Birincisi, bisküvilerin arasına lokum sıkıştırıp yemek, yani MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin deyimiyle ''püskevit!'' yapmak!
Diğeriyse çikolata!.. Hele kırılmış olarak satılan Beyoğlu çikolatasına bayılırdım!
Özellikle bayram günleri paraları toplayınca arkadaşlarla ilk işimiz, mahalle bakkalının yolunu tutmak olurdu...
Bakkal Mehmet Amca, üç-beş kiloluk kutulardan kepçeyle aldığı bisküvileri kese kağıdına doldurur, lokumu da ayrıca külaha koyup verirdi.
Bizim çocukluğumuzda çikolata çok pahalıydı!..
Doyuncaya kadar çikolatayı, ancak rüyalarımızda yerdik!
Ama her şey tertemizdi.
İnsanların kalpleriyle birlikte gıdalar da henüz kirlenmemişti!
Köşeyi dönmek için halkın sağlığıyla oynamak, kimsenin aklının ucundan geçmezdi!
Sahtekarlık yaptığı ortaya çıkan biri, kaçacak delik arardı.
Mahallenin çocukları bunların peşlerine düşer, arkalarından “Sahtekar!.. Sahtekar!.. Elinde kaldı mı kar!'' diye bağırırdı.
***
Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey!..
Çocukluğumun tatları da, toplumsal çöküşün enkazı altında kaldı!
***
İlk büyük hayal kırıklığını, arasına lokum sıkıştırıp afiyetle yediğimiz bisküvilerin üretildiği fabrikada yaşadım.
Engellemeleri aşıp içeriye girdiğimizde gözlerime inanamadım!Makinelerin tümü kir pas içindeydi. Yoğun pas nedeniyle renkleri kahverengiye dönüşmüştü. Her tarafı örümcek ağları kaplamıştı.
Teneke bisküvi kutularının içi fare doluydu!..
Farelerin bazıları öylesine iriydi ki, içine zor sığdıkları kutularla birlikte kaçmaya çalışıyordu!..
Üretimde kullanılan kuyunun suyu, mazot kıvamındaydı!
Şimdi sıkı durun!
Fabrikanın sahibi, o dönemin Gıda İşverenleri Sendikası ve Milli Prodüktivite Merkezi başkanıydı!
***
Bu şoku atlatmaya çalışırken, daha beterlerini yaşadım!
Bazı çikolata fabrikalarında son kullanma tarihi çoktan geçmiş çeşitlerin piyasadan toplanarak tekrar kullanıldığını, ya da etiket değişikliğiyle, sanki henüz üretilmiş gibi piyasaya sürüldüğünü gördüm!..
Mide bulandırıcı hilelere tanık oldum.
Farelerden söz etmiyorum.
Çünkü bir süre sonra farelerin kadrolu olarak çalıştırıldıklarına inanmaya başladım!..
Bunların büyük bölümü merdiven altı tabir edilen kaçak yerlerdi.
Ancak aralarında Tarım Bakanlığından üretim izni almış olanlar da vardı.
Hatta biri, Amerika'ya bile ihracat yapıyordu!
Hiç unutmuyorum.
Denetimlerden birine, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü yetkililerinden İrfan Yılmaz'la birlikte gitmiştik.
İrfan Bey çok dürüst, mevzuatı gayet iyi bilen, titiz ve çalışkan bir bürokrattı.
Çikolata fabrikası sahibinin hazırlattığı “ikram kolilerini'' almayı reddedince, inanılmaz iftiraların hedefi olmuştu!
Ülkede dürüstlük yılları bitmiş, dürüst olanların cezalandırıldıkları yıllar başlamıştı!..
***
Bisküviciler, çikolatacılar ve lokumcularda gördüklerim nedeniyle, artık çocukluk tatlarıma veda etmek üzereydim.
Bir gün İrfan Bey'e “Allah aşkınıza beni, hile hurda yapılmayan, hijyene dikkat edilen, ürünlerini gönül rahatlığıyla yiyebileceğim bir yere götürün. Koskoca İstanbul'da yok mu böyle bir yer?'' diye sordum.
“Olmaz olur mu Uğur Bey çok var! Gelin sizi örnek bir tesise götüreyim!'' dedi.
Hiç haber vermeden, Esenyurt'taki bir çikolata ve pasta fabrikasına gittik.
Gezmeye başlayınca kendimi sanki çikolata fabrikasına değil de, uzay laboratuvarına gelmiş gibi hissettim.
Her taraf pırıl pırıldı.
Makineler son teknoloji ürünüydü.
Temizlik ve hijyen anlayışı en üst düzeydeydi.
Öylesine titizlikle çalışılıyordu ki, dayanamayıp “ürettiğiniz çikolatalara da bone geçiriyor musunuz?'' diye takılmadan geçemedim.
***
Aradan geçen yıllarda fabrika büyüdü, makineler yenilendi, dünyada bir benzeri olmayan, yaklaşık 300 milyon Euroluk eşsiz bir tesis haline geldi.
Bu büyük başarıyı sağlayan kişi, eğitimini ortaokulu birinci sınıfta bırakmış, 13 yaşından bu yana gece gündüz demeden çalışan, Selahattin Ayan adlı mütevazı iş adamı...
Gece- gündüz çalışıyor derken, inanın hiç abartmıyorum.
Fabrikadan gece 23.00'de çıkıyor, sabah gün ışımadan 03.00'de işbaşı yapıyor. Günde 3-4 saat uyuyor.
Rezidans olarak değerlendirse, milyonlarca lira kazanacağı arsasında, şimdi pastacılık ve aşçılık okulu inşa ediyor.
Rakiplerini kıskanmıyor, hiçbirinin işyerine “Acaba onlar ne yapıyor?'' diye bakmıyor!
Ödenekleri yetmediğinden resmi tören ikramlarında zorlanan kamu yetkililerine, hazırladığı dev pastalarla karşılıksız yardım ediyor.
Paraya pula değer vermiyor...
Çocukların çikolatayı çok sevdiklerini bildiği için, sık sık okulları davet ediyor.
Öğrencileri fabrikanın girişinde çikolatadan imal ettiği, musluğundan çikolata akan çeşmede karşılıyor.
Doya doya çikolata içiriyor, minik elleriyle pasta yaptırıyor.
Onları seyrederken, çocuk olasım geliyor...
***
Giriş katındaki salonda sergilediği fotoğraflar, aynı zamanda ne kadar vefalı bir insan olduğunu da gösteriyor.
Eski başbakanlar, bakanlar, genelkurmay başkanları, komutanlar...
Bu kişilerin ikbal günlerinde çektirdikleri fotoğraflar o gün nereye asılmışsa, bugün de aynı yerde duruyor.
Zamana ve zemine göre fotoğrafların yeri değişmiyor, köşesine çekilmiş olanların telefonlarına çıkmamazlık etmiyor!..
Hem sağlıklı, kaliteli üretim yaptığı, hem de adam gibi adam olduğu için, Selahattin Ayan, gıda konusunda benim gibi “sıfırcı'' birinden bile, 10 numara almayı hak ediyor...
Yorum Gönder