Üç haftadır, olumsuz ekonomik veriler birikmeye devam ederken “kriz” konusu da ekonomi tartışmalarında ilk sırayı işgal ediyor. Geçen hafta bu tartışmaları izlerken rastladığım kimi saptamalar yeni gelişmelerin başladığını düşündürüyordu. Ancak bu yeni gelişmelerin olumlu bir yönü işaret ettiğini söylemek henüz kolay değil.
4 yıl 15 trilyon dolar sonra...
Global Asset Management’in yönetim kurulu başkanı Hans Black’a göre, mali kriz başladığından bu yana ABD, Avrupa, İngiltere, Çin yönetimlerinin ekonomiyi yeniden canlandırma önlemlerinin hacmi 15 trilyon dolara ulaşmış (UPI, 25/04/2012). Üç hafta öncesine kadar piyasalarda genel kanı krizden çıkıldığına, depresyon riskinin atlatıldığına ilişkindi. Üç hafta önce izlemeye, aktarmaya başladığımız gibi bu hava, “canlandırma önlemlerinin etkileri tükeniyor, şimdi ne olacak” kaygılarıyla birlikte değişmeye başladı.
15 trilyon dolar ve 4 yıl sonra, geçen hafta genel görüntü şöyleydi:
Hafta içinde İngiltere ekonomisinin yeniden resesyona düştüğü, “durumun 1930’lardan daha kötü olduğu” saptaması üzerinde bir mutabakat oluştu. Cuma günü Wall Street Journal, 2012 yılının son üç aylık döneminde yüzde 3 oranında büyüyen ABD ekonomisinin, bu yılın ilk üç ayında, yüzde 2.6 olması beklenen büyüme hızının, yüzde 2.2’de kaldığını aktarıyordu. Yunanistan’ın bu yıl da yüzde 5 daralarak depresyonda kalması bekleniyor. İspanya ekonomisi bu yıl yüzde 2.7 oranında daralarak resesyonda kalmaya devam ediyor. AB ekonomisinin bir bütün olarak resesyona girmekte olduğuna ilişkin saptamaları geçen hafta aktarmıştım. “Büyüyememe” durumu böyleyken iki haneli işsizlik oranları aslında bir depresyonun varlığına işaret ediyor. Geçen hafta İspanya’da işsizlik oranının yüzde 24’ün üstüne çıktığını öğrendik. Bu oran Yunanistan’da yüzde 21, Portekiz ve İrlanda’da yüzde 15, İtalya’da son veriler yüzde 9.3 diyor; gözlemciler işsizliğin hızla artmakta olduğuna işaret ediyorlar.
Bu koşullarda, geçen hafta dikkatler, kredi notu Standard & Poors tarafından “A”dan “BBB+”ya düşürülen İspanya üzerinde yoğunlaştı. Kötü ekonomik verilerin yanı sıra İspanya bankalarının toplam 1.7 trilyon Avro’luk alacaklarının yüzde 8.15’inin batık olduğunun Merkez Bankası’nca doğrulanmasının da etkisi vardı. Aynı günlerde İtalya’nın borçlanma maliyeti bir hafta öncesine göre 60 puan birden artarak yüzde 5.24’ten yüzde 5.84’e fırladı. (Bloomberg, 27/04/2012). İtalya ve İspanya’nın devlet borçlarının toplamı 3.5 triyon doları aşıyor (Dadush, Politico, 25/04/2012).
Bu sırada ilginç bir gelişme, birden dikkatleri küresel bono piyasalarının en büyük oyuncusu PIMCO üzerinde yoğunlaştırdı. Gulf News’den Sasidharan’ın aktardığına göre Twitter’e düşen “Yunanistan sivilceydi, Portekiz çıban, İspanya ise tümördür” mesajının PIMCO çalışanlarından kaynaklandığı ortaya çıkmıştı. Hemen piyasalar, PIMCO’nun, elindeki tüm Yunanistan devlet kâğıtlarını sattıktan sonra bunu piyasalara açıkladığı anı anımsamış, acaba “yine bir şey mi olacak” diyerek PİMCO’ya bakmaya başlamışlar.
Bu hafta krize ilişkin kaygılar İspanya’nın kredi notunun düşürülmesinden sonra daha da arttı. Cuma günü Le Figaro, “Zamanlama çok anlamlı”... “sırada Fransa’nın olduğunu gösteriyor” diyordu.
Cuma günü çok anlamlı bir haber daha vardı: Wall Street Journal “Avrupa bankalarını kötü günler bekliyor” başlığı altında aslında Avrupa’nın en büyük üç bankasının (Barclays, Deutsche Bank ve Banco Santander), son üç aylık dönemde büyük oranlarda kâr yaptığını bildiriyordu. Belli ki krizin ortasında birileri, mali sermayenin baronları para kazanabiliyordu.
‘Zombi ekonomisi’
Yeni gelişmeler, ekonomi yönetimlerinin zirvelerinde, ekonomi basının önde gelen yorumcularında başlayan bir algıya ilişkin. New York Times yorumcularından Prof. Krugman’ın da geçen haftaki yorumunda vurguladığı gibi, “kimi güçlü şahıslar kemer sıkmaya yönelik ekonomi programlarının işe yaramadığının ayırdına varmışlar”. The Times (Londra) cumartesi günü yorumunda, Reuters’in geçen hafta önde gelen 40 “piyasa ekonomisti” (kavram Times’a ait) arasında yaptığı bir ankete dayanarak “Büyük Durgunluk’tan bu yana Avro bölgesinde hükümet bütçelerini tamir etme çabalarını desteklemiş olan piyasa ekonomistleri şimdi kemer sıkma politikalarının erdemlerini sorgulamaya başlamışlar” diyordu.
Kemer sıkma politikalarının erdemlerini sorgulama sürecinin siyasi sonuçlar yaratmaya başladığı da görülüyor. Bu kemer sıkma politikalarında ısrar eden Almanya’nın iki destekçisinden biri, Hollanda’da koalisyon ortakları, kemer sıkma politikalarının derinliği üzerinde anlaşamayınca hükümet düştü. Almanya’nın ikinci destekçisi Fransa’da başkanlık seçimlerinin ilk turunda, eğer seçilirse Avro’dan çıkacağını açıklayan “faşist” Ulusal Cephe partisinin oyları yüzde 18’e yükseldi. Seçim kampanyası boyunca kemer sıkma politikalarına karşı olduğunu vurgulayan Sosyalist Parti adayı Hollande’ın ikinci turda devlet başkanı olma şansı arttı.
Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi bir “Büyüme mutabakatı gerekiyor” çağrısı yaparak, Der Spiegel’in deyişiyle “gazetelerde başlıklara çıkıyor”, İtalya’da, hükümete Trilateral Komisyon/ Cizvit paraşütleriyle indirilen Başbakan Mario Monti, İspanya’da muhafazakâr hükümetin bakanları kemer sıkma politikalarından yakınarak büyüme programlarının gereğinden söz ediyorlardı.
Prof. Krugman, bu hava değişikliğini değerlendirirken “Kemer sıkacağız, piyasalara güven gelecek, o zaman ekonomi büyüyecek” savının bir mitoloji olduğunun ortaya çıktığını, ekonomik modelin öldüğünün artık genel kabul gördüğünü vurguladıktan sonra, ortada yeni bir modelin olmamasından hareketle “Artık bir zombi ekonomisinde yaşıyoruz. Ama zombilerin terörü ne zaman bitecek belli değil” diyordu.
Bitirirken iki saptama yapabiliriz. Kriz yönetim modelinin (piyasa ekonomisi) çoktan tükenmiş olduğu, zombileri (bankaları) besleyerek krizden çıkılamayacağı, kapitalizmin organik entelektüellerinin bilincine bir kez daha çıkıyor (ilk önce 2008’de çıkmıştı). Ama ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bu yüzden PIMCO, CEO’su El Arian, geçen hafta Foreign Policy’deki yorumunda, ekonomi yönetiminde “stratejik bir vakum” oluştuğuna işaret ediyordu.
İkincisi, Avrupa işçi sınıfının muhalefeti Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya, İngiltere’yi grevlerle salladıktan, hükümetlerin yüreğine korku saldıktan sonra sıranın, geçen hafta IG-Metal’in, daha yüksek ücretler için yaygın grevlere hazırlandığını açıklamasıyla, nihayet Almanya’ya geldiğini haber veriyordu.
Çarşamba, Türkiye’de başlayacak İşçi Filmleri Festivali (bilgi için: http://festival.sendika.org/ ) bu tarihsel anda daha fazla önem kazanıyor. Festivalde, yeniden yükselmekte olan hareketin, tarihsel, kültürel birikimini, duyarlıklarını yansıtan filmlerle, tartışmalar yer alıyor. AKP müşterisi grupçukların sendikaların hedef gösterdiği, “muhafazakâr sanat” çağrılarının kirlettiği atmosferde biraz olsun temiz hava solumak isteyenlerin kaçırmaması gereken büyük bir fırsat bu festival...
Yorum Gönder