Yukarıdaki sözü, ünlü yazarımız Aziz Nesin hafızalarımıza kazıdı.
Nesin usta’nın “Zübük” adlı mizahi muhalefet gazetesi’nin alt başlığında “İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış” yazılıydı.
Daha altta da başlığımızda yer alan söz vardı:
“Ne sağcıyız ne solcu futbolcuyuz futbolcu”
Bu son cümle, toplumun kendi dertleriyle ilgilenmemesi ile adeta dalga geçiyor ve “İşimiz gücümüz futbol, gerisi bizi ilgilendirmiyor; hele siyaset hiç…” gibi bir anlamda toplumun kendi konularına duyarsızlığı hicvediliyordu .
Futbolun siyasetçilerin elinde halkı oyalayacak bir araç haline getirildiğini doğrulayan bir başka ünlü söz de, 1926-1968 yılları arasında Portekizi yöneten faşist General Antonio Salazar tarafından söylendi.
Şöyle diyordu Diktatör Salazar:
“Şu futbol olmasaydı ben Portekiz’i yönetemezdim.
Futbol gerçekten kitleleri siyasete sokmadan, daha doğrusu topluma kendi dertlerini düşündürtmeden idare edebilmenin en kolay yolu mudur?
Bilemem.
Ama diyelim ki toplumun başını döndürecek dozda verildiğinde “evet”…
Peki bu yol bir toplumu sürekli olarak siyaset dışı tutmaya yetebilir mi?
Siyaseti, toplumların kaderini belirlemede rol alma, bu yönde etkinliklerde bulunma olarak tanımlarsak; bir “homo ekonomikus” yani kendi çıkarını düşünen yaratık olarak insanların siyasetle ilgilenmelerinden doğal bir şey olamaz.
Bu gün karnının neyle doyacağını, birileri refah içinde yüzerken kendi payına neyin düştüğünü, yarın geçiminin nasıl sağlanacağını merak etmesi gereken insanoğlu, kendisinin önüne geçip de “sen o işleri bana bırak, gerisini merak etme” diyenlere tabii ki “iyi de söyle bakalım, peki benim karnım nasıl doyacak” diye onların ağızlarındaki ve kafalarındaki modeli soracaktır.
Siyaset de zaten bu değil midir?
Durum böyle olmasına karşın, halkın refahını sağlamayı taahhüt etmiş olan iktidar siyasetçileri bu sorgulamalardan pek hoşlanmaz, o konuları halkın gündeminden çıkarmak isterler.
İsterler ki halk ne yapıldığını sorgulamasın, nasıl yapıldığını, işin nereye varacağını merak etmesin ve hatta sıkıntı içinde yüzse bile bu sıkıntısını başka bir “meşgale” ile gidersin, sıkıntısını başka nedenlere yorsun.
Bu neyle yapılabilir?
Durumundan rahatsız olan geniş kitleleri kendi sorunlarından uzak tutmaya, gündem saptırmaya, onları başka şeylerle oyalamaya yarayan araçlardan en bilineni futboldur.
Özellikle de gençler için.
Bir spor olarak tabii ki yararı tartışılamayan, mutlaka olması gereken bu dal, ne yazık ki siyasiler tarafından asıl amacından farklı bir biçimde ve halkın, özellikle de gelecek endişesi içinde bunalan gençlerin gündemini değiştirmeye yarayan bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır.
Ne yazık ki güncel siyaset, saf futbolun içine girip onu istediği yönlerde kullanarak temiz bir spor etkinliği olmaktan çıkarıp insanları günlük sorunlarından ve dolayısıyla siyasetten isteyeceklerinden uzaklaştırma aracı haline getirmiştir.
İktidarlar, ne zaman başarısız olup halkın tepkisini çekseler, insanların genel huzursuzluklarının gazını almak için onların önlerine hemen futbolu koymuşlardır.
Bunun böyle olup olmadığını tartışmak isteyenler bizdeki büyük şehirlerin yerel yönetimlerinin ve merkezi hükümetin bu konuya ne kadar da yoğun olan ilgilerine bakarak bir fikir sahibi olabilirler.
Ne var ki hayatımızda insanların kendi yaşamlarıyla ilgili sorunlarını bir an için unutmaları, bu sorunları ortadan kaldırmaya yetmemekte, hatta bu ertelemeler onların günden güne daha da şiddetlenerek üzerimize gelmesine ve sonuçta toplumsal gerilmelere yol açmaktadır.
Çünkü zihin bir süre ihmal etse de bir maçtan bir maça günler günleri kovalarken insanların karnı acıkmakta, sırtları üşümekte, yaşayabilmek için ceplerine para girmesi, bunun için de iş sahibi olmaları gerekmektedir.
İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik…
Bunları çözemeyen, çözemediği için de hınçlanan insanlar sonunda ne yapacaklardır?
Futbol maçları öncesi ve sonrasında yaşanan büyük kavgalar ve protestolar aslında bu gizlenmiş ve boşalması ötelenmiş gerilimin sonucudur.
Tribünlerdeki o gerilim, maçın heyecanıyla birleşince tabii ki ortaya patlamaya hazır bir bomba çıkacaktır.
Bazen bir seyircinin küfürü, bir oyuncunun tribünlere karşı yaptığı hareket, hakemin ya da rakip takım yöneticisinin tavrı, ortalığı ansızın harp alanına döndürüvermektedir.
Görünüşteki sebep her zaman bunlardan biridir ama onun altında hep, insanların giderilememiş temel ihtiyaçları ve bunlardan kaynaklanan sorunların gerginliği vardır.
Kabağın futbolla ilgililerden kimin başına patlayacağı ise sadece o andaki tesadüflere bağlıdır.
***
Toplumdaki huzur ve refahın sorumlusu siyasilerdir.
Getirilemeyen huzurdan, sağlanamayan refahtan kaynaklanan bu huzursuzluk bir süre için statlara hapsediliyorsa, toplumun geleceklerinden en endişeli olan kesimleri stadyumlara dolduruluyorsa, son noktasına dayanan hıncın ilk kıvılcımının da buralardan çakması kadar doğal bir şey olabilir mi?
Dikkat edilirse, bu konuyu biraz bilen siyasetçiler daha siyasetin ilk adımlarını atarken bile futbol konusunda tarafsızlıklarını ilan ederler.
“Ben milli takımdan yanayım” “iyi oynayan kazansın” derler.
Çünkü hesap ederler ki; toplumsal rahatsızlıkların üzerini örtmek, insanların öfkesinin gazını o meşin yuvarlakla almak konusundaki gayretler bir yerde ani tepkilere dönüşebilir.
Ani gelişen ve hedefi her an sapabilen bu tepkinin hedefinde olmamakta yarar vardır.
***
Geçtiğimiz günlerde yeni açılan statta yaşanan olaya bu açıdan bakarsanız, dışa vurulan tepkinin çok da tertip olmadığı, toplumun derinliklerinden gelen bir yer sarsıntısı olduğu konusundaki düşünceme katılabilir, hatta onu daha da ileri analizlere götürebilirsiniz.
Örneğin, bir düşünün bakalım;
İşsizliğin yıllardır çözülememesiyle kimi kesimler için artık açlık aşamasına dönüştüğü, işçinin geçinemediği, emeklinin çaresiz kaldığı bu günün Türkiye’sinde, bu öncelikleri ihmal etmek bahasına statları giderek büyüttükçe acaba içinde yaşadığı koşullara tepkili daha çok insanı bir araya getirip ileride daha büyük toplu tepkilere de zemin hazırlamıyor muyuz?
Yorum Gönder