Haftanın dış politika gelişmelerinde, Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı eliyle protesto notaları vermek zorunda kaldığı, bir dizi ülke siyasi liderinin birbirinden ağır Türkiye aleyhine çıkışları peş peşe öne çıktı... Suriye cephesi malum. İran derken Irak’tan açıklamayı yapan siyasi liderin mezheplerine göre suçlamalar-tehdit dozları ağırlaşırken üzerinde durmamız, takılmamız gereken yeni boyut; Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı, ülkemiz adına yürütülen dış politikanın, apaçık kendi iç politikalarına müdahale, yanlı, mezhep kavgalarında taraf, bulaşık olduğu suçlamalarıydı. Elbette Türkiye’yi, izlenen dış politikamızı eleştirenler olup bitenleri kendi mezheplerine göre değerlendiriyorlardı. Çıkarlarına dokunduğu için çıkış, suçlama yaptıkları apaçık olsa da Atatürk’ten bu yana en çok bölgedeki dengeleri, iç savaşlar, mezhepler, ırklar, cemaatler çatışmalarında uzak duruş ilkeleri ile ünlü Türkiye’nin dış politikasının, imajının fena halde yara aldığıydı...
Çanakkale kara savaşları zaferinin 97. yıldönümü törenlerinde, Atatürk’ün söylemleri ile öne çıkan, savaşta yana yana ölmüş Anzaklarla şehitlerimizin torunlarının birlikte katıldıkları, “barışa” damga vurulan törenlerin insanın içini ısıtan haberleri ile çelişkili bu haberler, yana yana okunduğunda daha da bir sırıtıyorlar... “Türkiye, içişlerine karıştığı gerekçesiyle Irak’ın geçen pazar verdiği notayı protesto etti. Irak’ın Ankara Maslahatgüzarı Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak notanın kabul edilemez olduğu bildirildi...” Dışişleri Bakanı Davutoğlu düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’nin hiçbir zaman herhangi bir ihtilafın doğrudan tarafı olmadığını söyledi...
Türkiye’nin komşuları ile sıfır sorundan, demokrasinin eksikli de olsa geçerli olduğu tek İslam ülkesi olarak İslam dünyasına rol model olması, ABD ile stratejik ortak, yeni Osmanlıcılık düşleri.. ile yola çıkılmışken gelinen nokta neyin nesi? Yeniden, sil baştan haritaları, sınırları, rejimleri ile değiştirilmek istenen ülkeler, Ortadoğu dünyası, çok hızlı, çok şiddetli bir geçiş sürecini yaşadığı için mi, düzenlemede başrol verilmiş ya da kendisi gönüllü bu role soyunmuş Türkiye’ye, ayakta kalmaya çalışan siyasi liderliklerin mezhebine göre saldırılar şiddetlendi? Yoksa Türkiye başı-sonu belli olmayan kanlı bir hesaplaşma, ırklar-mezhepler çatışmalarında Ortadoğu bataklığına mı çekiliyor?
***
ABD’nin ilk Irak’a yukarıdan müdahalesinin arkasından, dünyanın ekonomik, sosyal, siyasal paylaşım savaşları üzerine teori üretenlerin bir tezi beynime kazılı... “Çokuluslu tekel çıkarları, büyük devletler ekonomik-siyasal çıkar ittifaklarında, gelinen ekonomik-askeri güçler dengeleri noktasında artık zengin kuzey dünyası ülkeleri arasında birinci, ikinci dünya savaşı benzeri savaşlara yer yok. Savaşlar yoksul güney dünyasında, yoksullukta en altta kalmama çıkar savaşları üzerinden, günümüz düzeninin yarattığı ırklar-dinler-mezhepler ayrımcılıkları ekseninde yaşanıyor. Yeni dünya düzeni çarkları, ülkelerin parçalanması sonucunu da üreten bu savaşlardan beslenerek dönüyor, krizlerinden çıkış yolları arıyor... Irak müdahalesinde ABD doğrudan taraf olsa da, bomba ve uçakları ile havada, yukarıda kalıyor...”
Sonraki yıllarda köprülerin altından çok sular aktı gibi. Ancak aynı genel açıdan bakıldığında büyük devletler, zengin kuzey dünyasının aralarında doğrudan savaşların tarafı oldukları örneklerden hâlâ çok uzaktayız. Çok kısa bir dönem için çok geçerli olduğu varsayılan “tek kutuplu dünya, tek merkezden yönetim..” dengelerinde yalnız önemli bir değişim gündemde. ABD eksenli tek kutup, merkez kararları ile dünyayı yeniden düzenlemede yetersiz kalıyor. Küreselleşen gerçekte bir tek piyasalar düzeni, paranın kuralları, zengin kuzey dünyası ülkelerinin çıkar ittifakları olunca, ülkelerin insan hakları, demokrasi, sendikal haklar, eşitlik, paylaşım, sosyal devlet.. ilkeleri, dahası evrensel hukukun insanlık eksenli kazanılmış sanılan ne kadar sözleşmesi, değeri varsa.. hepsi için geçerli çok hızlı bir kırılma süreci yaşanıyor...
Kuralsız düzenin kuralsız savaşlarında, soyutlanmış kavram; “terör” herkesin mezhebine göre yorumlanmış, hedef alınmış tek ortak düşman gibi... Ortak tanımı, örgütlerin saptanmasında bile uzlaşılamadığından birinin düşmanı, diğerinin özgürlük kahramanı... ABD kendi vatandaşını kendi düşmanı teröre kurban etmemek adına, kendi 12 Eylül’ünün travmasında, terörü odağında yok etme adına Afganistan, 2. Irak işgallerini, doğrudan askeri operasyonlar olarak gündeme getirmedi mi? Sonra işler beklendiği gibi gelişmediğinde; ABD, emperyal çıkarlar adına, götürüsü getirisini aşınca, gerçeği işgal edilen ülkelerdeki milyonların başlarına gelenler umursanmadan, mezhepler, ırklar ekseninde iç savaşlara, bataklığa terk ediliverdiler...
Şimdilerde “Herkes başının çaresine baksın, kendi sorunlarını kendi dinamikleri içinde çözsün” sloganı çok moda. Çıkarlar adına olacakları denetleyecek siyasal iktidarlar, ülkelerden bekçilere, silahlı güçlere gereksinim tartışılmaz...
Yorum Gönder