İslamın Sağı Solu - Mine Kırıkkanat

1 Mayıs’ta Fatih’ten Taksim’e yürümek üzere örgütlenen Antikapitalist Müslüman Gençler topluluğu, medyanın ilgi odağı.
İslamiyetin -nihayet(!)- sol ile buluşması, sosyalizm hakkında fikirden çok zikir sahibi bir kesimi hem heyecanlandırdı hem de umutlandırdı.
Aynı kesim, 1970’lerde “bacı kültürü”nü de sosyalizm gereği kucaklamış, günümüzde bile rağbet gören “ulusal sosyalizm” diye uyduruk bir kavramı, uluslararası demek olan “Enternasyonal” marşına uydurmakta bir çelişki görmemişti!
Zaten fikri yok, zikri çok olmak böyle bir şeydir. Ulusalcı sosyalistim dersiniz, ama “nasyonal sosyalizm” ifadesinin, faşizmin tarifi olduğunu ya bilmezsiniz ya da düpedüz faşistsinizdir, dolayısıyla ifadesinden de rahatsız değilsinizdir.
Olabilir.
Sosyalizmin, yıkılan komünist blok ülkelerindeki uygulamasına bakılırsa, solcu faşizm olduğu da söylenebilir. Ama insan, bu anlamda bir “ulusal sosyalizm” söylemine arka çıkarken, hiç olmazsa kavramın, soldaki değil, sağın hası faşizm demek olduğunu bilir!
Neyse.
Demek istediğim şu ki, “milli sol” nasıl bir abukluksa, “dini sol” da öyle bir abestir. Çünkü sol dediğimiz sosyalist düşünce, insanlığı uluslararası bir bütünde kavrar ve insana ilişkin mücadelesi, dil, ırk, ulus ya da ümmet ayrımını reddeden, emeği ölçü alan sınıflandırmaya dayanır. Bu yüzden “halklar”dan söz eder, milletlerden değil. Oysa ulusal (milli) ya da Müslüman sol tanımında bile, sosyalizmin bu temel ilkesine ters düşen, çünkü insanları daha baştan milliyetine ve dinine göre sınıflandıran ayrımcılık vardır.
***
İslami bir sosyalizm hayalleri kuranlar, Hıristiyan sosyalistlere özeniyorlar. Ama görmezden geldikleri çok önemli bir eksik var: Hıristiyanlık, ortaçağdaki azgın baskıcılığının sonunu getiren Rönesans (ki, yeniden doğuş anlamına gelir) ayarı geçirdi ve aydınlanma dediğimiz bu çağı, bir yüzyıl içinde aralıklarla süren din savaşları ve mezhep bölünmeleriyle sonuçlanan devasa reformlar izledi. Dinin devlet üzerindeki yetkisi yitti, toplumdaki etkisi bitti.
Başka bir deyişle Hıristiyanlık, gölgesi devletin üzerinden kalktıktan, insanların Ali kıran baş kesen kâbusu olmaktan çıktıktan ve en önemlisi; imanlı imansız, ateist, hatta din düşmanı “öteki”nin yaşam, ifade ve irade hakkını tanıdıktan sonra, varmıştır sola. Hıristiyan sosyalistler, demokrasiyi üreten böyle bir sürecin vârisleridir.
Oysa Hıristiyanlıktan 650-700 yıl sonra doğan İslamiyet, böyle bir reform sürecine hiç girmediği gibi ‘ortaçağı’nı yaşamaktadır ve radikalizasyon doruğuna henüz tırmanıştadır, daha ulaşmamıştır.
Hitler’in seçimle işbaşına geldiğini düşünürsek, gerçek demokrasi tanımı din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımsız eşitlik ile ifade özgürlüğünden ibarettir. Din baskısının her geçen gün arttığı ve ifade özgürlüğünün kalmadığı Türkiye’de elbette demokrasi yok, artık. Hatta, din baskısıyla doğru orantılı artan kadın cinayetleri ve Fazıl Say’ın ateist olup din dogmalarını eleştirdiği için ölüm tehditleri aldığına ve manen linç edildiğine bakılırsa, faşizan bir düzen kurulduğu söylenebilir.
***
İşte böyle bir ortamda sosyalist düşüncenin önüne Müslüman tanımını koymak, İslami radikalizasyonun doruğa sol cenahtan tırmanışı olup, alan yayılmasından ibarettir.
Üstelik, fikir yeni değil. 1970’li yılların başında İÜ’de sosyoloji okurken, bilgin hocamız, Prof. Dr. Cahit Tanyol’un saplantısıydı. Döner döner, gerçek sosyalist devrimin, Müslümanlar tarafından ve İslam dünyasında yapılacağını söylerdi. İnanmazdık. Oysa yıllar öncesinden İran devrimini öngörmüştü.
1979’da İran’da devrim yapanlar, antikapitalist ve antiemperyalist Müslüman solculardı. Laik demokratların ve komünistlerin desteğini aldılar. Sonra Humeyni geldi, önce komünistler asılıp kesildi. Ardından laik demokratlar. Şah’ınki kadar baskıcı ve kapitalist bir İslam cumhuriyeti kuruldu. Bugün, İran’ın ulusal gelirinin yüzde 80’ini, nüfusun yüzde 20’si paylaşıyor.
Solun, İran’dan 40 yıl sonra “antikapitalist Müslüman”lara umut bağladığına bakılırsa, Türkiye’nin de nereye gittiği daha iyi anlaşılıyor.
‘G’ NOKTASI
Fransa halkı, bugün cumhurbaşkanını seçiyor. İkinci tura kalan Nicolas Sarkozy ile François Hollande arasında karar kılacak bu seçimler, cumhurbaşkanının kimliğinden öte, ülkenin geleceği için gerçek bir dönüm noktası. Çünkü sorumlusu olmadığı ekonomik krizin faturasını ödemeye zorlanan halk tabanının canı burnunda.
Ama kapitalist düzenin krizi, kapitalist düzen içinde nasıl çözülür, kimse bilmiyor.
Sosyalist François Hollande’ın seçilme şansı daha yüksek görünüyor. Umarım öyle olur. Çünkü bir sosyal patlamayı, ancak kriz yükünün daha hakça dağılması ve zenginlerin pamuk ellerini cebe atması önleyebilir. Oysa Sarkozy, büyük sermayenin adamı. Eğer tekrar seçilirse, hem patlama garanti hem de aşırı sağın ve yabancı düşmanlığının kanı iyice bitlenir Fransa’da.
İnsanlar, anlamadıklarına daha kolay inanır.
TACİTİUS

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget