28 Şubat - Emin Çölaşan

SEVGİLİ okuyucularım, ortalıkta bir 28 Şubat tantanası sürüp gidiyor. Yıldönümü geldi ve geçecek ama bu tantana sürüp gidecek. Yandaş medya –ki artık medyanın çok büyük çoğunluğunu oluşturuyor- bu fırsatı dibine kadar kullanıp sömürmeyi sürdürüyor ve sürdürecek.
28 Şubat olayı bundan tam 15 yıl önce bugün gerçekleşti. Ancak bir günlük bir olay değildi. Öncesi vardı, sonrasını da hep birlikte yaşadık.
28 Şubat 1997 günü Milli Güvenlik Kurulu toplandı. MGK o sırada askerlerin sözünün geçtiği bir kuruldu. Henüz bugünkü gibi iktidar çoğunluğuna devredilmiş değildi. O gün yapılan toplantıda önemli kararlar alındı ve bu kararların hükümete bildirilmesine, gereğinin hükümet tarafından yapılmasına karar verildi. Özeti:
“Şeriat hukukuna dayalı din devleti kurma çabaları yoğunlaşmıştı. Anayasa ilkeleri çiğneniyordu. O ilkelerden vazgeçilemezdi.”
O günkü tabloyu size kısaca anımsatayım. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Başbakan Necmettin Erbakan. Başbakan yardımcısı Tansu Çiller .
Yani Türkiye, adına Refahyol denilen hilkat garibesi bir koalisyon tarafından yönetiliyor. Büyük ortak, irtica nedeniyle sonradan Anayasa mahkemesi tarafından kapatılan Refah Partisi. İkincisi ise Doğruyol Partisi.
Küçük parti büyüğün çizgisine girmiş, ülkedeki tehlikeli gidişi bir türlü görmek istemiyor .
Bu sırada Türkiye’de korkunç olaylar oluyor. Kuran kursları yayılıyor, cami önlerinde şeriat gösterileri yapılıyor. Ankara’da İran büyükelçisinin katıldığı törenler düzenlenip orada da şeriat gösterileri düzenleniyor. Erbakan tarafından Başbakanlık konutuna çağrılan sakallı, cüppeli, takkeli ve sarıklı tarikat şeyhleri orada ağırlanıyor, anayasanın vazgeçilmez kuralı olan laik devlet ilkesi ayaklar altında paspas gibi çiğneniyor.
***
O günleri yaşayanlar biliyor. Bu gidişe Cumhurbaşkanı Demirel kadar iktidar ortağı DYP’nin çok sayıda milletvekili ve komutanlar da karşı. Ancak kimsenin elinden bir şey gelmiyor…
Ve 28 Şubat günü yapılan MGK toplantısında sert kararlar alınıyor, bunların hükümete tavsiye edilmesine karar veriliyor.
İşin ilginç yanı şurada: Kararlara karşı çıktığını iddia eden Necmettin Erbakan da bunları imzalıyor! Erbakan, 14 mart 1997 tarihli yazısıyla kararların yerine getirilmesini ve kendisine bilgi verilmesini bütün bakanlıklardan istiyor. Sonra kararları bütün hükümet üyeleri imzalıyor.
Erbakan ve Çiller dahil hiçbir hükümet üyesi mertlik gösterip istifa etmiyor, edemiyor!
Aradan epey bir süre geçiyor, istifa eden yok! Ancak ülkede kargaşa sürüp gidiyor.
Bir sabah, şeriat gösterilerinin yapıldığı Sincan’da tanklar yürüyor.
Bu aşamada dikkat edilmesi gereken bir şey var:
Ortalıkta darbe falan yok. Ancak askerler, 28 Şubat kararları uygulanmadığı takdirde, gerekirse silah kullanacaklarını açıklıyor.
Sonuçta bu hükümet yaklaşık dört ay daha görevde kaldı ve Başbakan Necmettin Erbakan istifa etmek zorunda kaldı. Yerini Tansu Çiller’e bırakmak için ısrarlıydı. Ancak Cumhurbaşkanı Demirel bunu yemedi ve hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi.
***
28 Şubat sürecinde hükümette olan, ancak istifa etmeyen, ya da alınan kararlara tepki göstermeyen kişilerden bazıları vefat edip öteki aleme göçtüler, bazıları artık kendi köşelerinde.
O gün hükümette olan ve bugün siyaset yapan sadece dört kişi var:
Dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan.
Dönemin İçişleri Bakanı Meral Şener.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam…
Ve dönemin Devlet Bakanı, hükümet sözcüsü Abdullah Gül.
İlk ikisi, görevleri gereği Milli Güvenlik Kurulu üyesi idi. Dolayısıyla, alınan kararlarda imzaları var. Abdullah Gül kurul üyesi değildi ve bu nedenle imzası yok. Ancak bu kararları içeren Bakanlar Kurulu kararını aynen imzaladı.
Turhan Tayan şimdi CHP milletvekili.
Meral Akşener şimdi MHP milletvekili ve partisinin Meclis Başkanvekili. Tahmin ediyorum, bu iki isim de o kararların alınması gerektiğine inanıyordu ve seve seve imzaladılar.
Mehmet Sağlam şimdi AKP milletvekili, partisinin Meclis Grup Başkanvekili. O dönemde eğitimin yozlaşmasının ve irticaya yöneltilmesinin baş sorumlularından biri.
(Buraya bir de Tansu Çiller’i eklemek gerek. O dönemi bire bir yaşadığı halde, ağzını açıp bir tek kelime bile söylemiyor!)
Abdullah Gül’ün hangi makamda olduğunu söylemeye gerek yok!
Bu dört isim bu konuda -her nedense- konuşmak istemiyor. Büyük bir suskunluğa bürünmüş durumdalar.
***
Peki ama özellikle Abdullah Bey niçin suskun kalıyor? O dönemde Refah’ın Devlet Bakanı olarak görev yapmış, 28 Şubat kararlarının altına kapı gibi imzasını atmış.
Hepsiyle birlikte, bu kararlar kendisine tebliğ edildiği zaman, istifa etmeyi düşünmemiş!
“Bu kararları askerler bize zorla imzalattı. Kandırıldım, korkudan imzalamak zorunda kaldım” gibi bir açıklamasına bugüne kadar hiç tanık olmadık!
Mehmet Sağlam da öyle.
Zorla imzalamadıklarına göre, demek ki kandırılmadılar. Kendi özgür iradeleri ile imzalarını attılar.
Bu siyasetçilerin hiç değilse şimdi ortaya çıkıp geçmişteki bu davranışlarının hesabını vermeleri gerekmez mi?..Bu kararları nasıl sineye çekip imzaladıklarını, niçin istifa etmeyi düşünmediklerini açıklamaları gerekmez mi?..
***
Sevgili okuyucularım, 28 Şubat öncesi, Türkiye’nin en karanlık, korkutucu dönemlerinden biridir. Eğer alınan o kararlar olmasaydı, Türkiye bir yangın yerine dönecekti. Şeriat gösterileri yurdun dört bir yanına yayılmıştı. Ömrü boyunca ilk kez Başbakanlık makamını ele geçiren Erbakan ve onun yanındaki Tansu Çiller, sırf makamda kalabilmek uğruna bu gidişe çanak tutuyor, görmezden geliyorlardı.
Siz bu yandaş AKP medyasının tek taraflı propagandasına, beyin yıkama çabalarına bakmayın.
Keşke fırsatınız olsa da, adına Refahyol denilen o hilkat garibesi hükümet döneminde sergilenen şeriat olaylarını o günkü gazetelerden izleyebilseniz.
Türkiye 28 Şubat’a boşuna gelmedi. Türkiye’yi oraya o hükümet getirdi ve sorumlusu onlardır.
***
İktidar yandaşları şimdi o dönemin de hesabının sorulması gerektiğini savunuyor. Tek hedef, dönemin komutanları. Ancak burada akıllara bazı sorular geliyor:
1- Türkiye Refahyol iktidarı tarafından nereye sürükleniyordu? Toplumda kanlı çatışmalara doğru bir gidiş yok muydu?
2- O günkü iktidarın tüm bakanları tarafından imzalanıp yürürlüğe sokulan 28 Şubat kararları anayasamız, yasalarımız ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine aykırı mıydı?
3- Ankara’daki özel yetkili savcılık o süreçle ilgili soruşturma başlatmış. Komutanların ifadesi alınacak ve bazıları belki tutuklanacakmış. Gerek MGK toplantısı ve gerekse hükümet kararlarında imzası bulunan Abdullah Gül (makamı gereği şimdi sorumsuzdur), Turhan Tayan, Meral Akşener, Mehmet Sağlam ve hayatta olan ötekilerden de (Tansu Çiller, Şevket Kazan, Recai Kutan vb.) hesap sorulması gerekmez mi?
4- 28 Şubat madem yasal değildi, darbe girişimiydi, biri bile niçin istifa etmedi?
Hiç kuşkunuz olmasın, bu sorulara hiçbir zaman yanıt verilmeyecektir!
***
Emin Çölaşan’ın notu: Nazlı Ilıcak dünkü yazısında bir kocaman yalan daha üretmiş. Ancak ben ona belden aşağı vurmayacağım!..Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın o meşhur “Sözde değil özde laik bir cumhurbaşkanı istiyoruz” cümlesini benim bir sorum üzerine söylediğini iddia ediyor.
Bu yalanını kanıtlamasını bekliyorum. Aksi takdirde bana bir özür borcu olacaktır.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget