Osmanlı’nın çöküş dönemi ile birlikte Avrupa’nın büyük devletleri bu coğrafyayı dünya egemenliklerinin bir aracı, bir kaldıracı olarak görmüşlerdir. 19. yüzyılda Almanya, İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin ayrıştırılmasına ve parçalanmasına her alanda katkıda bulundular.
Ticarette, eğitimde, askeri ilişkilerde ellerindeki olanakları kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kullandılar. 20. yüzyılla birlikte ABD de Avrupa’ya katıldı.
Eskiden ticaret yolları ağırlıklı bir süreç varken petrolün bulunması ile birlikte “enerji” meselenin odak noktası oldu.
Krallar, şeyhler, şahlar, askeri diktatörler ve dinler bir araç olarak kullanılmaya başlandılar.
Büyük güçler dünya pastasındaki paylaşım kavgalarında Ortadoğu’yu en önemli faktör olarak gördüler. Soğuk savaş döneminde bölge ülkeleri Sovyetler Birliği ve Batı arasında paylaştırıldı. Bazıları ise saatin sarkacı gibi Doğu ile Batı arasında gidip geldiler.
Soğuk savaş sonrasında Ortadoğu, “yeni küresel düzenin kuralları doğrultusunda” yönetilmeye başlandı. Ekonomi ve İslam daha da öne çıkarıldı. Demokrasiden uzaklaştırma yöntemleri değişti. Piyasalar, askerler, dini ve etnik öğeler kontrol altına alınarak küresel düzenin yeni kuralları geliştirildi.
“Küresel sistem kanalı ile” büyük ve güçlü devletlerin etkileri arttı.
Asya-Batı rekabeti
Eski Doğu-Batı çatışması ve dehşet dengesinin yerini “Asya-Batı rekabeti” aldı. Ancak bu rekabetin zemininde yerel savaşlar ve çekişmeler tahrik edildi ve edilmekte.
“Arap Baharı” zemini üzerine oturtulan yeni küresel araçlar sisteme entegre edilerek eski diktatörlerin yerine yeni dikta rejimleri oluşturuluyor.
Arap Baharı, “Ortadoğu’nun sisteme entegrasyonu hadisesidir”.
Ortadoğu’daki ülkeler yerel ve ulusal inisiyatif almayacaklar,
Kendi aralarında iktisadi, siyasi, askeri işbirliğine gitmeyecekler,
Sisteme entegrasyon yolu ile büyük ve güçlü devletlerin ve şirketlerin denetiminde olacaklar.
Ve böyle bir düzen, “demokrasi getiriyoruz” diye pazarlanacak.
Sistemin yeni ortakları
Batı’nın sistemdeki egemen konumu Asya büyüklerinin “sisteme katılmaları sonucu” değişmeye başladı;
ABD ve Avrupa büyüklerinin yanına Çin, Hindistan ve Rusya da yerleştiler.
Güney Amerika ülkeleri, aralarındaki işbirliğini arttırarak eski “böl ve yönet” uygulamalarına artık direniyorlar.
Ancak Batı dışı büyüklerin de katılmaya başlamasıyla “sistem daha da güçleniyor”. Güçlenen sistemden yararlananlar ile zarar görenler arasındaki fark açılıyor. Asya’da da Batı’da da büyük devletlerin lehine işliyor.
Mezhep çatışmaları, etnik çatışmalar özellikle tahrik edilerek küçüklerin sorunları arttırılıyor. Sistemle çatışan eski diktatörler yerine “sistemle uyum sağlayacak yeni diktatörler getiriliyor”.
Ortadoğu örneğindeki Arap Baharı, bu dönüşümün bir laboratuvarı gibi kullanılıyor.
Askerler Mısır’da diktalarını yine sürdürüyorlar, hem de kimi İslami çevrelerle işbirliği yaparak, 12 Eylül örneğinde olduğu gibi.
Libya’da aşiretler ve İslamcılar öne çıkıyorlar.
Suriye’de Müslüman Kardeşler özellikle öne çıkarılıyor.
Ve S. Arabistan, Batı’dan yüz milyarlara yaklaşan bedellerle silahlar almak zorunda bırakılıyor; sanki kendisi kullanabilecekmiş gibi.
Arap Baharı’nda Türkiye’ye oynatılmak istenen rol bir mayın tarlası gibi. Türkiye’nin komşuları ile arası bozuluyor.
Suriye, Irak ve İran ile Türkiye’nin arasının açılmaya başlaması yalnız onlar açısından değil bizim açımızdan da büyük tuzaklara gebe.
İktisadi, siyasi ve askeri olarak her alanda iki tarafa da zarar verecek duruma geldi.
Ve bu mayın tarlasının ortasında da biz bulunuyoruz. Ankara komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmak için inisiyatif almak zorundadır.
Bir bilge ne demiş; “İntikam almak istiyorsan iki mezar kazmak zorundasın”.
Yorum Gönder