Önce hemen söyleyeyim: Futbolu seviyor, futbol sahasında veya çevresinde görülen bir sürü pisliği yadsımıyor, ama bunların futbolun kendisinden değil de kötü kullanımından ve öbür toplumsal nedenlerden kaynaklandığını düşünüyorum.
Şike davası süregiderken, UEFA’nın Beşiktaş, Bursaspor ve Gaziantepspor’a verdiği cezalar, futbolu yine gündemin ön sıralarına taşıdı. Şimdi herkes aynı şeyi söylüyor:
- İnşallah bu sonuncu olur da ardından başkaları gelmez.
Endişenin nedeni, UEFA’nın, TFF’nin şike soruşturmasında kimi kulüpleri kollayarak, fiile uygun cezalar vermeyip, işi savsakladığı kanaatine varıp, tüm Türk takımlarını Avrupa karşılaşmalarından bir süre uzaklaştırması olasılığıdır.
Önce dilerseniz şu Beşiktaş’ın haline bakalım:
Herkes biliyor ve kabul ediyor ki, Beşiktaş’ın bu cezayı almasının baş sorumlusu, o dönemin başkanı Yıldırım Demirören’dir. Yıldırım Demirören’in kimsenin yadsımadığı iyi niyeti, başarısızlığını ortadan kaldırmıyor.
Peki Beşiktaş’ın bir yıl Avrupa kupalarından uzaklaştırılması ve 200 Avro para cezasına çarptırılmasının baş sorumlusu şimdi nerede?
Türk futbolunu yöneten Federasyon’un başında!
***
Fıkrayı daha önce de bu sütunda aktarmıştım, anımsarsınız. Öykü bu ya, Yıldırım Demirören’in TFF Başkanı olduğunu duyan UEFA Başkanı Michel Platini,
- İyi artık, Türkiye’ye başka cezaya gerek kalmadı anlaşılan, demiş.
Nasıl Beşiktaş’ı bu hale düşürenin Yıldırım Demirören olduğunu herkes biliyorsa, yine aynı Demirören’in, Beşiktaş’ın başından TFF’nin başına da Başbakan’ın talimatıyla gittiğinden de yine herkes haberdar.
Yıldırım Bey, TFF’nin başına gelince ilk olarak şike yapanın küme düşmesini içeren 58. maddeyi değiştirdi. Bu değişiklikle, şike sabit olduğu takdirde, yalnızca şikeye adı karışan gerçek şahısların cezalandırılması, hükmi şahısların yani kulüplerin yaptırım dışı bırakılmasını öneren Tayyip Erdoğan’ın görüşlerine uygun davrandığı izlenimi edinildi ve şike konusunda sert önlemlerden yana olan UEFA’nın bu duruma seyirci kalmayacağı ileri sürüldü. Şimdi diğer kulüplerimiz de UEFA’nın kararını bekliyor. Eğer UEFA, TFF’nin yeterli ciddiyetle hareket etmediğini düşünürse, bütün Türk futbolunu kapsayan bir yaptırım gündeme gelecek.
O zaman da, bunun sorumluları Demirören ve talimatı veren T. Erdoğan olacak.
Tabii Başbakan’ın talimatı tek başına Demirören’i başkan yapmaya yetmiyordu. Aynı zamanda, özerk yönetimi oluşturan tabanın da talimat doğrultusunda oy kullanması gerekirdi ki, o gereklilik de yerine gelmiştir.
***
Böylesine totaliter bir iktidarın, futbol gibi toplumda dal budak salmış bir kuruma el atmamasını beklemek safdillikti. Nitekim öyle de oldu.
Önce, futbolda şike skandalı patlak verdi. Türkiye’nin yapısını bilenler, bunun iktidardan habersiz, ona karşı bir hareket olamayacağını görüyorlardı.
Futbolda şike skandalının “Futbol da bizden sorulur” zihniyetiyle bu dünyanın yeniden biçimlendirilmesi çabasının ürünü olduğunu, sonra Fenerbahçe camiasından gelen tepkiler üzerine çark edildiğini düşünmekteler.
Haklılar mı, haksızlar mı?
Bu soruya yanıt ararken, gözden uzak tutulmaması gereken, şikeyle ilgili konuların ve soruların hiçbirinde, kuşkuya yer bırakmayan, doyurucu yanıtların gelmediğidir.
Ne yargı cephesi kamuoyunu tatmin etmiştir ne de TFF cephesi.
Böylelikle futbolun da canına okunmaktadır.
Futbolu seviyorum, futbol alanında veya çevresindeki birçok sorunun onun kendisinden değil, toplumsal ve siyasal nedenlerden kaynaklandığını düşünüyorum.
Sorunların çözümünün ilk şartı, şampiyon takımın kupasını nerede kimden alacağına bile karışan, siyasi iktidarın başının elinin futboldan çekilmesidir.
Bu kadar totaliter tutkulu bir iktidar ile bu kadar teslimiyetçi bir ortamda futboldan siyasi iktidarın elini çekmesini istemek de ne derece gerçekçidir, bilmem.
Yorum Gönder