Ahmet Türk aday olunca hapisten çıkmış - Can Ataklı

Son yıllarda gazeteciliğin öldüğünü söylüyorum çeşitli konuşmalarımda. Örnek verirken de “İktidarın yarattığı korku ortamı nedeniyle gazeteciler reflekslerini kaybetti. Eskisi gibi sormak, sorgulamak, fikri takip kalmadı” diyorum.

İnternet ortamı bilgiye ulaşmayı olağanüstü kolaylaştırdı ama, bir tür tembellik de yarattı. Copy-paste denilen kopyala yapıştır sistemi neredeyse hepimizin ruhuna işledi.

Bilgiye ilk ulaşan yazıyor, gerisi sadece onu referans alıyor, başkasını araştırmıyor artık.

Belli ki “yeni Türkiye’nin!” gazetecilerinin bu alışkanlığına ben de uymuşum.

Bunu önceki gece her hafta sürekli olarak katıldığım Kanaltürk’teki Merkez Siyaset programında fark ettim.

Tarık Toros’un sunduğu programa konuk olarak katılan eski bakan Fikri Sağlar’ın anlattığı olay bir anlamda benim de suratıma tokat gibi patladı.

Melih Altınok’un da katıldığı programda 23 Nisan resepsiyonunu konuşuyorduk. Konu CHP’nin resepsiyona katılmamasına gelince ben de “Tahminim CHP böyle anlamlı bir günde tutuklu milletvekilleri olmasına karşı duyarlılık göstermek istedi” dedim.

Fikri Sağlar bunun mümkün olabileceğini söyledikten sonra milletvekili adaylıklarına YSK’nın karar verdiğini belirterek seçilmiş kişilerin henüz mahkûm olmadıklarını ve serbest bırakılması gerektiğini belirterek çok ilginç bir örnek verdi.

Sağlar “Herkes önceki genel seçimde seçildiği sırada tutuklu olan Sebahat Tuncel’in serbest bırakılmasını örnek gösteriyor, oysa çok daha çarpıcı başka bir örnek var” dedikten sona anlattı:

“1987 yılında SHP’nin Genel Sekreteriydim. Parti Meclisi Ahmet Türk’ü Mardin’den aday gösterme kararı aldı. Ancak Türk o sırada Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu olarak yargılanıyordu. Yüksek Seçim Kurulu Ahmet Türk’ün aday olmasına mani bir durum olmadığını bildirince, kendisini aday yaptık.”

Sağlar “Biz aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na teslim ettik, Ahmet Türk ertesi sabah tahliye edildi. Şimdi daha demokratik olduğumuz, normalleştiğimiz söyleniyor. O tarihte hâlâ askeri hâkimiyet vardı, sıkıyönetim sürüyordu. Mahkeme bırakın seçilmiş olmayı aday olmayı bile tahliye için yeterli görmüştü” dedi.

Bu bilgiyi ilk kez duyuyordum. Şu ana kadar başka bir gazetede de okuduğumu hatırlamıyorum, yazan olmuşsa özür dilerim ama öyleyse bile belli ki hiç dikkat çekmemiş.

Sağlar’a yayında “O halde sizi eleştiriyorum şimdi” dedikten sonra devam ettim “Bu çok önemli bir bilgi, aynı zamanda tutuklu milletvekilleri için önemli bir örnek, siz bunu neden CHP yöneticilerine söylemediniz ya da onların neden haberi yok, o dönem SHP’de olan sadece siz değildiniz ki, başkası neden hatırlamadı bile?”

Sağlar’ın cevabı daha da çarpıcıydı. “Söylemez olur muyum, ama söylediğim isimler CHP’den tasfiye edildiler. Diğerlerinin niye hatırına gelmedi onu bilemem.”

Bundan 25 yıl önce tutuklu bir kişi aday olunca serbest bırakılıyor, bugün ise seçilmişler adeta esir tutuluyor.

Sonra “Bu ileri demokrasi değil ileri giden demokrasi” diyorum, bazıları alınıyor, bozuluyor.
*****

Ramazan sabitlenemez, Kutlu Doğum Haftası sabitlenir

İlk defa yazmıyorum, birkaç yıldır yazıp dikkat çekmeye çalışıyorum, ama malum koro hep tepki gösteriyor.

Kutlu Doğum Haftası’nı kutluyoruz. Anlamı şu: Diyanet 1989’da peygamberimiz Hazreti Muhammed’in doğum gününü miladi takvime göre sabitledi ve bu kutlu günün bulunduğu haftayı Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etti. Hz. Muhammed’in doğum günü miladi takvime uyarlanınca nisanın üçüncü haftasına denk geliyor.

İlk başlarda pek dikkat çekmeyen bu uygulama ileriki yıllarda “Kutlu Doğum Haftası 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na özellikle denk getirildi” eleştirilerine neden oldu.

Hatta bu haftanın Fethullah Gülen’in doğum gününe denk getirildiği bile söylendi.

Hepsini bir kenara bırakıyorum. Cumhuriyet ilan edildikten sonra takvimde de değişiklik yapılmıştı ama dini günler bakımından kameri takvime uyuldu. Ramazan ya da Şeker Bayramı, Kurban Bayramı, bütün kandillerde olduğu gibi.

Birkaç kez asla dini açıdan değil ama dinin de emri olan “zamana göre yaşamı kolaylaştırma” ilkesinden hareketle Ramazan’ın miladi takvime göre sabitlenebileceğini iyi niyetle yazmıştım. Kıyamet kopmuştu. Dini günlerde hicri takvim kullanılmasının esas olduğu, İslam’ı sulandırmaya kimsenin kalkamayacağı, dini bilmeyenlerin ahkâm kesmemesi gerektiğini söylemişlerdi. Ama nedense Kutlu Doğum Haftası’nın miladi takvime uyarlanmasına kimse karşı çıkmıyor.

Sahi neden?
*****

Anıtkabir’i ziyaret edenlerin sayısı Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden kaldırılmış. Belki de “internette kara propaganda“ suçlamasıyla karşı karşıya kalmak istememişlerdir! (Gani Yıldız)
*****

Bulduğunuz her boşluk sizin yolunuz değildir

Trafikle ilgili yazılarımda sürücü hatalarının da ele alınması gerektiğini belirtmiştim.

Özellikle İstanbul trafiğini arapsaçına çeviren etmenlerin başında sürücü hataları ve hatta sürücülerin saygısızlığı geliyor. Örneğin sıkışık trafikte ilerliyorsunuz. Sağda otobüs durağı var ve otobüsler trafiği engellemesin diye cep denilen boşluk yapılmış.

Saygısız sürücü o cebe giriyor, sadece 4-5 araba geçtikten sonra tekrar sola kırıp şeride girmeye çalışıyor. O sırada diğerleri durmak zorunda kaldığından daha fazla birikme oluyor.

Yine üç şerit akıyor, sağda bir çıkış var. 25 metre öncesinden sağa dönecekler için yol yavaş yavaş genişliyor ki sağa dönecek dönsün, devam edecek etsin. Yine o kurnaz saygısızlar, sanki sağa dönecekmiş gibi bu boşluğu kullanıyor, tam kavşakta tekrar sola girmeye çalışıyor. Başkaları da aynı yolu izleyince hem kavuşma noktası huni gibi şişiyor, hem de sağa dönecekler dönemiyor.

Trafik davranışı demokrasinin hazmedilmesiyle direkt ilgili. Herkes demokrasiye inandığını söylüyor ama demokrasinin en basit uygulama alanında pek çok kişi sınıfta kalıyor.
*****

Farkında mıyız, Irak’la da savaşabiliriz

Hepimiz 28 Şubat dalgasına kaptırdık kendimizi. Ama dünya 28 Şubat’la dönmüyor. İşe bakın, “gıkını çıkaramaz” sandığımız Irak da bize kafa tutmaya başladı. “Türkiye düşmanca yaklaşıyor” dedi Irak Başbakanı Maliki. Üstelik bunu, karşılıklı 2 milyon insanın öldüğü akılsızca bir savaş yaşadıkları İran’a giderken söyledi.

Açıkta bunu söylediğine göre Ahmedinejat’la görüşürken neler söylemiştir.

“Sıfır sorun dış politikadan” geldiğimiz noktaya bakın.

Suriye ile savaşabiliriz, Irak’la kapışabiliriz, bunun sonunda Güneydoğu her an patlayabilir, Ermenistan’da Türkiye aleyhtarlığı doruğa çıktı, Rusya hiç de hoş bakmıyor, Yunanistan’la yeni bir Kardak krizinin eşiğinden döndük, Bulgaristan’la bir şey var mı şu anda belli değil.

Kamuoyu başka işlerle oyalanıyor ama bunların farkında olmak zorundayız. Kimi savaş çığırtkanları hâlâ “Suriye’ye ne zaman gireceğiz” diye sorup duruyor, girersin girmesine de, diğerlerini ne yapacaksın?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget