Alkışlar Fazıl Say’a - Zeynep Oral

‘Mezopotamya Senfonisi’ dünya prömiyerinde salon ayağa kalktı:
ZEYNEP ORAL
Alkışlar bitmedi Üç dakika, beş dakika, on dakika Alkışlar bitmedi! Tüm salon ayağa kalkmış çılgınca alkışlıyordu 13 dakika 15 dakika Üçbini aşkın insan yerinden kıpırdamadı, dimdik ayakta, içlerinde biriktirdikleri yeryüzünün tüm sevgisini, saygısını, hayranlığını dev sahnedeki çocuğa aktarmaya çalışıyordu Dakikalar geçiyor alkış bitmiyordu! (Sonradan öğrendim, saat tutanlar 16 ya da 17 dakika sürdü ayakta alkış dediler.)
Fazıl Sayın Mezopotamya Senfonisinin dünya prömiyeri önceki akşam Haliç Kongre Merkezindeydi. Şef Gürer Aykal yönetiminde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası mükemmeldi. Programdaki ilk eseri Beethovenin 3. Piyano konçertosunu dinlerken, kongre merkezinde daha önce çıkan yangın olayını unutmuştuk bile. Hayır sabotaj değildi, kontrol panelinden çıkan bir kontak Ama yanık kokusu, is kokusu konser boyu sürdü. (Şimdi Sivası düşünme Zeynep, Sivası düşünme!) İlk parçada afacan bir çocuktu piyanonun başındaki Fazıl Say; çoktan bir başka boyuta geçmişti ve bizi de o boyuta yükseltiyordu Sonra, trans halinde sunduğu, her zamankinden çok farklı yorumladığıKara Toprak. Dinleyiciye armağan. Son günlerde yaşadığı tüm acıları yüklemişti sanki o eserine Onun direnen ruhuna biz ölümlü dinleyicilerin gözyaşları eşlik etti.
Sıra İKSVnin ısmarladığıMezopotamyada Önce kısa bir tanıtım belgeseli. Sonra dev orkestra ve solistler yerini aldı. Soluklar tutuldu Vee Önceki gün size anlattığım her şeyi bu kez sanki gözlerimle gördüm, ellerimle tuttum: Uçsuz bucaksız topraklarda ölümü, savaşı, silahları, çocukları, Dicle ve Fıratı, ayı ve güneşi Ama fazlası da vardı: Tarih, coğrafya ve doğa vardı. Çooooook geniş bir yelpazeye yayılan, çok renkli bir müzik vardı. Birbirinden zengin melodiler vardı. Orkestrasyon mükemmeldi. Duygu yoğunluğunun dışavurumu vardı. Müzikle resim çiziliyordu.
Sanki ilk kez tanıklık ediyorduk, duyguların müzikle bunca açık seçik dışavurumuna Solistlerden Carolina Eyckin theremin denilen çalgısı ve havada boşlukta gezinen elleri büyülüydü sanki. O eller, elekto magnetik dalgalara hükmediyor, boşluğu, havayı, insan sesine, ruhun sesine dönüşüyordu. Tüm senfoniyi iki çocuk aktarıyordu bize: Bülent Evcil (bas flüt) ve Çağatay Akyol (bas blokflüt) anlatıyı gerilime, şiire çeviriyordu.
Ve Gürer Aykal! Doğruydu. O yüzmeyi Diclenin sularında öğrenmişti. Senfoninin her anını müthiş içselleştirmiş ve o geçekliği o duygu yoğunluğunu tek tek sahnedeki 130 müzisyene aktarıyordu. Evet evet, Gürer Aykal, senfonideki o müzik ve duygu yoğunluğunun gerçekliğini sahiciliğini kavramamıza aracı oluyordu.
Eser sona erdiğinde ve o bitmeyen başladığında Mükemmel”, “Kusursuz”, “Başyapıt sözcükleri havada uçuyordu. Alkışlar bitmiyordu. Yaşadığımız sadece bir müzik olayı değildi. Alkışlar Fazıl Saya, alkışlar çok sesliliğe, niteliğe, yaratcılığa, özgürlüğe, baskıya karşı direnişe, dayanışmaya, alkışlar umudaydı da
Teşekkürler Fazıl Say!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget