Böbürlenme Padişahım - Işıl Özgentürk

Pazar yazımda size hararetle bir Amerikan filmini izlemenizi tavsiye etmiştim. Adını yanlış yazmışım, “Başkanın Bütün Adamları” değil, sadece “Başkanın Adamları” olacaktı, bu unutkanlığı yaşıma verin. Bendeniz filmi şiddetle tavsiye etmeye devam ediyorum, bilmeyenler için kısa bir özet: Amerikan Başkanı’nın tam seçim arifesinde bir genç kızla ilişkisi ortaya çıkar, başkanın en derin adamları hemen harekete geçer ve Hollywood’a başvurarak mükemmel bir senaryoyu hayata geçirirler. Amerika Arnavutluk’la savaşa başlar, bu arada senaryo gereği, bir Amerikan eri Arnavutluk tarafından esir alınır ve güya savaş yapılan topraklarda erin postalı bulunur. Bunun üzerine 68 kuşağının ünlü bir müzikçisi stüdyoya çağırılır ve postal için bir müzik yapılır, artık tüm Amerika bu şarkıyı mırıldanmaktadır. Şimdi bu postal hikâyesine dikkat! Çünkü gazetelerden öğrendiğime göre, Akdeniz’de iki günden beri aranan uçaktan ve pilotlardan şimdilik sadece bir postal bulunmuş. Ben gülsem mi ağlasam mı?
Şimdi filmi bir yana bırakalım ve şöyle kendi kendimize bir düşünelim. Ne oluyor, medyadaki savaş tamtamları ne kolay savaş çığlıkları atıyor. Bu kişiler hiç mi savaş belgeseli izlememişler, savaşın acılarını yansıtan bir çocuk fotoğrafıyla hiç mi karşılaşmamışlar ya da gerçek bir savaş hikâyesi anlatan bir kitap okumamışlar?
Bu kadar savaş sevicilik neden?
Kendimizi nasıl da yükseklerde görüyoruz. Nasıl da en güçlü, damarlarında en asil kan bulunan bir milletiz.
Şimdi çok basit bir şey yapacağız. Kameranın açısını biraz değiştireceğiz. Ne deniyor, uçak uyarı yapılmadan düşürülmüş. Ben masumum, böyle söyleniyor. Peki daha önceleri biz ne yaptık? Bizzat Başbakanımız Suriye’yi çok yüksek bir tondan uyardı, “Kendine gel Esad!” dedi. Bu yetmedi, diplomatik ilişkilerimizi en alt düzeye indirdik. Binlerce muhalifi sınırlarımız içine aldık; bunların CIA tarafından eğitilip yeniden Suriye’ye yollandığı söylentileri çıktığında sustuk.
Kabul etmek gerekir ki, gücümüzü abartıp abartıp şişmiş, kocaman bir “savaş şahini” olup çıktık.
Oysa, Mavi Marmara’yı unutmamamız gerekirdi, olacakları az çok bilerek gönderdiğimiz gemi İsrail tarafından vuruldu, ne oldu? Şişmiş şahinliğimiz hiçbir işe yaramadı. Gene de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana edindiğimiz bir refleks bizi korudu, onurumuzu koruyalım derken, savaş uçaklarımızı İsrail’e yöneltmedik.
Ama hiç mi ders almadık? Evet almadık. Muhalifleri barındırdığımız, ikide bir en yüksek tonla uyardığımız Suriye topraklarına bir keşif uçağı göndermeyi sakıncalı görmedik. Canım Suriye ne ki, üç kuruşluk bir ülke, bize ateş açamaz, biz büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun torunlarıyız, bizden korkarlar. Peki bir keşif uçağı ne iş yapar; kamerayı başka bir yöne çevirdik ya, sorular başladı. Sokaktaki çocuklar bile bu uçağın “keşif” yapacağını bilir. Ne demek keşif, herhangi bir savaş halinde vurulacak noktaların tespit edilmesi. Bu tespite limanlar, köprüler, askeri kışlalar, silah sığınakları, önemli devlet binaları girer. Şimdi, bize karşı sürekli savaş tamtamları çalan bir ülkeden bir keşif uçağı sınırlarımıza girse ve bizde de bir iç savaş olsa, ne yaparız? Cevabı siz verin!
Yani Suriye bize dokundu. Fazlasıyla şişmiş özgüvenimize bir iğne sokuldu. Keşke bu kadar basit olsaydı; cümle âlem biliyor ki, Suriye tek başına değildir, Rusya ve İran hemen arkasında beklerler. Örneğin Lazkiye bölgesindeki uçaksavar füzelerini ve radarlarını Rusların yaptığı biliniyor, artık dünyada hiçbir şey gizli değil, bu durumda aslında Rusya ve İran bize dokundular. Kısaca bütün dünyaya şöyle dediler: “Burası Libya değil, burası Suriye! Ve bizim güç alanımız!”
İşin doğrusu işler zorlaştı. İktidar bir yandan onurumuzu korumak zorunda, öte yandan savaş tamtamları susmuyor ama bir ülkeyi savaşa sürüklemek… Bu yapılamaz! Amerika, Irak Savaşı öncesi, askerlerini ülkeye yığmak için Güneydoğu’da toprak kiralamaya başlamıştı, bununla çok övünüyorum, görmüş geçirmiş bir ülke olduğumuz için Meclis izin vermemişti. Şimdi iş gene Meclis’e gelebilir, lütfen biraz sağduyu.. Onur pek çok değişik davranışla tamir edilebilir ama savaşın yaraları asla silinmez! Ve en çok çocuklar ölür.
Not: “Başkanın Adamları” filminde, stüdyosunda Arnavutluk’la yapılan savaş sahnelerini çeken yapımcı, iş bitince kendisine önerilen büyükelçiliği kabul etmez, illa ki Oscar istemektedir ve ertesi gün evinden cenazesi çıkar.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget