“Suriye bizim iç meselemiz!”
Dostumuz veya düşmanımız olsun, bir ülke için böyle sözler söylenemez. Suriye bizim ilimiz mi? Tayyip’in valisi ile mi yönetiliyor? Ne demek iç meselemiz?
Hariciye Nazırı Davutoğlu Ahmet Meclis kürsüsünden önceki gün yine esti gürledi, Esad’a posta koydu!
“Ortadoğu’da değişim dalgasını artık biz yöneteceğiz. Suriye rejimi bir tehdittir. Er geç yıkılacaktır. Suriye hakkında ne konuşulacaksa, artık İstanbul ve Ankara’da konuşulacak. Yeni Ortadoğu’nun sahibi biziz!..”
Valla helal olsun!..Cart curt’un bu kadarı şimdiye kadar hiç duyulmamıştı!
***
Suriye’de olaylar oluyor. Birileri Esad rejimine karşı ayaklanmış. Bizim hükümet ise isyancılardan yana açık tavır koymuş, ABD’den gelen emir ve direktifler doğrultusunda Esad’ı devirmek için çaba harcıyor. Niçin?..
Çünkü Esad devrilince yerine şeriatçılar, Müslüman Kardeşler örgütü gelecek! Tam bizimkilerin istediği şey.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım ve kendimizden bir örnek verelim.
Yıllardır PKK terörü ile boğuştuğumuzu bütün dünya biliyor. Varsayalım terör olayları yoğunlaştı, kitlelere yansıdı, İstanbul ve Güneydoğu’da yüz binlerce silahlı insan sokağa dökülüp Türkiye Cumhuriyetine karşı isyan bayrağı açtı.
Hükümetin gitmesini, Kürdistan kurulmasını, kendilerine özerklik verilmesini istiyorlar. Bu amaçla silaha sarıldılar. Her gün askerimizi ve polisimizi şehit ediyorlar.
Dünya kamuoyu bu olayla ilgilenmeye başladı. Ordumuzun isyancılara karşı silah kullanması dünyada büyük tepki yarattı, Birleşmiş Milletler arabulucu heyetleri Türkiye’ye gelmeye başladı!
Esad veya herhangi bir ülkenin başındaki kişiler ise bizim isyancılara yardım ediyor, destek veriyor.
Biz bu durumda ne yapardık? Çok büyük tepki göstermez miydik?..
Devlet, isyancı güçlere karşı bütün gücüyle karşı koymaz mıydı?
Sadece Türkiye için düşünmeyin, her ülke aynı şeyi yapardı. Esad da ülkesinde onu yapıyor.
***
Ben Esad’ın babasının oğlu, ya da avukatı değilim. Onun sıkı rejimini de bilenlerden biriyim. Ama bir rejimin ABD’nin çıkarları doğrultusunda devrilmesinin, yönetimin aynen Mısır’da olduğu gibi İslamcılara verilmesinin karşısındayım.
Bu olayda Türkiye’nin Tayyipgiller eliyle ABD’nin taşeronu olarak kullanılmasını hazmedemiyorum.
Eğer Esad rejiminden herhangi bir düşmanlık gördüysek, Suriye yönetimi bizim ulusal çıkarlarımıza ters düşen işler yapıyorsa, Tayyipgillerin bunu Türk milletine açıklaması gerekir.
Ama ortada böyle bir olay yok. Daha düne kadar karılı kocalı vaziyetlerde Esad ailesi ile sarmaş dolaş olanlar, karşılıklı ziyaretlerde öpüşüp koklaşanlar, dostluk mesajları verenler, iki ülke arasında vizeyi kaldıranlar, sınırları açmak için mayınları temizleme kararı alanlar, şimdi bir bakıyoruz ki durup dururken Suriye düşmanı kesilmişler ve başımıza hayali bir düşman yaratmışlar!
***
ABD oturup kendi çıkarlarını düşünmüş ve kararını vermiş:
“Ortadoğu’da bizim kucağımızda oturmayan bir İran kaldı, bir de Suriye. Ötekiler, Türkiye dahil tümüyle devşirildi. Şimdi, çoğu bizim elimizde bulunan Irak Kürdistanı petrollerini İran’ın erişemeyeceği bir yerden, Suriye üzerinden, Akdeniz yoluyla satacağız. Böylece Kürdistan petrolünü kurtarmış olacağız. Bunun tek yolu da, Esad’ı devirip Suriye’de kukla bir rejim kurmaktır…”
İşte, Tayyipgillere iletilen mesaj bu idi!
“Haydi Tayyip, görev başına! Esad’ı düşman ilan et, senin yardımınla devireceğiz.”
Hikayenin, daha doğrusu rezaletin özü işte bundan ibarettir sevgili okuyucularım. Oynanan bu oyunu hepimizin iyi bilmesi, iyi algılaması gerekiyor.
***
Burada sizlere yüz kızartıcı bir olaydan daha söz edeyim. Yabancı gazeteciler fotoğraflarla belgeledi. Suriyeli isyancılar, ellerinde silahlarıyla, üzerinde Türk Kızılayı yazan çadırların içerisinde poz veriyorlar.
Demek ki bizim paramızla iş gören Kızılay tarafından hazırlanan çadırların bir bölümü isyancıların eline verilmiş.
Kim verdi bu çadırları onlara? Bu nasıl rezalettir, nasıl sorumsuzluktur. Bir insani yardım kuruluşu olması gereken Kızılay bile siyasete alet olmuş, Suriyeli isyancılara çadır sağlıyor!
Kim verecek bu inanılmaz rezaletin hesabını?
VE ATATÜRK HATAYI’I ALDI
Suriye deyince, akıllara Atatürk dönemindeki Hatay olayı geliyor. Ancak o zaman Suriye diye bir devlet yoktu. Bütün Suriye, Hatay gibi tümüyle Fransa’nın elindeydi.
Hatay nüfusunun çoğunluğu Türk ve Müslümandı ve Atatürk, kendisine 1921 yılında Fransa tarafından verilen söz doğrultusunda, Hatay’ın Türk toprağı olduğunu savunuyordu. Amacı Hatay’ı Türkiye’ye katmaktı.
Yıl 1937. Hükümet bu konuda ürkek ve çekingen davranıyor, isteksiz görünüyor.
Şimdi ötesini o dönemde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olan Hasan Rıza Soyak’ın kitabından okuyalım.
“Atatürk’ten Hatıralar.” (Yapı Kredi Bankası Yayınları)
Soyak kitabında, Atatürk’ün kendisine söylediklerini anlatıyor. Fransızlar silaha sarılırsa ne yapılacağını sorduğunda şu yanıtı alıyor:
“Çocuk, Fransız sefirine de defalarca söyledim. Bu dava benim şahsi davamdır ve icap ederse yine şahsen halletmem gerekir. Şayet böyle bir zorunluluk karşısında, yani işi silahlı bir hareketle halletmek zorunda kalırsak, tutacağım yolu çoktan kararlaştırmış bulunuyorum.
Böyle bir durumda derhal Devlet Reisliğinden, hatta mebusluktan istifa edeceğim. Serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla birlikte Hatay topraklarına geçeceğim. Bunun her zaman imkanı ve çok emin yolları vardır.
Oradaki mücahitlerle ve anavatandan kaçıp bize katılacağına şüphe etmediğim kuvvetlerle, meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışacağım.
İsterse Türkiye hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder ve hakkımızda takibat da yapar.
Fakat çocuk göreceksin, yakında bu dava istediğimiz şekilde halledilmiş olacaktır. Yeter ki biz işi ciddiyetle takip edelim, bir takım vesveselere kapılıp gevşek davranmayalım.”
***
Yurtseverlik ve devlet adamlığı işte budur. Atatürk bu sözleri 1937 yılında söylediği zaman ortada ABD veya başka güçlerin çıkar hesapları yoktu. Başkalarından emir almıyordu. Sadece ulusal çıkarlarımız açısından düşünüyor, emperyalist Fransa ile silahlı çatışmayı göze alırken, “Gerekirse hükümet beni asi ilan eder” diyordu.
Sadece kendi ülkemizin çıkarları için her şeyi göze almıştı, bugün olduğu gibi kimseye uşaklık etme peşinde değildi.
Diplomatik ilişkiler sürüyordu. Atatürk hastaydı ve yavaş yavaş sağlığını yitiriyordu. Buna rağmen bir Mersin gezisi yaptı, Hatay sınırlarında nutuk verdi…
İlk Türk askeri birliği, temmuz 1938’de albay Şükrü Kanatlı komutasında Hatay’a girerken büyük tezahüratla karşılandı. Atatürk, silahlı direniş olmayacağını doğru tahmin etmişti.
Hatay’da seçim yapıldı ve Türk çoğunluk kazandı.
Eylül 1938’de toplanan Hatay Meclisi, devlet başkanlığına önce Abdülgani Türkmen’i, sonra Tayfur Sökmen’i seçti.
Resmi adı Meclis kararıyla Hatay Devleti olan bu yeni devletin bayrağı, bizim bayrağımızdı. Tek farkı, yıldızın içi dolu değildi ve çizgilerle gösterilmişti.
Başımızda ne idüğü belli olmayan tipler değil, Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dünya devi vardı ve Hatay bir tek kurşun bile atılmadan, onun ağırlığı ve çabalarıyla Türkiye sınırlarına katılmıştı.
Bir şimdikilerin gülünç Suriye tantanasına bakın, bir de Atatürk’ün yaptığına…
Şimdikiler almış ABD’yi arkalarına, onların emirleri doğrultusunda Suriye atraksiyonu yapıyorlar!
Atatürk’ün arkasında ne ABD vardı, ne de başkaları. Hatay’ı tereyağdan kıl çeker gibi almıştı. Bugünküler gibi cart curt etmeden!..Hatay devletinin 1939 yılında Türkiye’ye katılma kararı aldığını görmeye, ne yazık ki ömrü yetmedi.
O günlerle şimdiyi kıyaslayın, farkı anlayın!
Yorum Gönder