Niçin ezik, haklarını, özgürlüğünü dahi koruyamayan, iktidarı ele geçirenlerin çizdiği yazgıya boyun eğen, geleceğe korku ile bakan, ama tepki vermeyen, suskun bir toplumuz? Sorunun en özlü yanıtını Nâzım Hikmet'i Nâzım Hikmet yapan şiirlerinde buluruz. İnsanı tanımlayan şiirini anımsatayım:
Akrep gibisin kardeşim,/ korkak bir karanlık içindesin akrep gibi./ Serçe gibisin kardeşim,/ serçenin telaşı içindesin./ Midye gibisin kardeşim,/midye gibi kapalı rahat./ Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim./ Bir değil, beş değil/ yüz milyonlarsın maalesef./ Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını/ sürüye katılıverirsin hemen/ ve adeta mağrur koşarsın salhaneye./ Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,/ hani şu derya içre olup/ deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf./ Ve bu dünyada bu zulüm/ senin sayende./ Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğeri ve hâlâ şarabımızı,/ vermek için üzüm gibi eziliyorsak,/ kabahat senin -demeğe de dilim varmıyor ama-/ kabahatin çoğu senin, canım kardeşim."
Nâzım'ın şiirinden sonra bu konuda yazmak anlamsızlaşır, etkiyi azaltır, kaliteyi düşürür, yakışık da almaz ama gözlemlerimi aktarayım .
***
İnsanların çok önemli bir bölümü kötü değildir, kendi ölçüleri içinde düzgün davranırlar. Tabii sahtekârları, düzenbazları, elezer, sadistleri, çıkarcıları, istismarcıları, megalomanları, Narsisistleri, insanları karanlıkta bırakmaya çalışanları, aydınlanmayı engelleyenleri ayrı tutmak gerekir. Bu kişiler çoğunlukta olmamakla beraber, tersine ayrım, negatif seleksiyon, kötünün iyiyi dışlaması süreci sonucu genelde topluma egemendirler. Çoğunluk için 'sessiz çoğunluk' tanısı yerindedir. Gerçekten insanların çoğu olayların gidişindeki vahameti, haksızlıkları görseler de tepki vermezler. Ürkerler, kendi ufak dünyalarına zarar gelir korkusuna kapılırlar. İşten atılmak, dışlanmak, kovuşturmaya uğramak, cezalandırılmak gibi kaygılarla yaşarlar. Yılanın kendilerini sokmayacağı beklentisiyle ses çıkarmazlar, tepki verseler zifosun kendilerine de : sıçrayabileceği kaygısını taşırlar. Kovuşturmalarla, ceza tehdidi ile, tutuklamalarla, aşırı güç kullanımı ile astında sessiz çoğunluğa korku salınmaktadır. Korkunun ecele faydasının olmadığının bilinmesine karşın, çoğunluk korku ile kaçınılmaz sonucu bekler. Yazgıyı değiştirebilecek bir girişim yapmaz. Toplum yararına bir şeyler yapmaya çalışanlar da desteklenmez, hatta onlarla birlikte gözükmekten bile kaçınılır. Sesi biraz yüksek çıkanlara "Aman zifosa taş atma, başına çorap örerler" şeklinde uyanlarda bulunurlar. Yeri geldikçe takıyye de yaparlar, "polise, yargıya güvenimiz tamdır" sloganını yinelerler.
***
Bu koşullarda bile yaşam değerli ise Tanrı'ya, Yaradan'a çok şükür ki yaşama değer katan bilginler, sanatçılar, toplum savaşçıları yeryüzüne gelmiş. Eğer bugünkü düzenden rahatsız isek, kaygı duyuyorsak, bir şekilde tepki vermemiz gerekir. İnsana yaraşır, insan onuruna, saygınlığına yakışır bir yaşam sürdürmek istiyorsak, özveride bulunmamız, asgari ölçüde de olsa cesaret göstermemiz gerekir. Başkalar? bizim için çalışsın, savaşım versin, biz kendimizi emniyete alalım kolaycılığından kaçınmamız gerekir. Bırakınız yürüyüş yapmayı, pankart açmayı, TV'lerde iktidar yalakalığı yapanlara bir tavır koyamıyorsak, belli dergi ve gazeteleri almaktan korkuyorsak veya birkaç liramıza kıyamıyorsak, eğitim alanında ciddi savaşım veren demeklere yardımdan kaçınıyorsak, düzenin nasıl düzelmesini isteyebilir, nasıl haklarımızı koruyabiliriz?
Şarlatanlarla, ağzı kalabalıklarla, kişisel çıkar peşinde koşanlarla, kamu bütçesinden maaş-ücret almasına karşın kamuya hizmet vermeyenlerle, yanıltıcı etiket taşıyanlarla, ayrımcılarla, keyfi, isteğince uygulama yapanlarla, kamu görevini kötüye kullananlarla ciddi bir savaşım vermemiz gerekiyor. Korku ile pusarak, ödün üstüne ödün vererek, güçlü gördüklerimizin hışmından ürkerek insanca yaşayamayız. En azından salhaneye koşarak giden, celebin sopasından korkan koyundan bir farkımız olmalı.
Yorum Gönder