Çarşamba günü İstanbul adeta bir tufan yaşadı biliyorsunuz. Birden patlayan ve 121 kilometre hızla esen fırtına 7-8 dakika sürdü. Ama koca kenti altüst etmeye yetti.
Sadece İstanbul değil, Orta Anadolu’ya kadar her yer bu ani fırtınadan nasibini aldı.
Hemen söylemeliyim ki, bu doğal afetin sonuçları, başka olaylarda olduğu gibi “neden önlem alınmadı” diye eleştirilemez.
Ama 7-8 dakikalık fırtınanın verdiği hasarın bir uyarı olduğunu ve aklımıza gelmeyen önlemlerin alınması gerektiğini ortaya çıkarır.
O fırtına patlayana kadar İstanbul’da bu kadar çok oluklu sacdan çatı kaplaması olduğunu, en azından ben bilmiyordum.
Ne zaman ki havada çok sayıda sac çatı kaplaması uçuşmaya başladı, o zaman anladım.
O halde bu tür çatı kaplamaları konusunda bir önlem alınmalı. Ya bu tür kaplamalar yasaklanmalı ya da fırtınaya, ağırlığa ve basınca dayanmaları için alınacak güvenlik önlemleri tekrar gözden geçirilmeli.
Elbette bu tür çatı kaplamaları genellikle geçici olarak inşa edilen, teras, kışlık bahçe, istendiğinde açılabilir hale gelen lokanta, cafe bahçeleri gibi yerlerde kullanılıyor.
Ama belli ki daha ucuza mal olduğu için bazı binaların çatıları da böyle yapılmış.
Bir fırtına bunların çoğunu yerinden koparıp uçuşturmadığı için fark etmiyorduk herhalde.
Bu fırtına bize birinci kat ve daha üstte olanların duvarlarında, balkonlarında asılı olan tabelaların da sık sık kontrol edilmesi gerektiğini hatırlattı. Belediyeler kendi alanlarında bu tür bir genelge yayınlayarak herkesin kendi binasındaki tabela, reklam panosu, hatta dışarıya monte edilen klima gibi cihazların yerlerinde sağlam durup durmadığını belli aralıklarla kontrol etmesini sağlamalı.
Ev sahipleri de balkonlarında tuttukları her türlü eşyanın yerinde sağlam durup durmadığı denetlemeli. Bu aynı zamanda vatandaş olma sorumluluğudur. Balkonunuza eğreti biçimde koyduğunuz herhangi bir eşya bu tür bir fırtınada uçup birisinin üzerine düşebilir.
Ayrıca balkonunuzdan bu şekilde düşen bir ağırlık herhangi birini yaralarsa, suçlu duruma düşmenizin de ötesinde duyacağınız vicdan azabını düşünmek gerek.
Belediyelere düşen bir sorumluluk da, bölgelerindeki ağaçların durumunun denetlenmesidir. O fırtınada yüzlerce ağaç devrildi, belki binlerce ağaçtan kopan dallar tehlike yarattı. Hayli yaşlı, dalları sarkmış ağaçlar saptanmalı ve zaman yitirmeden budama yapılmalıdır.
Kendi bahçelerinde ağaçları olanlar da fırtınada kopma, kırılma tehlikesi olan ağaçlarına dikkat etmeli.
Bu tür bir doğa olayı başımıza sık gelebilir mi?
Muhtemelen hayır. Örneğin ben 50 yaşın üzerindeyim, İstanbul’da bugüne kadar daha büyüğüne hiç rastlamadım.
Ama zaten bunlar hayatınızda belki bir kere olur. İşte o bir gün için önlem almanın kimseye zararı olmaz.
*****
Yurtiçi Kargo benimle temasa geçti
Geçen hafta içinde bir okurumun sorusunu ve yakınmasını sizlerle paylaşmıştım. Okurum kendisine gelen bir kargo paketini almak için hüviyetini gösterdiğini ancak görevlinin “TC kimlik numaranızı da verin” ısrarına karşı “Buna mecbur değilim” dediğini, bunun üzerine görevlinin koliyi bırakmadan gittiğini yazmıştım.
Okurum daha sonra ilgili kargo şirketini aradığını ancak kendisine olumsuz cevap verildiğini de anlatmıştı.
Yazıda sözü geçen kargo şirketi Yurtiçi Kargo idi.
Perşembe günü Yurtiçi Kargo’nun halkla ilişkilerini düzenleyen şirketten ilginç bir açıklama aldım.
Şöyle başlıyordu; “Sayın Can Ataklı, Vatan Gazetesi’nde 18 Nisan 2012 Çarşamba günü kaleme almış olduğunuz ‘Kimlik numarası her isteyene verilmeli mi?’ başlıklı yazınıza cevaben sizinle temasa geçmiş bulunmaktayız.”
Benimle “temasa geçen” şirket “kimlik numarası uygulaması, 11. 06. 2009 tarih ve 27255 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nin tüm kargo şirketlerine yüklemiş olduğu kanuni bir zorunluluktur” diyor.
Bu yönetmeliğe göre göndericinin, kendi adres ve kimlik bilgilerini tam ve doğru olarak kargo şirketine bildirmek, kargo şirketlerinin de gönderiyi teslim ederken alıcının kimlik bilgilerini almak ve kaydetmekle yükümlü olduğu belirtiliyor.
Buraya kadar tamam. Ancak “kimlik bilgisi” almak ille de TC numarasının istenmesi anlamına gelmez. Sanıyorum bazı şirketler kimlik bilgisi alınması maddesini biraz gayretkeşlikle yorumlamış.
Onun da ötesinde bu şirketin alıcıya karşı davranışının asla onaylanamayacağını belirtmek isterim.
*****
Flaşörleri yakmak size hak sağlamaz
Trafik konusunda “ilgili birimleri” şiddetle eleştiriyorum. Ama elbette sürücüler olarak bizlerin de çok hatası olduğunu kabul etmek gerek. Birkaç yazıda da biz sürücülerin hatalarını yazmak istiyorum.
Örneğin, pek çok kişiyi “sinir eden” uygulamalardan biri, “geçişi önleyecek biçimde” durup flaşörlerini yakmak.
Belli ki sürücünün birkaç dakikalık işi var. Yakıyor flaşörlerini, aracını bırakıp fırlıyor dışarı. O sırada trafik bir şerit küçülüyor, arkada kuyruklar oluşuyor.
Sürücü geldiğinde “Kardeşim ne yapıyorsunuz?” derseniz alacağınız cevap “Ne var yani, iki dakika durduk, görmüyor musun flaşörler yanıyor” şeklinde oluyor.
Flaşör yakınca trafiği engellemiyor değilsiniz, ayrıca flaşör yakmak kimseye özel bir hak kazandırmaz.
Flaşör “tehlikeli bir durum” olduğunun işaretidir. Ya araç bozulmuştur ya arkadan gelenin göremeyeceği bir tehlike vardır, bunun için yakılır.
Ama bizde flaşör yakmak “Şimdi geliyorum” anlamı taşıyor.
Buna hiçbirimizin hakkı yok.
*****
Tatlısu yerine tatlı rant mı?
Fırtınalı günde yaşadıklarımı anlatmıştım ya, işte o gün meğer bir okurum tam benim Küplüce’den geçtiğim sırada bana bir şikâyet mesajı atıyormuş. Ertesi gün benim yazımı okuyunca bir mesaj daha atmış “Ne garip, tam da siz bizim evin oradan geçerken yazıyormuşum meğer” diyor.
Şikâyeti şu; Küplüceli gençlerin kullandığı bir futbol sahası var. Bu sahanın etrafı çevrili ve kamyonlar hafriyat toprağı taşıyor. Belli ki günün modası “rezidanslardan” biri arzı endam edecek yakında.
Okurum diyor ki “2002 yılında Küplüce Kulübü olarak o sahaya bir soyunma odası ve müştemilat yapmak istedik. Ancak o sırada DSİ Genel Müdürü olan şimdiki Bakan Veysel Eroğlu, arazinin altından tatlı su kanalı geçtiğini belirtti ve portatif inşaat yapmamıza bile izin vermedi.”
O tarihte “su kaynağı” olarak kayda geçen arazinin şimdi kazılması ve üzerine dev bloklar yapılacak olması çok tuhaf değil mi?
Tatlı suyun yerini acaba tatlı rant mı alıyor?
Yorum Gönder