Silivri Hapishanesi’nde Yaşam

Şu Metris,in İçi
6 Mart 2009 Cuma günü saat 13.30 sıralarında Metris Hapishanesi T-24 hücresine konulduğumda evden ayrılalı 30 saat olmuştu.
Otuz saat sonra ayakkabımı çıkarıp üzerimdekilerle yatağa uzandım.
Uykusuz, ayakta, arada abur cubur bir şeyler yemelerle polis-savcı-yargıç üçgeninde geçen 30 saat.
5 Mart Perşembe sabahı iki polis kapıma dayandığında sordum:
“Bu bir gözaltı mı?”
- Öyle değil.
“Ne peki?”
- Sizi alıp Emniyet'e götüreceğiz. Oradan İstanbul'a... Ek ifadeniz alınacak.
06.00 sıralarında Yemen türküsüyle uyuttuğum 9.5 aylık oğlumu uyandırmadan öptüm. Kızımı okul saati yaklaştığı için uyandırdım. Öptüm, "İstanbul'a gidiyorum, döneceğim," dedim.
Polis zili çaldığında çantama Deniz Gezmiş'in savunmasını koymuştum. Halit Çelenk'le Denizler üzerine yaptığım uzun söyleşinin kitaplık son halini konuşacaktık bugün!
Kapıda karıma sıkıca sarılıp çok fazla yorum yapmadan ayrıldım.
Emniyet'ten havaalanına gidecektik, ama önce Adli Tıp dediler, "Sağlık kontrolünden geçireceğiz."
O zaman durum daha da netleşmişti.
Sağlık kontrolünü yapan doktor Fuat Bey, "Sabah radyoda yorumunuz yoktu. Demek ki buymuş," dedi.
Araçtaki polisler de, "Sabah radyo konuşmalarınızın sıkı takipçisiyiz," deyince takıldım:
"Her anlamda sıkı takip ettiğinizin farkındayım."
10.00 uçağı ile İstanbul'a götürecekler. Saat 09.30'a geliyor, yoldayız, Polislerden biri, "Uçağı kaçırabiliriz," deyince yanındaki gülümsedi, "Bomba ihbarı yapıp bekletelim," dedi. "Aman," dedim, "Ergenekon'dan bilirler."
12.30'da Beşiktaş Adliyesi'ndeydik. 1 Temmuz 2008'deki gözaltı sırarasında yanımda olan polisler tek tek gelip sordular;
- Bizi hatırladın mı?
Volkan, Turgay hepsini hatırladım.
15 .OO'te savcılar Zekeriya Öz, Fikret Seçen ek ifade almaya başladılar. İfadenin ayrıntıları savunmamdan kesitler bölümünde. Bir kez daha vurgulamadan geçemeyeceğim. Bana yöneltilen soruların hiçbirinde, "Sen Ergenekon terör örgütü üyesisin, işte belge" denmedi. “Sen darbe çalışmaları içindesin, işte kanıt” denmedi.
Bilgisayarım aradan geçen 8.5 ayda delik deşik edilmiş, derlenmiş-toplanmış, eklenmiş-çıkarılmış... Bana hiçbir şey göstermeden, önlerinde kendilerince hazırlanmadığı soruş şekillerinden belli olan soruları yönelttiler.
İfade 00.30 sıralarında bitti. Koridorda bekliyoruz. Yarım saat kadar sonra, "Tutuklama istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edeceğiz" dediler.
Gazetemizin avukatları Akın Atalay, Bülent Utku sordular
"Bu saatte mahkeme var mı?"
- Önceden haber vermiştik!
Ben ne söylersem söyleyeyim, amaç önceden belliymiş.
03.00 sıralarında nöbetçi ağır ceza mahkemesine sevk edildim.
Zemin katta her yer karanlık, kenarda iki bank var.
Nöbetçi hâkim Resul Çakır 06.00'da duruşma salonuna çağırdı Soru sormaya başladığında ayakta 24 saatim dolmuştu. Akın Atalay Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı Çakır'a şu Öneriyi gelirdi:
"Müvekkilim 24 saattir poliste ve savcılıkta. Kabul edersiniz ki yorgun. Kendisi kaçacak değil. Bugün dinlensin, yarın ya da pazartesi günü istediğiniz saatte burada olsun. Bu halde sorularınıza çok sağlıklı cevap vermesi zor..."
Yargıç hepimizi çıkardı, "Az sonra çağıracağım," dedi.
Ne kadar süre sonra çağırdığını tam anımsamıyorum. Girdik.
“Öneriniz olmaz,” dedi. Dışarıdaki polisleri çağırdı, "Mustafa Bey nezarethanede bir-iki saat dinlenebilir mi?" diye sordu.
Bu beni daha çok yoracaktı.
Duruşma başladı...
Yargıç şu soru etrafında yoğunlaştı:
- Bu kadar çok belge sizde ne arıyor?
Her kitabımın kısa öyküsünden gazetecilik mesleğimin gereklerine kadar geniş bir yelpaze çizdim.
Dikkatle dinliyordu, ilk tepkisi şu oldu:
"Kendinizi çok iyi ifade ettiniz."
Sonra şunu sordu:
"İyi de bu kadar belge sizde ne arıyor?"
Bıkmadan bir kez daha farklı cümlelerle anlattım.
Saat 10.00'a gelmişti. Karar için bizi dışarı çıkardı. Koridora çıktık. Önceki ıssızlıktan eser yok. Ortalık ana-baba günü.
Beşiktaş Adliyesi'nde yeni bir gün başlamıştı. Benim için dünkü gün devam ediyordu.
Saat 10.30 sıralarında yargıç çağırdı. Yerine oturmadan iki cümle kurup gitti:
"Tutuklama çıktı. İtiraz edersiniz."
Akın'a, "Karımı arayayım. Benden duysun," der demez mahkeme salonunda iki polis iki yanımda belirdi:
“Su andan itibaren tutuklusunuz. Telefon görüşmesi yapamazsınız”
Adalet için halkımızın kullandığı deyimlerden biri şudur.
“Adaletin pençesi...”
Halkımızın hangi yakıştırması boşunadır ki!
Polis otosu beni güneşli bir Mart günü Metris Hapishanesi'ne götürdü. Girişte tanıyan iki memur sordu:
- Burada ne işiniz var?
“Tutuklandık,” dedim... İki görevli eşliğinde içeri girdik. 200 metre kadar yürüdük. Çok yüksek, duvar gibi demir kapıdan içeri girdik.
Bomboş bir salonda bir masayla sandalye vardı. Kimliğimi, paramı, üzerimdeki her şeyi zapta geçirip aldılar.
İşte şimdi beş adımlık hücredeyim. Eni kaç adım, ölçmek olanaksız. Bir yatakla yarımda bir masa-sandalye kapatıyordu.
Demir parmaklıklı pencerede bir de tel örgü vardı. Benden Önce kalanlar onu kesip açmışlar.
Hücrenin demir kapısının tam ortasında yemek vermek için ekmek ve tabak sığacak genişlikte mazgal var. Üstte göz hizasında küçük bir dikdörtgen daha var. O, gardiyanlar gelince bakmaları için.,.
Beni hücreye koyan gardiyan kesik bir soru sordu:
- İlk kez mi?
"Evet..."
-Temel kuralları söyleyeyim. Sabah 8, akşam 8 sayım var. Seni buradan Silivri'ye götürecekleri için bir şey vermezler. Televizyon falan... Yemek geldiğinde ne verirlerse al...O an aç olmasan bile sonra yersin. Az sonra sana üç tabak, kaşık ve biraz sıvı deterjan getireceğim. Tabakları kapının yanındaki tuvalet-banyo musluğunda yıkarsın. Üzerinde para var mıydı?
“Vardı... Girerken aldılar...”
- Senin geçici hesabın açılmıştır. Oradan su alıp getirelim sana…Sabah günde bir kez çay verilir. Su şişesine koydur. Gün içerisinde de içersin...
Akşamüzeri sert bir demir sesiyle uyandım. Kapı açıldı. Bu sese artık alışmalıyım. "Seni doktor çağırıyor," dediler.
Labirent tipi, uzun, bol demir kapılı koridorlardan geçtik, İri cüsseli, iyi sigara içen bir doktor Alp Bey. Sağlık sorunum olup olmadığını sordu. Rahat uyumam için ilaç verebileceğini söyledi. "Eğer olabilirse tek ihtiyacım 2 doz kitap" dedim, "bulabilir misiniz?"
Bir şekilde buldu, 5 kitap!
Çay içimi sohbet ettik. Yarın da viziteye çıkma çerçevesinde gelebileceğimi söyledi.
Hücreye döndüm. İyi, en azından 5 arkadaş bulduk. Her birini bir günde bitirsem, 5 gün sonra Allah kerim!

Günaydın Yerine 'Sayıııım'
Bir hapishanede ilk gece hissedilecek bütün duygularla birlikte sık sık uyansam da 07.00'ye kadar uyudum.
Metris'te ilk sabah, 08.00' de şu anonsla başladı:
"Sabah sayımı için düzen alınız."
Az sonra iki gardiyan mazgalın hemen üstündeki açıklıktan "sayıııım" diye bağırdı. Gardiyanların acelesi var. İçeride ayakta olduğumu görür görmez, "Allah kurtarsın" diye bağırdılar, geri dönüp gittiler. Arkalarından bağırdım:
- Bana gazete bulamaz mısınız?
Önceden yazdırmak gerekiyormuş. Ama bir şekilde ayarlayabileceklerini söylediler. Öncelikle Cumhuriyet istedim. Başka hangisi varsa.
Ne bulurlarsa getireceklerini söyleyip gittiler.
11.00 sıralarında nöbetçi gardiyan, demir kapının üstündeki küçük perdeyi açtı, "Havalandırmaya çıkmak ister misin?" diye sordu.
Hemen üstüme paltomu geçirip, "Hazırım," dedim.
Kaldığım T-24 koğuşu 2. katta. Demir kapıyı açıp alt kata indik. Oradan da havalandırmanın demir kapısına...
Havalandırma yan yana üç koğuşun önünde. Martın nemli soğuğu…
Üç gündür ilk kez açık havaya çıkıyorum. Üç taraf duvar. Kısa süreli şaşkınlıktan sonra başımı gökyüzüne çevirdim. Bulutlar gelip geçiyor.
Başka selamlayacak biri yok derken, dip koğuştan bir ses geldi:
- Merhaba!
Ayda birine rastlasam bu kadar şaşırırdım. Zayıf, ince yüzlü, seyrek saçlı, 50 yaşlarında biri. Dişleri tütün siyahı, gözlerinin akında sanki ince demir pencereler var. Çizgi, çizgi..
"Ben İsmet," dedi.
"Ben de Mustafa..."
Gülümseyerek sigarasından bir nefes çekti, “Tanıtmana gerek yok” dedi, "iki gündür gazeteler, televizyonlar senden söz ediyor."
Sohbetin ikinci dakikasında öyküsünü anlatmaya başladı.
15 yıldır cezaevinde.
6 cinayeti var.
1i dışarıda...
5'i cezaevlerinde!
Ayrıntıya girmese de birer diploma gibi anlattı cinayetlerini
Sonunda insanlarla hiç temas kurmamayı, yalnız yaşamayı tercih etmiş. Bu tarafa gelmiş.
Başımı uzatıp hücresine baktım. Benimkiyle aynı büyüklükte... Yere bir kilim sermiş, televizyonu var.
İlk sigara tuttuğunda kullanmadığımı söyledim. Kendisi ikinci sigarayı yakarken yine tuttu. Yine hayır deyince sertçe yüzüme baktı:
- Hiç mi?
Hiç, dedim, kendinden emin mırıldandı:
- Burada alışırsın!
Kendi derdim bir yana, İsmet'in öyküsü ilgimi çekti.
Bir cinayet işleyip içeri giriyorsun. Giriş o giriş... İçerideki hayat yeni cinayetleri getiriyor.
İlk olayı anlatmadı. Hapistekilerin nedenini şöyle özetledi:
"Gürültü beni bozar!"
Koğuşun kuralına uymayanlarla sorunu böyle çözmüş!
Yedi-sekiz cezaevinde kalmış. Her birinin özelliklerini tek tek anlattı.İkisini tavsiye etti, "ötekiler yaramaz" dedi.
Türkiye'deki cezaevlerini en iyi kendisinin bildiğini söyledi. “çok şanslısın, benimle tanıştın," dedi. Gazeteci olduğuma göre, mutlaka cezaevleriyle ilgilenmeliydim, gerçeği araştırmalıydım. Bu konuyu en iyi bilen kişilerden biri de oydu.
Öğle arası koğuşa dönmek gerekiyor. Gardiyan gelince koğuşumda çay için semaver, televizyon olup olmadığını sordu. Yoktu . Buradan Silivri'ye götürüleceğim için bunları vermeyeceklerini söylemişlerdi.
İsmet. "Çayı ben hallederim." dedi.
Sözünde durdu.
Az sonra alttan bağırıyordu:
“Balbaaay, pencereyi aç…”
Bir litrelik kola şişesine çay koymuş. Pencerede demir parmaklık var. Ayrıca ince tel örgü koymuşlar, ama yırtılmış. "Kap." Dedi. Alt koğuşun önünden öyle bir ustalıkla attı ki, pet şişe özenle yerleştirilmiş gibi iki demirin arasına oturdu. Bu onun en basit cezaevi yeteneklerinden biriydi.
Metris 'te kaldığım bir hafta boyunca çaylar İsmet'tendi.
Havalandırmalarda ara ara sohbete devam ettik. İçeride yaşamanın inceliklerini anlattı.
İsmet'in ne zaman çıkacağı belli değil. Hesap yapmaya çalışmış, tam tutturamamış.
Birinin cezası bitti...
Öteki nefsi müdafaa, hafifletici neden çok...
Biri kavgada, sadece onun suçu değil!
İsmet'in bir özlemi var:
"Toprağa basıp dalında bir gül koklamak isterdim..."

Gayta Çetesi
Kaloriferler çok iyi yanıyordu. 1.5 litrelik iki plastik su şişesini akşamdan kaloriferin üzerine yatırınca ertesi gün kuşluk vaktine kadar ısınıyordu. Onlarla duş alıp rahatladım.
Beşiktaş Adliyesinden Metris'e doğru yola çıkarken Akına, "En kısa zamanda bolca kitap gönder," demiştim. Onlar da geldi.
Dr. Alp'in hapishane içindeki revirde odası var. İki kez vizite kapsamında çağırdı.
Nasıl kalabalık!
Dr. Alp'e göre en zor yer Bakırköy Kadınlar Hapishanesi. Çok fakirler, çingeneler doğuma iki ay kala bir yolunu bulup hapse giriyormuş, orada doğum yapıyormuş. Pek çok öykü anlattı. Kadınlardan biri, "Rüyamda üzerimden kamyon geçti, çocuğuma bir şey olmuş mudur?" diye muayeneye gelmiş.
Tanıdığı ilginç çetelerden biri “gayta çetesi”,ymiş.
Devletin sağlıkla ilgili kadrolarında işe alınacak olanlar sağlık kontrolünden geçiyormuş. Aranan şartlardan biri gaytanın temiz çıkmasıymış. Laboratuvarın tuvaleti önünde konuşlanan turp gibi çete üyeleriri müşteriye sonuçları garanti gayta verip pazarlık usulü bedelini alıyormuş.
Demek ki yerine göre boncuktan kıymetli!
Dr. Alp e gelen hasta tutukluların çoğu el-ayak kırığı, vücutta yara... Yakalanmadan önce polise ya karşı koymaya girişmekten ya da polisin işini özenle yapma kaygısından.

Hücrede Yanık Kokusu
Ertesi akşam 21.00 sıralarında demir kapının açıklıklarından yanık kokusu gelmeye başladı. Şaşırdım. Demir kapının karşısı da demirdi. Yer beton yanlar beton... Bunlar yanar mı?
O zaman bu koku ne? Derken hafif bir duman da belirdi. Az sonra iki gardiyan geldi. Hücrenin penceresini açmamı istedi, öğrendim ki, az ötede bir tutuklu hücresinde yatağını yakmış, içten içe yandıkça duman artmış.
Yatak yakmak burada tutukluların protesto ve seslerini duyurma yöntemlerinden biriymiş. O an Engin Ceber'in burada tutukluyken dövülerek öldürüldüğünü anımsadım.
Üçüncü gün sabah yine kaloriferin üzerine pet şişede su koyarak su dökündüm.
Gardiyanlara bir gün önceki yatak yakma olayım sorduğumda, sık karşılaştıkları bir durum okluğunu söylediler.
- Neden yakıyorlar?
Tek bir neden yokmuş. Onlara göre en çok iki neden öne çıkıyormuş:
- Kendini ifade etme, sesini duyurma biçimi...
- Psikolojik sorunlar.
Metristeki beşinci gece 10 Mart 2009 akşamı duman kokusu nün ardından gardiyan sesi geldi: "Bir kişi daha yatağını yakmış. Pencerenizi açın."
11 Mart günü öğle saatlerinde gardiyanlar geldi. Bir saat içinde hazır olmamı istediler. Silivri'ye sevk edecekler.
Metris, İstanbul adliyelerinde tutuklananların ilk konaklama yeri. Bir süre burada tutulduktan sonra davaya göre ilgili cezaevine naklediliyorlar.
Nakil aracı iki tarafında 10 santim yüksekliğinde 30-40 santim uzunluğunda demir ızgaralı iki açıklığı olan kocaman bir tabuta benziyor.
Yalnız değilim, Silivri'ye Ali Kalkancı'yı da götürüyorlar. Yol boyu kesik kesik konuştuk. Onu, uyuşturucu hap imal etmekle suçluyorlar. "Keşke," diyor, "beni de siyasi bir şeylerden alsalardı, bunu anlatmak zor olacak."
Ara ara ızgara delikten dışarı bakıyorum. Nerede olduğumuzu kestirmek zor. Bir buçuk saat kadar sonra Silivri Kampusu yazısı göründü. Kapıda bir süre bekledik.
Birden araca sertçe "pat pat" vuruldu, kıyıktan baktım. Bir el ve bir ses:
"Mustafa seni çok seviyorum..."
Karım, nakli duymuş, Metris'ten beri aracı izleyip bir şekilde sesini duyurmaya çalışıyormuş. Artık ailecek tutukluyduk.

Tünel Malzemesi Yasak!
Dış kapıdan içeri girdik. Çevrede sadece duvar görünüyor. Duvar, duvar, duvar...
Otobüs yüksekliğinde, kamyon genişliğinde dev bir kapıdan girdik. Her tarafı beton bir boşluk bizi karşıladı. Ona yakın büyüklükte ikinci kapıdan girdik.
Toplam 7-8 metrelik L şeklinde bir masa üzerinde büyük, siyah bir çöp torbasına koyduğum eşyaları kontrol ettiler.
Fotoğraf çekimi ve tüm vücut özelliklerinin kaydından sonra 34 maddelik bir metin imzalattılar. Metnin başlığı şöyleydi:
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun-Tüzük ve Yönetmelik Gereği Hükümlü ve Tutukluların Disiplin Kuralları, Bilgi Edinme ve Şikâyet Yollarını, Haklarını ve Sorumluluklarını Öğrenmeleri ve Kurum Yaşamına Ait Genel Bilgilendirme
Ne kadar kalacağımı bilmediğim yeni yaşam yerinin 34 temel kuralının ana unsurları şunlardı:
- Kurumun belirlediği koğuşta kalacaksınız.
- Üzerinizde para bulundurmanız yasaktır.
- Korumun belirlediği düzende yakınlarınızla haftada bir görüşebilirsiniz.
- Her türlü istek ve şikâyetinizi dilekçe ile yapacaksınız.
- Koğuşun tüm temizlik ve düzeninden kendiniz sorumlusunuz.
- Kurumun verdiği ya da kurum kantininde satılanlar dışında bir şeye sahip olamazsınız.
- Kurallara uymazsanız çeşitli disiplin cezalarına çarptırılacaksınız.
- İdare izni dışında hiçbir gruplaşma yapamazsınız, toplu hareket edemezsiniz.
- Size gelen ve göndereceğiniz mektuplarınız idarece okunur.
- Tüzükte belirtilen şekilde haftada 10 dakika telefonla görüşebilirsiniz. Bu görüşme kayıt altına alınır.
- Cezaevi eşyasını tünel kazmaya elverişli araç haline getirmek yasaktır.

En altta şu yazıyordu:
Okudum ve bir nüshasını aldım.
Sol tarafta hükümlü-tutuklu imzası, sağda 4 No'lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu-Kurum Müdürü-İmzası
Böylece 4 No'lu cezaevinde kaldığımı öğrenmiş oldum. Silivri Kampında toplam 10 cezaevi var. Biri kadınlar, biri çocuklar için.
Ergenekon sanıkları 4 ve 5 No'lu cezaevlerine dağıtılmış.

Mustafa Balbay –Silivri Toplama Kampı ZULÜMHANE sayfa 209…218
Hastalıkta İlk Tanı: Ergenekon
Haberal Hastane, Üniversite Bir de Teterör Örgütü Kurmuş
Yaşasın... Erol Hoca Kansermiş!
Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget