Suriye ile aramızdaki gerilim nereye kadar tırmanır, sorusuna yanıt ararken bir de Irak krizimiz oldu. Irak Başbakanı El Maliki’nin, “Türkiye düşman ülke gibi” tanımlamasının bir adım ötesinin ne
olacağını kestirmek zor.
Önce nisan ayının son haftasındaki genel görünümü özetleyelim.
Irak Başbakanı El Maliki, Tahran’ı ziyaret etti. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’la iyi bir elektriklenme oldu. İki ülke elektrik anlaşması imzaladı. İki lider, Suriye’deki Esad rejimine verdikleri tam desteğin de bir kez daha altını çizdi.
Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimin Başbakanı Mesud Barzani, Başkan Obama katında kabul gördüğü ABD gezisinin ardından Türkiye’ye geldi. Devlet başkanı gibi karşılandı.
Türkiye’nin böylesine kıymet verdiği Barzani, El Maliki için, “Yeni Saddam olma yolunda” tanımlamasını yaptı.
Barzani, El Maliki karşıtlığını Washington’da da sürdürdü, “Irak merkezi yönetimine satmayı planladığınız 36 adet F-16 uçağını vermeyin” dedi.
***
Irak’ın iç dengelerini ve öteki komşularıyla ilişkilerini böylesine aktarmak durumunda kalmamızın nedeni şu:
Türkiye de bütün bu olanlarla doğrudan ilgili.
Şöyle bir benzetme yapsak, sanırım fazla abartmış olmayız:
Hükümet, komşu ülkelerin yönetimlerine Türkiye’deki muhalefet partilerine yönelik politikalarının benzerini uyguluyor. Başbakan bir liderden öfkesini çıkarıyor, ötekini kucaklayıp sevgisini gösteriyor.
Türkiye bununla da kalmıyor, Başbakan’ın beğenmediği liderin muhaliflerine kucak açıyor. Her türlü destek sözü veriyor. Daha ileri muhalefet etme yolları öneriliyor, öğretiliyor.
Bütün bunları kazıyınca da altından şu çıkıyor:
Mezheplere dayalı siyaset!
Örneğin şu değerlendirmeyi hafta başında Başbakan yaptı:
“Şu anda benim görüştüğüm Şii liderlerin çoğu El Maliki’den rahatsız. Oradaki önemli Şii liderlerden biri, El Maliki için Saddam’dan daha diktatör, dedi. Onlar bile artık yaka silkmeye başladılar.”
Bu sözlere Irak yönetiminin yanıtı şu oldu:
“Fitnecilik ve mezhep ayrımcılığı...”
Sünni milletvekillerinin şu sözleri de basına yansıdı:
“Erdoğan, Irak’taki Sünnilerin lideri olmak istiyorsa, ilk biz karşı çıkarız...”
Hükümet bu politikanın benzerini Suriye’ye karşı da uyguluyor.
Dış basındaki değerlendirmeler de dikkate alındığında iş öyle bir noktaya gidiyor ki, mezhepçilik din kardeşliğinin, hatta dinin önüne geçiyor.
Bu, kör bir gidiş.
Zira bir ülkenin içindeki mezhep dengeleriyle oynamanız, beraberinde hiç beklemediğiniz bir başka ülkeyle ilişkilerinizi bozabilir.
Bir başka çelişki de şu:
Görünürde de olsa Türkiye içinde hiçbir ayrım yapmadığınızı, yapmamak gerektiğini söyleyeceksiniz, komşu ülkelerde ise bütün politikanızı mezhepler üzerine oturtacaksanız!
***
ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin “dönüşümünde” izlediği yeni politikayı geçen haftalarda özetlemiştik. Bir kez daha anımsatalım:
Ülkelerin iç dalgalanmalarına doğrudan karışmamak, yer yer destek vermek, cesaretlendirmek. Dönüşümü tamamen iç dinamiklerin gerçekleştirdiği görüntüsünü yerleştirmek. Böylece olası başarısızlık halinde ya da dönüşümün sosyal maliyetinin artması durumunda, “Gelinen noktayı biz istemedik. Ülkenin içindeki güçlerin meydanlardan yansıyan istemleri doğrultusunda dönüşüm yaşandı” demek.
Bu politika bağlamında ABD, Suriye işine doğrudan müdahil olmak istemiyor. Irak’ta da El Maliki’yi Bağdat’ın yeni “maliki” olarak benimsemiş görünüyor.
Hal böyleyken...
Başbakan’ın, sanki Irak oylarının yüzde 55’ini, Suriye oylarının yüzde 60’ını almış gibi bir siyaset izlemesi hiç de akılcı değil.
Yorum Gönder