Balyoz davasından tutuklu yargılanan ve Hasdal askeri cezaevinde yatan jandarma kurmay albay Mustafa Önsel’den ilginç bir mektup aldım. Biliyorsunuz, Balyoz davası tıkandı.
Sanıkların avukatları duruşmadan çekilmek zorunda kalınca, mahkeme adına yapılacak bir şey kalmadı. Mahkeme davayı kısa kesip bir an önce bitirmeye çalışıyor. Amaç, tutuklu muvazzaf subayların ilk Yüksek Askeri Şura toplantısında TSK’dan atılmasını sağlamak!
Sanıklar ise tarafsız bilirkişi istiyor, ayrıca Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın mahkemede tanık olarak dinlenmesini talep ediyor. Bu isteklerin hiçbiri mahkeme tarafından kabul edilmiyor.
Önce bir gerçeği belgeleyelim. Bütün kurumlar gibi TÜBİTAK da artık iktidarın elinde. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, ne yazık ki bilimsellikten ve tarafsızlıktan sapmış durumda.
Önsel mektubuna belgeler eklemiş, ilginç hususları açıklıyor. İşte “Bilirkişi” olayından belgeli örnekler. Tarihlere dikkat ediniz:
-Mahkeme, Balyoz sanıklarıyla ilgili CD’lerin incelenmesi için işi TÜBİTAK bilirkişisine havale ediyor. Savcılık bu konuda TÜBİTAK’tan uzman bilirkişi istiyor. (Yazı tarihi 4 şubat 2010.)
-Savcılık aynı gün (4 şubat 2010) bilirkişi görevlendirme tutanağı hazırlıyor. Buna göre, Hayrettin Bahşi isimli şahıs bilirkişi seçilmiştir. İşlemlerin jet hızıyla yapıldığı anlaşılıyor!
-Aynı gün Hayrettin Bahşi, aynı tutanağın altına “Elden teslim aldım” diye imzasını atıyor, üstelik görevini tarafsız, bilim ve fenne uygun olarak hazırlayacağı konusunda, namusu ve vicdanı üzerine yemin ediyor!
-Ancak o tarihte yapılmış bir görevlendirme yok! TÜBİTAK, savcılığa yazdığı 9 şubat 2010 tarihli yanıt yazısında “Hayrettin Bahşi görevlendirilmiştir” diyor!
-Demek ki bilirkişi resmen görevli olmadan çalıştırılmaya başlanmış!
Bunlar yargının hassas terazisinde olmaması gereken şeyler. Bilirkişi seçilen şahıs, ortada resmi bir görevlendirme olmadan, gerekli yazışmalar ve tebligatlar yapılmadan göreve başlatılıyor…
Ve verilen olumsuz bilirkişi raporu doğrultusunda nice subaylar gözaltına alınıp tutuklanıyor.
***
Sanık subaylar işte bu durumlara isyan ediyor. Suçlandıkları CD’ler içerisinde bin’den fazla hususun gerçek dışı olduğunu belgeleyip kanıtladılar.
Masum olduklarını söylüyorlar, mahkemeyi inandırmaları mümkün olmuyor.
Albay Mustafa Önsel, bilirkişi yazışmalarının belgelerini göndermiş. Üniversite öğretim üyesi profesörlerin, yabancı kuruluşların verdiği raporlar yok sayılırken, AKP’nin bir yan kuruluşu olarak görev yapan TÜBİTAK’tan bir şahsın raporuyla insanların hayatı kaydırılıyor, çile çektiriliyor.
Önsel mektubunda şöyle diyor:
“İşin daha da ilginç yanı, Hayrettin Bahşi yanında, aynı raporda yine TÜBİTAK çalışanı olan iki bilirkişinin daha imzaları var. Erdem Alparslan ve Tahsin Türköz. Savcılığın görevlendirme yazısında bu iki isim de yok! Ayrıca yemin tutanakları da yok! Bunların bilirkişi olması mümkün değildir, dolayısıyla yazdıkları raporlar da geçersizdir.”
Acaba Adalet Bakanlığı, ya da iktidarın HSYK adlı kuruluşu bu olanları biliyor mu, ilgileniyor mu!
Eğer Önsel’in yazdıkları doğru değilse bir açıklama göndersinler, burada herkese duyurayım.
URUGUAYLI HANIMIN MESAJI
Sevgili okuyucularım, iktidarın bir de Türk Hava Yolları (THY) isimli bir kuruluşu var. Uçağa bindiğiniz zaman görmüşsünüzdür, Sözcü gazetesi hiçbir zaman yoktur. Ya ne vardır?..
Yandaş gazetelerin tümü vardır! Bunları her gün binlerce satın alıp yolculara dağıtırlar. Türkiye’nin ek ve kupon vermediği halde beşinci büyük gazetesi olan Sözcü’ye karşı alerjileri olduğu kesindir!
Şimdi size önceki gün Uruguaylı bir hanımefendiden, Andrea Moretti’den aldığım mesajı iletiyorum. Türkçe soyadını, kendisinin ve ailesinin başına iş gelmesin diye açıklamıyorum. Hemen not düşeyim, gazetecilik yaşamım boyunca ilk kez Uruguaylı birinden mesaj aldım.
“Ben Uruguaylı olan, 23 yıldır bu güzel ülkede yaşayan bir bayanım. Eşim ve çocuklarım Türk. Yazım hatalarımdan dolayı sizden özür dilerim. Eşimle THY uçağı ile Viyana’ya gittik. Kalkmadan önce hostesler gazete dağıtmaya başladılar. Sıra bize geldiğinde Sözcü istedik. Yok! Hostese niçin olmadığını sorunca ‘Kimse istemediği için elimizde kalıyor’ dedi.
İyice sinirlendik. Eşim yalan söylediğini söyledi. Arkadaki yolcu da Sözcü istedi, hostes aynı şeyleri söyledi. Ama bu yalanı söylerken hostesin yüzünü görecektiniz.
Ne yazık ki üzüntümüz bununla da kalmadı. Uçakta bulunan THY dergisine bir bakalım dedik. Keşke aklımıza gelmeseydi. Dergide 23 Nisan için İngilizce dahil bilgiler veriliyor. Dünyadan değişik çocukların geldiği, onların bayramı olduğu, nasıl kutlandığı falan anlatılıyor.
Atatürk’le ilgili bir tek satır yok. O kadar çok üzüldük ki. Dergideki adrese şikayet mektubu yazdık, e-posta adreslerimizi istediler, verdik ama henüz bir cevap alamadık.
İnşallah başımıza bir şey gelmez.
Ben seneler önce geldiğimde Türkiye başkaydı. Şimdi ise çocuklarım adına, herkes adına korkuyorum.
Benim görmediğim ve yapabileceğim bir şey var mı? Umudumu kaybetmek istemiyorum. Sizlere teşekkür ediyorum ve destekliyorum. Yazmaya devam edin gerçekleri korkusuzca. Saygılarımla.”
Böylesine tepkisiz, duyarsız, afyonlanmış bir toplumda bir Uruguay vatandaşı çıkıp bunları yazabiliyor. Ona ben de saygılarımı sunuyorum…
Ve o Uruguay vatandaşı bile “İnşallah başımıza bir şey gelmez…Seneler önce Türkiye başkaydı. Şimdi ise herkes adına korkuyorum” diyebiliyor.
***
Bundan bir süre önce hızlı trenle Eskişehir’e gidip geldim. Hem gidiş, hem de dönüşte trende aynı filmi gösterdiler:
“Cennetin Çocukları.”
Bir İran filmi imiş. Örtülü küçük kızlar, çarşaflı öğretmen, kara tahtada eski harflerle eğitim!..Filmin tamamı böyle.
Trende şikayet formu doldurdum, dönüşte burada yazı konusu yaptım. Bir süre sonra TCDD’den yanıt geldi:
Çok değerli bir filmmiş, şeriat propagandası yapılmıyormuş, ayakkabısı kaybolan bir küçük çocuğun öyküsü anlatılıyormuş!
On binlerce film arasında bula bula bunu bulmuşlar, yolculara kakalıyorlardı.
Al sana THY, al sana TCDD!
Al birini vur öbürüne!
Bütün kuruluşları ellerine geçirdiler, şimdi onun safasını sürüyorlar. Bakalım film ne zaman kopacak.
Yorum Gönder