Nur Topu Gibi Bir Krizimiz Oldu! - Orhan Birgit

Sadece Türkiye değil, dışımızdaki ülkelerin kamuoyu da Cumartesi günü Suriye hava sahasına girdiği için düşürülen jetimizi konuşuyor.
Uluslararası gündemin bu ilgisi, Ankara ile Şam arasında birdenbire patlayan bu gerginliğin, giderek daha da tırmanmasından doğabilecek bir krizin endişesinden doğuyor.
Bu yüzden de Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçağın, keşif amacı ile mi yoksa yanlışlıkla mı Suriye hava sahasına girdiğinin tatmin edici yanıtları aranıyor.
Suriye’nin, düşürülen uçağın Türkiye’ye ait olduğunu bilmediğini söylemesi inandırıcı değildir.
Tıpkı bizim resmi ağızlarımızın da, komşu ülkenin hava sahasını yanlışlıkla ihlal ettiğimizi ileri sürmesi gibi!
Şayet Erdoğan için, Suriye diktatörü yine “Kardeşim Esad” olsaydı, iki ülkenin liderlerinin yanı sıra Först Leydi’leri de el ele pozlar vermeyi sürdürselerdi, bir askeri uçağımızın sırf eğitim amacı ile Erhaç’tan havalanıp, İskenderun Körfezi’nden dönerken hata sonucu ile Suriye semalarında uçtuğu kabullenilebilirdi.
Oysa “Kardeşim Esad”ı devirmek amacı ile Suriye’de başkaldırmış olan Özgür Suriye Ordusu adındaki kuruluşa silah dahil her türlü lojistik desteği vermeyi üstlenen AKP iktidarının, Şam’da bir iktidar değişikliği beklentisi amacıyla planlar yapan Washington’la eşgüdüm halinde çalıştığını dünya âlem bilmektedir.
Bu yüzdendir ki, hava sahası ihlal edilmiş olan Suriye’nin Akdeniz sahilinde Rus üssünden ya da o tesisin hemen yanı başında yine Rusya tarafından Suriye Ordusu için oluşturulmuş savunma bataryalarından atılan bir füze, birisi Yüzbaşı; ötekisi Teğmen iki civanımızın da şehit olmasına yol açmıştır.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Suriye resmi makamlarının, “O uçağın Türklere ait olduğunu bilmiyorduk” demesini kabul edilemez olarak görmekte haklıdır.
Ama Suriye’nin “Sizin askeri uçağınız hava sahamızda ne arıyordu?” dememekle, Türkiye gibi çok önemli bir komşuyu daha fazla germemeyi amaçladığını da bilmeliyiz.
Şam Hükümeti’ne verilecek protesto notası için, Suriye ile resmi ilişkilerimizi askıya almamızın gerekçesi bile aşırı ölçülerde olmuştur.
Komşunun diktatörlük ile yönetilmesi, yeni bir olgu değildir. Bu bir.
Bir ülkenin kendi yönetim biçimi bizi doğrudan ilgilendirmemelidir. Bu da iki.
Kaldı ki, Arap dostlarımızdan en sıcak ilişkiler sürdürdüğümüz ülkelerin başında gelen Suudi Arabistan, demokrasinin göstermelik olmasına bile ihtiyaç duymayan, şeriat yasalarını özümsemiş; vatandaşları arasında cins ayrımı yapmayı doğal sayan bir monarşi değil midir?
Her fırsatta altını çizerek vurguluyorum:
Suriye’yi hasım olarak karşımıza almaktan en fazla hoşlanacak olan PKK terör örgütüdür.
Krizi daha fazla sürdürmek ve gerginleştirmek de PKK’ye yarayacaktır.
Bu olguları bir yana atarak, kriz gündemini NATO’ya, AB’ye ve ABD’ye taşımanın, hele Bayan Clinton’ın dolduruşlarına gelip tırmandırmanın hiç gereği yoktur.
Daha bu yılın nisan ayında, ortada bugünkü kriz yok iken, ama ufukta belirtileri görülmeye başladığında, dünyaca ünlü tarihçi Webster Griffin Tarpley’in uyarılarını unutmayalım.
Ne diyordu Tarpley?
“Türkiye, Suriye’de tampon bölge kurarsa, bu modern Türkiye’nin parçalanmasına yol açacak bölgesel savaşa doğru dev adım olur.”
Silah tüccarları Ortadoğu’da çıkacak bir çatışmayı, stoklarını eritmek için dört gözle beklerken...
Aklımızı başımıza alarak sağduyumuzla hareket etmeliyiz.
Başbakan’ın bugün AKP Grubu’nda yapacağı konuşmada, Türkiye’nin bölgedeki üstünlüğünün altını çizerek ama barışa hayati önem veren bir ülke olduğunu da vurgulayarak krizi büyütmek yerine; dondurmasını beklemeliyiz.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget