Ocak ayının son haftasında, Türkiye’de basın özgürlüğünün sınırlanmasına ilişkin dış kaynaklı haber ve yorumları kesip ayırmayı istedim. Sayı 50’yi geçince bıraktım.
Önceki yıllarda da karşılaştırma yapılabilecek en çarpıcı örnek Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2011 yılı istatistiği... Buna göre Türkiye 179 ülke arasında 148. sırada.
Özellikle son 5 yıldır sürekli geriye doğru gidiyoruz.
2007’de 101. sıradaydık, 2008’de bir basamak gerileyip 102’ye düştük. 2009’da 122’ye, 2010’da 138’e, 2011’de 148’e indik.
Altımızda Afganistan, Suriye, İran gibi ülkeler var.
Üstümüzdekileri saysam sütun yetmez ama, birkaçını aktaralım:
Uganda, Burundi, Etiyopya, Gürcistan, Moğolistan, Cezayir, Gambiya, Tacikistan.
***
Sadece Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün değil, pek çok uluslararası kurumun ve Türkiye’de iyi tanınan dünya ölçeğindeki yazarların da ülkemizdeki özgürlükler açısından olumsuz gidişe dikkat çektiğini görüyoruz.
Olumsuz gidiş ve buna yönelik iç-dış tepkiler katlanarak artıyor. Görünüşe bakılırsa öyle devam edecek.
Bunun iki temel nedeni var:
1- Dışarıda iktidara yönelik algının hızla değişmesi.
2- Hükümetin, mutlak gücünü özgürlükleri kısıtlayıcı yönde kullanması.
İktidarın ilk aylarını, hatta yıllarını kısaca anımsayalım... Yönü içten çok dışa dönüktü. Uluslararası alanda göreceği kabule büyük önem veriyor, siyasetini de bu yönde belirliyordu.
Kabul etmek gerekir ki, bunun da karşılığını aldı. Başta Avrupa olmak üzere dünyada şu tür kavramlarla anılmaya başladı:
Reformcu, uzlaşmacı, yeniliğe açık, çözümden yana, iç barış sorunlarını kısa sürede çözüme kavuşturacak, Kıbrıs’ta önceki tüm politikaları çöpe atıp uluslararası alanda da onaylanacak adımlar atacak, ifade özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracak, ülkeyi tam anlamıyla AB sürecine sokacak...
Bütün bunların birleşiminden olumlu bir algı çıkıyordu. O günlerde bu algının yanlış olduğunu, çözüleceği söylenen sorunlara çare olmadığını söyleyenler en hafif anlatımla “statükocu” ilan edildi.
Bunun yerleşmesindeki etkenlerden biri de iktidarla özdeş olmadığını söyleyen “liberal” kesimin iktidarın neredeyse tüm politikalarına destek vermesiydi. Hatta destekten öte, alkışladığını ve akıl da verdiğini söylemek abartma olmaz.
Bu ortamda hükümetin politikalarını onaylamayan kesimlerin neredeyse tümünün, toptancı bir yaklaşımla yabancı dile “ultra-nasyonalist” tanımlamasıyla çevrilmesi, hükümete yönelik algının pekişmesini kolaylaştırdı. Bu durum ayrı bir yazı konusu.
Hükümet ilk 4-5 yılda elde ettiği sınırsız kredinin rahatlığını yaşıyor..du!
Ancak bu rahatlığın artık bozulduğunu söyleyebiliriz.
Nasıl başlangıçta atılan her adım reformdan sayılmışsa, şimdi de her adıma “acaba söylenen amaca yönelik mi” kuşkusuyla bakılıyor.
***
3. yargı paketi adı altında tartışılmakta olan “yenilikler” de sözünü ettiğimiz kuşkulardan izler taşıyor.
Uğradığı her durakta değişikliklere de uğrayan paket bir tarafında “kırılabilir”, bir tarafında “bükmeyiniz” bir tarafında “dik tutunuz” yazan büyükçe kutulara benziyor.
İçinde “bu dönem için” gerekli olan değişiklikler var. Özellikle basında ilgili bölümlerde “ceza ertelemesi” söz konusu. Daha açık anlatımla, yeni bir düzenlemeden çok, birikmiş dosyaları rafa kaldırıp sıfırlama gündemde. Yani basına yönelik “yasa kılıcı” sallanmaya devam edecek, sadece dönemsel temizlik yapılacak.
Başbakan’ın medyaya bakışını araya hiç yorum katmadan iki farklı cümlesiyle özetleyebiliriz.
Konu kendi partisiyken;
“Biz manşetlerle savaşa savaşa bugünlere geldik.”
Konu CHP olunca:
“Manşetle gelen manşetle gider.”
Mustafa Balbay/Cumhuriyet
Yorum Gönder