Türk diplomasisinin duayen ismi Elekdağ'dan çarpıcı tespit!

Suriye bataklığına balıklama dalan Türkiye yalnız kalacak!Şükrü Elekdağ, Ankara'nın Amerika'nın gazıyla hatalı bir politika izlediğini belirterek şöyle dedi: ''Obama, seçim yılında askeri macera istemez, NATO devreye girmez, Türkiye'yi bölgede yalnız''

***

Türkiye-Suriye gerginliği giderek tırmanıyor. Suriye'nin keşif uçuşu yapan jet uçağımızı uluslararası sularda düşürmesiyle artan kriz, Başbakan Erdoğan'ın dün Meclis'te AKP grubuna yaptığı konuşmayla doruğa çıktı.
Kamuoyu gelişmeleri günlerdir büyük endişeyle izliyor. Sorunun temelinde hangi bilinmeyenlerin yattığı ve bundan sonra neler yaşanabileceği merak ediliyor.

Zihinlerde cevap arayan soruları, Türkiye'nin eski Washington Büyükelçilerinden, saygın dış politika uzmanı Şükrü Elekdağ'a yönelttim.
Söyleşimizde Türkiye-Suriye gerginliğini kapsamlı bir şekilde ele aldık. Sayın Elekdağ'ın analizlerinizden, bölgede küresel aktör olma peşinde olanların da alacakları çok dersler olduğuna inanıyorum.

İşte sorular ve Şükrü Elekdağ'dan çarpıcı cevaplar:

UĞUR DÜNDAR (UD): Suriye tarafından keşif uçağımızın düşürülmesi olayını ele almadan önce Suriye’deki gelişmelerin ve Türkiye’nin tutumunun özet analizinin yapılması isabetli olacak. Uçağımızın düşürülmesinden hemen önce New York Times Gazetesi, CIA’nin Türkiye aracılığıyla Suriye muhalefetini silahlandırdığını yazdı. AKP iktidarının, Beşar Esad rejiminin devrilmesinde ABD'nin taşeronluğunu yaptığı apaçık belli. Fakat bu işi de çok acemice yapıyor. Esad’ın uzun süren direnişi de ciddi hesap hataları yapıldığını göstermiyor mu?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Suriye’yi İran’dan kopararak İran’ı yalnızlaştırmak isteyen ABD, Esad rejimini devirme sürecinde AKP Hükümetine önemli bir rol vermiş görünüyor. Ancak gaza gelen Ankara, Suriye’de çok acul, hatalı ve hesapsız bir politika izledi. Esad rejiminin birkaç ay içinde çökeceğini hesapladı ve Esad ile köprüleri çok erken attı. Böylece rejimin amansız düşmanı rolüne heyecanla soyundu. Ankara, Esad rejiminin düşmanlarını toplayarak Türkiye'yi, Suriye muhalefetinin merkez üssü yaptı. Hür Suriye Ordusu’nun karargahını Türkiye’de kurdu. Suriye içindeki muhalefeti silahlandırma faaliyetinin bir kısmının da Türkiye üzerinden yürütüldüğü artık bir sır değil. Bu gerçek dünyaca biliniyor. Bu şekilde Türkiye, Suriye’ye ismi konmamış bir savaş ilan etmiş oldu. Ancak, bu batağa balıklama dalan Ankara, bir süre sonra yapayalnız kaldığını fark etti. Çünkü, Birleşmiş Milletler, Rusya’nın Güvenlik Konseyi’ndeki vetosu nedeniyle duruma müdahale etmek şöyle dursun, etkili yaptırım bile uygulayamıyor. Annan Planı yaptırım içermediğinden işlevini yerine getiremiyor. AKP iktidarını, övgüler yağdırarak ve sırtını sıvazlayarak öne süren Obama yönetimine gelince... Obama, seçim yılında askeri macera istemiyor. Böyle olunca, ABD'nin liderliğiyle NATO’nun doğrudan devreye girmesi de mümkün görünmüyor. Arap Birliği ise Türkiye’yi desteklemek hususunda eski hevesini kaybetmiş görünüyor. Bu durumda, Rusya’nın vetosuna sırtını dayayan ve hiçbir yaptırımdan korkmayan Esad da direnişçi şehirleri topa tutup kitlesel katliamlar yapmakta beis görmüyor.

UD: AKP Hükümeti'nin, Esad’ın direniş gücünü hesaplama hatası nereden kaynaklandı?


ŞE: Hükümet, durumun sağlıklı bir analizini yapabilseydi, Esad’ın isyancılara ve dış baskılara kolay kolay pes etmeyeceğini görürdü.  Esad yönetiminin direnci şu üç nedenden ileri geliyor:
Birincisi, subayları ve üst komuta kademesi Nusayrilerden oluşan ordu kaderini Esad’ınkine bağlamış durumda. Askerler, rejim düşerse 40 yıllık Baas iktidarının yaptığı zulüm ve yolsuzlukların hesabının kendilerinden sorulacağını biliyorlar. Sünni unsurlardan kopmalar var, ama bunlar henüz orduyu zafiyete uğratacak düzeye erişmiş değil.
İkinci neden, Rusya faktörüdür. Rusya, Suiye’ye Ortadoğu’daki son kalesi olarak bakıyor ve rejimi desteklemeye azmetmiş görünüyor. Aynı şekilde İran da, kesinkes rejimi sonuna kadar destekleme kararında.
Üçüncü neden ise, Batı kaynaklarına göre nüfusun önemli bir kısmının rejime destek vermeye devam etmesi... Nüfusun yüzde 12’sini oluşturan Hıristiyanlar ve yüzde 5’ini oluşturan Dürziler ile yüzde 11’i civarındaki Alevilere ilaveten, orta gelirli ve varlıklı Sünnilerin önemli bir kesimi de rejimi destekliyor. Bu tutum, Esad’dan sonra ülkeye ya kaosun, yahut da Müslüman Kardeşler ile Selefilerin hakim olacağı hususundaki derin endişeden ileri geliyor.

UD: Peki böyle bir korku, Suriye’nin içini karıştıran Erdoğan Hükümeti tarafından duyulmuyor mu?

ŞE: Ankara bu hususta bir endişesi olduğunu açıklamadı. Ama, ABD ile Rusya endişeliler... Suriye’de seküler eğilime sahip Baas rejiminin tasfiye edilmesi durumunda, iktidarı ele geçirecek olan Sünnilerin kuracağı radikal rejimin, Aleviler ile Hıristiyan nüfusa karşı tutumundan ciddi endişe duydukları anlaşılıyor. Yani gelişmelerin kanlı bir mezhep savaşına yol açması tehlikesi Washington ve Moskova'yı düşündürüyor. Bu görüşle, Washington ile Moskova’nın, “Esad gitsin, rejimi kalsın'' şeklinde bir formül üzerinde mutabakat sağlayabilecekleri hususunda Batı basında spekülasyon yapılıyor. Ancak, çoğunluğu oluşturan Sünni Arapların böyle bir formülü kabul etmeyeceklerine de kesin gözüyle bakmak gerekiyor.

UD: Mezhep savaşı senaryosu, Ortadoğu için Türkiye’yi de kapsamına alabilecek bir felaket olmaz mı?

ŞE: Tamamen öyle. Ancak, Türkiye ve ABD’nin isyancılara silah yardımında bulunarak, böyle bir felaket senaryosunu tetikleyecek  süreci başlattıkları görülüyor. Suriye ordusu ile isyancılar arasındaki uzun erimli bir yıpratma savaşının sonucu belli... Suriye’deki etnik, dinsel ve siyasal keskin rekabet ve husumet ortamı nedeniyle bu sürecin ülkeyi kan gölüne çevirmesi ve mezhep savaşına dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu savaşa İran El Kuds, Suudi Arabistan ise Vahabi militanlarla katılır. El Kaide de bu ortamda kendini yeniden kanıtlama imkanını bulur. Bu süreçte Sünni-Alevi savaşının, İran, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini içine çeken bölgesel savaşa dönüşmesi ciddi bir olasılıktır. Suriye’de karışacağımız bir mezhep savaşı, Türkiye’nin mezhepsel-kültürel dokusu üzerinde de çözülme etkisi yapar. Görüleceği üzere bu senaryo, dünya barışını tehdit eden ve bölgesel stratejik dengeleri kökten sarsacak bir felakete  yol açabilir. Tabii bu senaryoda, Suriye’nin üçe veya dörde bölünmesi de gündeme gelir.

UD: AKP iktidarının uyguladığı sürdürülebilir niteliği olmayan bu politikayı hem Türkiye’yi, hem de bölgeyi felakete sürükleyecek bir politika olarak değerlendiriyorsunuz... Analiz bölümünü toparlarsak...

ŞE: Evet, Ankara’nın hesapsız bir acelecilikle Türkiye’yi, Suriye  muhalefetinin merkezi ve Hür Suriye Ordusu’nun karargahı haline getirmesi, Suriye ile köprüleri erkenden atması son derece hatalı  bir politika olmuştur. Esasında, Türkiye’nin, Rusya, İran ve Irak’ı karşısına almasına ve Suriye’yi yeniden PKK ile işbirliğine itmesine  hiç mi hiç gerek yoktu. Türkiye, katliama göz yumamazdı ama, Suriye’ye yönelik politikasını, Esad’la diyaloğu sürdürmesine ve sorunun çözümüne katkı yapmasına imkan veren dengeli bir dozda tutabilirdi. O zaman daha etkili olurdu. Yanlış strateji yanlış ilaç gibidir, öldürür!..

UD: Şimdi Suriye tarafından düşürülen F-4 uçağımıza gelelim. CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bu konuya ilginç bir yorum getirerek, uçağımızın düşürülmesinin Tayyip Erdoğan Hükümeti'nin  Suriye politikasına karşı bir misilleme olduğunu söyledi.

Erdoğan’ın “Bıçak kemiğe dayandı, artık sabrımız tükendi'' türündeki söylemlerinin, bir blöften ibaret olduğu ortaya koymak için yapıldığını vurguladı. Sizce de Esad yönetimi bu eylemle Ankara’ya meydan mı okudu. “Bölge efendisi'' olmayı düşleyen Erdoğan'ın karizması çizildi mi?..

ŞE: Sayın Kılıçdaroğlu’nun görüşlerini üç açıdan değerlendirmek lazım. Birincisi, Sayın Başbakan’ın bugünkü konuşmasında, verdiği detaylı ve net bilgilerle Suriyeli askeri birimler arasındaki iletişim kayıtları, olayın bir kaza değil saldırı olduğunu ve vur emrinin Şam tarafından verildiğini tartışılmaz biçimde ortaya koyuyor. Yani,  uçağımızın vurulmasının kasıtlı olduğu ve taammüden yapıldığı belli.
İkincisi, bu kasıtlı ve hesaplı hareketin, Türkiye’den Suriyeli muhaliflere silah teslimatının yapıldığı ve Esad rejiminin amansız düşmanı rolündeki Başbakan Erdoğan’ın sürekli olarak dünyayı,  meşruiyetini yitiren “Esad rejimini bitirmeye'' çağırdığı bir döneme   denk gelmesinin, bir tesadüf sayılamayacağı aşikar.
Üçüncüsü de, Türkiye şu anda fiili bir misilleme yapacak durumda olmadığına göre, Şam yönetimi Ankara’nın Esad’a yönelik tehditlerinin blöften ibaret olduğunu ortaya koymuş olacaktır. Bu şekilde Esad, hem kendi kamuoyuna karşı durumunu güçlendirecek, hem de muhalefete “Türkiye kağıttan kaplan, ona fazla güvenmeyin'' mesajı verecektir. Yani, Şam’ın vur emri ile Türkiye’nin Suriye politikası arasında kesinkes irtibat olması hususunda ve uçağımızın pervasızca düşürülmesiyle Şam’ın güttüğü amaçlar konusunda Sayın Kılıçdaroğlu haklı.

UD: “Biz büyük devletiz, sineklerin her yaptığına karşılık vermeyiz. Mücadelemizi uluslararası hukuk alanda sürdüreceğiz'' diyen Başbakan, Suriye’ye misilleme yapılmayacağını belirtiyor. Mavi Marmara olayında da haksız yere öldürülen 9 Türk için İsrail’e ne özür diletebildik, ne de tazminat alabildik. Bu sefer de uçağımızın kasten düşürülmesine hiçbir fiili karşılık verilmezse, Türkiye'nin yükselen güç ve Başbakan Erdoğan'ın da bölgede liderlik iddiası inandırıcılığını, “kredibilitesini'' yitirmez mi?

ŞE: Tabii ki kaybeder... Burada iki hususun belirtilmesi gerekiyor. Birincisi, Başbakan Suriye ile angajman kurallarının değiştirildiğini ve Suriye’den Türkiye sınırına yaklaşan her askeri unsurun tehdit olarak değerlendirileceğini belirtiyor. Bunun anlamı “fırsatı bulduğumuz anda cezalandıracağız'' demektir. İkincisi de, tebrike şayan bir durumdur. Başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin hiçbiri yangına körükle gitmiyor. Soruna gayet akılcı ve ihtiyatlı  yaklaşıyorlar. Hepsi, olaya misillemeyle cevap verme yerine,   diplomatik ve uluslararası hukukun el verdiği yol ve yöntemlerin  işletilmesini tavsiye ediyor.

UD: Bu tutumun temelinde ne var?


ŞE: Suriye meselesi bugün Ortadoğu’nun sınırlarını aşarak küresel bir nitelik kazanmış bulunuyor. Soğuk Savaş dönemindeki gibi birbirlerine kılıçlarını çekmiş iki hasım cephe var. Birinci cephenin başını Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar çekiyor. Bunlar Esad rejimini devirmek istiyorlar. ABD de bu cepheye dahil, ancak askeri müdahaleye ve sıcak çatışmaya karşı. Sorunun diplomasi ile çözülmesini istiyor. İkinci cephe, İran’ın liderliğine soyunduğu Şii cephe. Esad rejimini destekleyen bu cephe, Suriye, İran, Irak ve Hizbullah’tan oluşuyor. Rusya bu cepheye tam anlamıyla angaje olmuş durumda. Görüleceği üzere, AKP iktidarı Türkiye’yi, Alevi/Şii-Sünni cephelerini karşı karşıya getiren ve bölge çapında mezhep savaşlarına zemin hazırlayan bir konuma taşımış bulunuyor. Bu politika, Türkiye-Suriye sınırını patlamaya müsait bir fay hattına dönüştürmüş ve burada biriken enerji tehlikeli boyutlar kazanmıştır. Bu nedenle, başta CHP olmak üzere muhalefet partileri bu fay hattını harekete geçirerek, sıcak çatışmaya yol açacak bir kıvılcımı engellemeye çalışıyorlar. İhtiyatlı tutumları bundan ileri geliyor. Anladığım kadarıyla Sayın Kılıçdaroğlu haklı olarak yükselecek tansiyonun savaşa köprülük yapmasından kaygı duyuyor.

UD: Sayın Elekdağ çok teşekkür ederim...

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget