. Ama gerçek o kadar acı ki… Yüz binlerce insan çadırlara mahkûm, birkaç metrekarelik alanlar da banyosu, tuvaleti olmayan mekânlarda son 165 yılın en ağır kış şartları altında hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Rabbim bizleri bağışladı, ölenlere ise rahmet diliyorum. Şu an o zor şartlarda yaşamaya çalışan insanlara ise Allah yardım diliyorum.
Ömer YILDIZ ( Yazıları Facebook’tan takip etmek için : http://www.facebook.com/mryldz46 )
Mail adresi: mr_yldz@hotmail.com
Yorum Gönder