Yeter, Şu Sosyal Medyayı Abartmayın! - Işıl Özgentürk

Şu sosyal medyanın abartılması işinden bıktım, neyse ki her şey kendi karşı tezini geliştirdiğinden dünyada sosyal medyada değil, hayatın içinde olma isteği gittikçe güçleniyor. İçe dönüklüğün, az arkadaşı olmanın, kitap okumanın erdemlerinden söz eden kitaplar yazılmaya başlandı. Ayrıca en ünlü kişiler bile internette kendilerini sildiriyorlar. Yeter, duygularımın ve yaptıklarımın çırılçıplak herkesin bilgisine sunulmasını istemiyorum!
Ne yazık ki bizde her durum fazlasıyla abartıldığı için, bir sosyal medya hayranlığıdır gidiyor. Genel kanıya göre sosyal medyada yoksan yoksun, olanlara ne oluyor ki....
"A şekerim sen de çok asosyal bir tipsin!" "Öyleyim var mı bir diyeceğiniz!"
Bu arada da merak ediyorum; ellerinde sürekli cep telefonları, mesaj yazanlar sosyalleşmek adına sosyal medyadaki arkadaşlarına neler söylüyor?
Takıldım ya, ben çekerim; uçaktayım, yanımdaki genç adam telefonuyla sürekli bir şeyler yazıyor, anonsa rağmen yazmaya devam ediyor, uyarıyorum. Uykudan uyanmış gibi yüzüme bakıyor ve cep telefonunu kapatıyor .
Şeytan dürtüyor, sosyalleşmeye karar veriyorum, genç adamla sohbet etmeye başlıyorum. İşini soruyorum ve hiç çekinmeden neden yirmi dakika bekleyen bir uçağın içinde sürekli mesaj geçtiğini öğrenmek istiyorum. Bir hastası mı var, çok önemli bir toplantısı mı var?
Hayır hiçbiri değil, arkadaşlarına uçağın içinde yirmi dakika beklediğini anlatıyor. Vay canına, işim bu ya, "Size çok mu sıkıntı bastı, bir destek mi almaya çalışıyorsunuz" diye soruyorum. "Hayır," diyor "can sıkıntısı". Yaşıma güveniyorum ya, devam ediyorum: "Bari sevgilinize bir şey yazsaydınız, bildiğiniz bir şiirden bir dize ya da onun şimdiye kadar duymadığı ' bir sözcük." Genç adam hayretle bana bakıyor, içinden "kadın biraz üşütmüş" diye geçirdiğine eminim, ama samimi "Ben şiir bilmem" diyor. Ben de artık susuyorum.
Bir üniversitedeyim, yaklaşık altmış kişilik genç bir gruba konuşuyorum. Söze "Bugün kaç kişi gazete okudu?" diye başlıyorum, utana sıkıla üç el kalkıyor. "Yani hepinizin bilgisayarı var, oradan da mı okumadınız?" Derin bir suskunluk. "Peki" diyorum, "siz bu internette ne yapıyorsunuz?" Samimi biri ayağa kalkıyor; "Hocam" diyor, "bizde geyik muhabbetinden başka bir şey yok! "Ne yani," diyorum, "ne zaman tuvalete gittiğinizi de mi yazıyorsunuz?" Kimsede ses yok .
Atölye öğrencilerimden iyi para kazanan, cıvıl cıvıl bir genç kız, geniş bir masa toplantısında Yunanlı bir arkadaşıyla yaşadığı bir aşkı anlatıyor gözleri pırıl pırıl parlayarak. Neredeyse dört yıl süren bir ilişki bu. Hepimiz erkek tarafının doğum günlerini unutmamasını, pek bir güzel buluyoruz. Adamın gittiği her yerden kızı aramasını da.
Bir ara biri akıl edip soruyor: "Bu adam devamlı Avrupa'nın çeşitli kentlerinde geziyor, sen burada çalışıyorsun, nasıl görüşüyorsunuz?" Aşkın kahramanı kızımız yanıt veriyor:
"Bütün ilişkimiz sadece üç aydı, gerisi hep internetten. " Ben suskunum, birilerinin bir söz etmesini bekliyorum. Neyse ki birileri "Yazık" diyor, "bu da bir internet aşkı, yok gibi bir Şey."
Ahmet yirmi beş yaşında, mühendis olacak. Bilgisayarın başında oturup her gün Türkiye gündemine dair düşündüklerini yazıyor. Yazdıkları doğru şeyler, mühendis olduğu için işe matematik açısından bakıyor ve şöyle diyor: "Bir ülkede vergi kaçıranlar bu kadar çoksa, iktidardan hesap soranların sayısı da o kadar azdır. Çünkü vergi kaçıranlar gizlice bilirler ki iktidarın ortaklarıdırlar."
Tümüyle katıldığım bir düşünce, ama Ahmet her gün bunları yazar, sokağa çıkmaz, sosyal medyası ona yetiyor .
Bu örnekleri daha çoğaltabilirim, bazı köşe yazarlarının bu sosyal medya işini abarttığını da görüyorum, böylece derinlemesine değil, her alanda yüzeysel düşünen, vasat bir Türkiye yaratılıyor. Belki de istenen bu.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget