İktidarın eğitim sisteminden ticaret yaşamına, kadının temel insan haklarından yargı kurumlarına kadar her
alandaki keyfi tutumu ve bunun karşısında toplumun “Bu kadar da olmaz ki” refleksi şu Anadolu anlatımını bir kez daha aklıma getirdi:
Zor geçit veren bir dağın bir tarafında verimli ovaya sahip kasaba, öteki tarafında da ticareti kuvvetli şehir varmış. Kasabalılar her yaz sonu ürünü kaldırdıktan sonra hayvanlara yükler, dağı aşıp kente gidermiş. Ürünü satar, düğünü olan çeyizini alır, ötekiler parasını beline sarar kasabaya dönermiş.
Yine toplu halde yaz sonu yola çıkmışlar, kentte işlerini bitirip dönerken dağ başında baskına uğramışlar. Her şeylerini kaptırmışlar, süklüm püklüm kasabaya dönmüşler. Onları karşılayan yakınları şaşırmış. Herkes başına gelenin bir kısmını anlatmış. Kasabanın ileri gelenleri onları anlamakta zorlanınca, soyulanlardan biri durumu şöyle özetlemiş:
“Onlar 3 kişi beraberdi, biz 80 kişi yalnızdık.”
***
AKP iktidarının bunca dayatmasından rahatsız olan geniş toplumsal kesimlerin durumu bu hikâyeye benziyor.
Pek çok ülkenin bugün yaşamakta olduğu ekonomik krizin benzerini Türkiye değişik nedenlerle 2001’de yaşadı. Dönemin iktidarı çok ağır önlemler aldı, bedelini ödedi. Bugünkü iktidar da o önlemlerin sonuçlarının üzerine geldi. Ekonomi dünyasını tamamen kontrolü altına aldı. Eleştiriyi fiilen yasakladı. “Ben gidersem kriz gelir” korkusunu yerleştirdi, devam ediyor.
Eğitim sistemi öylesine karmaşık bir hale geldi ki, artık 12-13 yaşındaki çocuklar okullarının ellerinden gitmekte olduğunu görüp anne-babalarını eyleme sürüklüyorlar.
Öğretmenler artık Milli Eğitim Bakanı’nı dinlemek istemiyor. Zaten dinleyince de bir şey anlamıyorlar.
Kadınlar açısından iş “başörtüsüne özgürlük” noktasını çoktan aştı, doğrudan bedenlerine ulaştı.
Gençler sesini biraz yükselttiğinde en nazik karşılamayı biber gazıyla yapıyorlar.
İç barış konusunda geldiğimiz nokta ayrı bir yazı konusu.
Kim, ne planları yaparsa yapsın, bu tablo yeni bir iktidar arayışının habercisidir. Siyaset hiçbir zaman seçeneksizliğe mahkûm olmaz. Bu, demokrasinin tabiatına uygun değildir.
Bu tabloda CHP’nin muhalefet işlevi, ana muhalefet olarak yapması gerekenler türünden tartışmaların yerini şunların alması gerekir:
CHP nasıl bir iktidar vaat ediyor?
Toplumun gönül rahatlığıyla ve heyecanla, “Ülkenin yönetimini CHP’ye emanet etmek gerekir” diyeceği bir iklim nasıl oluşturulur?
Bunun için de CHP’nin iki önemli barışa ihtiyacı var:
Parti içinde barış, parti ile toplum arasında barış.
Temmuz her iki barışın da önünü açabilir. Önce kadın kolları kurultayı, ardından büyük kurultay sonrasında böyle bir CHP özlüyorum. Sanırım pek çok sağduyulu kesimin de beklentisi bu yönde.
***
Avrupa’da art arda seçim başarıları elde eden sol partiler, hem kendi aralarında hem de toplumun tüm yelpazesiyle “hedef ortaklığı” kurdular. Bir anlamda lider parti öncülüğünde toplumun önemli kesimleriyle fiili koalisyon oluşturdular.
Bugün Türkiye’deki iktidar da adı konmamış bir koalisyon.
CHP, toplumdaki arayışların tümüne yanıt verip “hedef ortaklıkları” kurabilir. AKP iktidarında umduğunu bulamayan ancak CHP’ye de yaklaşmayan ya da araya mesafe koyan kesimlerin istemlerini birkaç sözcükle özetleyip onlara şu söylenebilir:
“Bak, hedefimiz ortak...”
***
21 Ekim 1999’da aracına konan bombayla katledilen gazetemiz yazarı, CHP İzmir Milletvekili Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın ağabeyi Mahmut Tankut Kışlalı’yı bir başka terör, trafik terörü sonucu kaybettik. Huyu, boyu hep birbirine benzeyen Kışlalı’lardan Mahmut Bey’le çok seyrek ama çok sıcak görüşürdük. Onunla konuşurken kendimi çok berrak, duru bir suyun kıyısında hissederdim.
Tüm cumhuriyetçilerin, centilmenliği yaşam biçimi olarak benimsemiş herkesin başı sağ olsun.
Yorum Gönder