Açıklayanlar oldu ama, ben de ilk elden açıklamasını yapayım.
“Sam” Rusçada “kendi” demek. “İzdat” yine Rusça “izdaniye” (yayın), “izdatelstvo” (yayınevi) sözcüklerinden türetilmiş. Böylece “samizdat”, bir yayınevi tarafından basılmayıp yazarın kendisi tarafından yayımlanan kitap anlamına geliyor gibi olsa da, el altından basılıp dağıtılan yayın anlamında kullanılıyor. Rusçanın uluslararası dile armağan ettiği sözcüklerden biri…
Soner Yalçın’ın “Samizdat”ını okurken bir an Stieg Larsson’un “Ejderha Dövmeli Kız”ını okuyormuşum duygusuna kapıldım…
Benzerlik, Soner Yalçın’ın, hele içinde bulunduğu koşullarda daha da hayranlık duyulası yazarlık başarısıyla ilgili değil sadece…
Beni ilgilendiren asıl benzerlik, her iki kitabın içeriğinde ve kurgusunda başlıca yere sahip olan internet olgusunda…
Larsson’un romanı konu örgüsü bakımından ancak internet çağında yazılabilirdi…
Soner Yalçın’ın “Samizdat”ı gibi…
Romanın kahramanı, internet şifrelerini kırarak sahtecilikleri nasıl bir bir ortaya çıkarıyorsa, Soner Yalçın da kitabında Ergenekon, Balyoz vb. adı verilen sahteciliklerin ardındaki gizli oyunların, kurguların, internet düzenbazlıklarının şifrelerini kırarak, tıpkı bir polisiyede gibi, tüyler ürpertici yalanları, oyunları, cürümleri gözler önüne seriyor…
Bu kitabı okurken bir kez daha anlıyoruz ki, bu kadar karmaşık ve dolaşık düzenbazlıklar, ancak internetin çok gelişmiş olduğu ülkelerde söz konusu olabilir…
Buradakiler bu kadarını beceremez…
Bu işler internetin anayurdunda düzenlenmiş, kurgulanmış ve sahneye konulmuştur…
***
Geçen haftaki Silivri Cezaevi notlarımda, bana orada verilen yazılardan, mektuplardan söz etmeyi sürdüreceğimi yazmıştım.
Şimdi onları daha yakından incelerken içimin daraldığını hissediyorum…
Nasıl bir sahtecilik, düzenbazlık düzeneği kurulmuş olduğunu büyük bir öfke, derin bir üzüntüyle görüyorsunuz…
22 Eylül 2011 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Deniz Kurmay Kıdemli Albay M. Koray Eryaşa, teknik açıklamalarla dolu yazısında, tutuklanmasına dayanak olan “1 sayfa imzasız dijital yazı”nın geçersizliğini 41 sayfa resmi belge ve 397 sayfalık bilirkişi raporlarıyla kanıtlamış olmasına karşın, tutukluğunun neden hâlâ sürdüğünü soruyor.
En son görevi Gölcük Deniz Ana Üs Komutanı olan, 7 aydır tutuklu Tuğamiral Ali Sadi Ünsal; haksız, adaletsiz yargılamaya ve böyle bir yargılamaya destek olan ya da seyirci kalan medyaya haklı ve ağır eleştiriler yönelttiği açıklamalarında, davaya esas olan sözde kanıtların tamamının imzasız, sahte dijital veriler olduğunu; sahteliklerinin yabancı ve yerli bilirkişi ve uzmanlarca belgelenerek kanıtlandığını, bugüne kadar 1500’ün üzerinde somut, yani tartışılmayacak düzeyde sahtecilik saptandığını, fakat mahkemenin bütün bunları yok saydığını belirtiyor… Sayın Ünsal haklı olarak, bu davalar TV ve radyolarda bir gün dahi canlı olarak yayınlansa halkın algısının bir anda değişeceğinden kuşku duymadıklarını söylüyor.... Gerçekten de, nedir bu yayın yasağı? Bunun adı faşizm değilse nedir? Silivri duruşmalarının bir esir kampında yapıldığının bundan daha açık bir kanıtı olabilir mi?
Geçen haftaki yazımda da söz ettiğim, 23’ü general rütbeli 50 imzalı ortak açıklamadan okuyalım:
“Bu davada 250’si tutuklu 365 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu yatmaktayız. Bunlardan yarısı halen görevde olan muvazzaf personel olup, 57’si ise her rütbeden general ve amiraldir. Bizler bir ‘hukuk garabeti’ iddianame ile kendi ülkemizde aylardır özgürlüğümüzden yoksun, esir olarak tutuluyor ve dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde haksız ve hukuksuz olarak yargılanıyoruz.”
Bu sözleri ve benzerlerini bir çığlık olarak algılıyor ve bütün bunlara son verme gücünden yoksun bu ülkenin bir yurttaşı olmaktan derin bir acı, keder ve utanç duyuyorum…
***
“Samizdat”la başladım, onunla bitireyim… Sevgili Soner’in kitabında, kimi kez tek bir cümlede, yazarın bilgece, filozofça özdeyişlerini okuyoruz.
Ona özenerek ben de bir özdeyiş (aforizma) söyleyeyim:
İnsanın alçalmasının da yükselmesinin de sonu yoktur.
“Samizdat”ta adları geçen (medyada, başka yerlerdeki) alçaklar, pişman olup özeleştiri yapmak şurada dursun, giderek daha da alçaklaşacak, gün gelecek insan içine çıkamayacaklardır…
Bugün acı çeken, namuslu, onurlu, cesur insanlar ise, dik durmalarının ödülünü, kendi benliklerinde ve toplumda daha da saygınlaşarak kazanacaklardır…
12 Eylül 1980 sonrasının cezaevinde ve sürgünde acı çekenlerinden biri olarak, bunun böyle olduğunun ve böyle olacağının yakın bir tanığıyım…
Bugün ve yarın öğleden sonra TÜYAP İZMİR KİTAP FUARI Cumhuriyet Kitapları standında okurlarımla buluşuyorum.
Yorum Gönder