Altı kaval üstü şişhane - Selcan Taşçı

Manşet şöyle:
İşte Suriye’deki Kandil!
Altbaşlıkta deniyor ki;
“Esad rejimine kalkan olan PKK Suriye’de Öcalan tişörtleriyle güç gösterisi  yapıyor!”
Suriye’deki PKK varlığı sır değil. Tıpkı sınır komşularımızın çoğunda PKK unsurlarının var olduğunun sır olmadığı gibi. Ama hiçbiriyle ilgili (pardon ABD’nin hedef tahtasına yerleştirmediği hiç biriyle ilgili) böyle haberler görmüyoruz gazetelerde değil mi? Hatırlarsanız  “balayı”  tadında geçen  “Şam-gen” günlerinde Suriye’deki PKK varlığı da unutulmuştu .
Şimdi neden birdenbire malumu hatırlama ve hatırlatma gereği duyuyorlar?
Suriye’ye müdahaleyi meşru, tartışmasız, kabul edilebilir  (ve hatta komşumuz olmasına, oradaki Türkmen varlığına, Türkiye’yi ateşe atmak anlamı taşımasına karşın) desteklenebilir kılmak için olabilir mi?
İyi de arkadaş kimse sana sormayacak mı:
Suriye’de Öcalan tişörtü giyip gövde gösterisi yapmak Esad rejimine kalkan olmaksa, Türkiye’de Öcalan tişörtü giyip  “gövde gösterisi” yapmak ne? PKK Erdoğan rejimine de mi kalkan oluyor bu mantığa göre?
Hadi onu da geçelim...
Gazetenin ikinci manşeti tam bu ne perhiz bu ne lahana turşusu tadında:
 “NATO Afganistan’ı yaktı!”
Hıı, evet yaktı da bundan NATO Suriye’yi de yaksın diye kışkırtıcılık yapan birine ne?
Manşette Suriye de Irak’a, Afganistan’a dönsün diye kışkırtıcılık yapacaksın, alt manşette de “vah Afganistan” diye ağlayacaksın!
Ya birincisi doğru, ya ikincisi!
İkisi birarada olmaz...
Olur da ancak altı kaval üstü şişhane olur!



BASINDAN SEÇMELER



Angus günleri
Bu ara şehir meydanlarında bolca sığır, öküz ve dahi angus peydah olabilir, şaşırmayın. Yasalardan, yönetmeliklerden, kamu kurumlarının duvarlarından sonra park, bahçe, sokak, meydan; çevreyi de Atatürk’ten arındırmayı kafalarına taktılar. Neymiş, “heykel fetişizmi”ymiş, “kutsallık” atfediliyormuş, olmazmış böyle şey. Fetvayı verdiler, buna göre (günahı boyunlarına) “Hepimiz putperestiz!”



Toprak kavgası değil Haçlı savaşı
Hazar Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Hamlet İsahanlı Zaman’da yayınlanan “Tarihî hafıza ve insanlık aleyhine suçlar” yazısında “Ermeni-Türk, Ermeni-Azerbaycan ilişkilerini düşmanlığa dönüştüren de onların tarihî hafızaları ve bu çerçevedeki toprak iddialarıdır” diyor.
Oysa bakın 366. Motorize Alay komutanı Zavigolova, Hocalı soykırımından sadece bir gün önce, “katliam emri” niteliğindeki konuşmasıyla bu tezi nasıl çürütüyor:
“...Dünyanın İslam devletleri temsilcileri bizim Haçı kırmak için Bakü’ye toplanmışlar... Hıristiyanlığa karşı bir yürüyüş var. Bu yürüyüşte ya dinimizi, şerefimizi korumalıyız ya da şerefsizliği kabul edip boyun eğmeliyiz.”



Sehven ima!
Uslu’ya göre; MİT içindeki kanatın temel amacı “TCK 250 ve 251’i” değiştirip KCK’lıları serbest bırakmaktı. Taraf yazarı ilgili yazısında “TCK 250 ve 251” ibaresini 4 kez kullanıyordu. (...) Taraf yazarı Uslu’nun yazısında bütününe baktığında “TCK 250 ve 251” maddeleri özel yetkili yargılama sistemini işaret ediyor. Peki gerçek öyle mi?
Hayır!
Özel yetkili mahkemelerin görev alanları, özel yetkili savcıların soruşturma hakları Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 250 ve 251’de değil!
Peki, Emrullah Uslu’nun “sehven” 4 kez vurguladığı “TCK 250 ve 251” maddeleri hangi suçları kapsıyor? Kamu görevlilerinin nüfuzunu kullanarak çıkar sağlamasını, kamu mallarını üstüne zimmetlemesini!
Soru şu:
Taraf’ın polis kökenli yazarı Emrullah Uslu, “sehven” bu maddeleri vurgulayarak AKP hükümetine bir şey mi ima ediyor?
Odatv.com



Cumhurbaşkanlığı, DDK’nın Dink raporunu yayın için neden bekledi
Kamuoyu, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK), Dink raporundan, siteye konulduğu 20 Şubat’ta haberdar oldu.
Oysa kapağa baktığımızda, raporun 2 Şubat 2012’de tamamlandığını görüyoruz.
Arada 18 günlük bir zaman dilimi var.
Gerçi bir raporun tamamlanması, onay makamınca hemen aynı gün imzalanacağı anlamına gelmiyor. Cumhurbaşkanı’nın seyahatleri, program trafiğini de içine alan ‘arz prosedürü’ denilen bir olgu mevcut.
Böyle bile olsa 18 gün; bırakın toplumsal vicdanı, sadece Cumhurbaşkanı Gül’ün, hassasiyeti dikkate alındığında, uzun bir süre.
Niye böyle oldu, bu arada ne oldu?
Aslında yalın bir muhakeme cevabı işaret ediyor: MİT krizi, Dink raporunun yayımını geciktirdi.
Ayrıntıları da var. 
Köşk’ü de kavrayan kriz maratonu ve nihayetinde yasayla çözüm sürecine uzanan o 10 gün; raporun yayımında ‘rol çalmayabilirdi’.
Eğer konular başka başka olsaydı...
MİT krizinin gelişimi ile Dink raporunun tamamlanma-onay takvimi öyle örtüştü, üstüne de rapordaki can alıcı tespit ve öneriler; MİT krizine kaynaklık eden sebeplerle öyle bir çakıştı ki, Gül, MİT krizinin en sıcak günlerinde onayladığı raporun yayımının biraz bekletilmesini uygun gördü...
Çünkü DDK raporunda, memurların soruşturma ve yargılama usul sistemi, cesur dille eleştiriliyor, yargılamadan önce izin alınması gereği vurgulanıyordu.
Çünkü DDK raporunda Hrant Dink’in yaşama hakkının korunamamasındaki temel sebebin,  ‘güvenlik sektöründeki yapısal sorunlar’ olduğu belirtiliyor ve ‘güvenlik sektöründe reform şart’  deniliyordu.
Öyle beklenmedik bir durumdu ki bu, ancak bir klişeyle açıklanabilir: ‘Talihin cilvesi’ ...
Çiğdem Toker / Akşam



Ad arayanlara bu ders yeter
Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu cemaatlerin anayasa ile ilgili görüşlerini dinliyor. Vatandaşlığı nasıl tanımladığı sorulan Fener Rum Patriği Bartholomeos  şöyle diyor:
“Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, din, mezhep, dil ve etnik köken gözetilmeksizin Türktür. Türklük bütün Türk vatandaşlarının beraberce varlığının ve dayanışmasının ifadesidir.”
Türk Musevi Cemaati Başkanı Sami Herman da şöyle diyor:
“Her şeyden önce Türküz. Türk olarak tanımlanmak isteriz. Kimliğimiz Türk vatandaşıdır ve Türküz.”
Kendilerine vatandaşlık adı bulamayan Türkiyelilere de bu kadar ders yeter...
Melih Aşık / Milliyet



DNA testi yapılmayacaktır!
26 Şubat 2012 Pazar günü Taksim’den Mecidiyeköy’e yürürseniz, elinize  “Hocalı Soykırımı Kurbanlarını Anıyoruz” başlıklı bir broşür davetiye verirlerse sakın şaşırmayın...
Sokakta elinize tutuşturulan davetiyeye bakarsanız ne olduğunu anlarsınız...
“Bugüne kadar hep Ermenilerin soykırıma uğradığı yalanını dinledin. Bu defa gel Ermenilerin Azerbaycan’da Türk kardeşlerini nasıl katlettiğini gör. Kim soykırımcı kim mağdur anla. Bu soykırımdan bizzat kurtulan, kimi vücudunun bir parçasını, kimi çocuğunu, kimi kardeşini, kimi annesi ve babasını orada yitiren soykırım mağdurları Türkiye’ye geliyor. Gel onları dinle, gel onları gör. Belki gördüklerine yüreğin dayanamayacak ama gel ve sen de bu soykırıma tanıklık et.”
Tanıklığa hazır mısın?

***

Bir soykırımın canlı şahitlerini, hatta mağdurlarını görmek istiyorsanız, yürüyüşe, toplantıya katılın. Ne mezar açıp kemik çıkarılacak ne de DNA tespiti yapılacaktır.
Çoluk çocuk, yaşlı, çoğu da sakat, karşınızda olacaktır.
Önümüzdeki günlerde ne olur bilinmez...
Bakarsınız Fransızlar “Hocalı katliamı”nın da yazılmasını saklayabilirler.
Hasan Pulur / Milliyet



19 yıl gizle, ‘kahramanlık’ bekle
Sözünü ettiği olay 19 yıl önce meydana gelmiş... Eski Vali, Eski Batman Valisi Salih Şarman olayı şöyle anlatıyor:
“...minibüslerin durağını TNT kalıplarıyla patlattılar. 11 kişi öldü o olayda. Kolları, bacakları bahçelerden topladık. 5 dakika sonra patlasaydı en az 50 ilkokul çocuğu ölecekti, çünkü okul dağılacaktı. Emniyet İstihbarat çok iyi çalıştı ve bomba koyan kişiye ulaşıldı. Saldırının faili olarak teknik takibe yakalanan kişi MİT elemanı çıktı...”
Sayın Şarman’a çok basit birkaç soru sormak istiyorum:
Neden o failin (MİT mensubu da olsa) serbest kalmasına direnmediniz? Bu insanlık suçunun kapatılmasına nasıl göz yumdunuz? Olayın yargıya yansımasını neden sağlamadınız? Bu sizin göreviniz değil miydi? Tüm bu nedenler yüzünden,  “katliamı karartmak suçu”na iştirak etmiş olmuyor musunuz?
On dokuz yıl boyunca susup da, MİT-yargı çatışmasının doruğa çıktığı bir dönemde, neden bu açıklamayı bir cemaatin dergisine yaptınız?
Mustafa Mutlu / Vatan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget