Yarın Fransız cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu yapılıyor. En çok oyu alan iki aday arasından iki hafta sonra yeni cumhurbaşkanı seçilecek.
İki hafta sonra bir sürpriz olmaz ise kimi Fransız dostlarıma telefonda soracağım:
- Artık nasıl teselli edeceksiniz beni? Öyle ya Sarkozy de olmadığına göre...
Gerçekten Sarkozy beş yıl boyunca benim için teselliydi. Fransız dostlarım halime bakıp, acır ve sonra da şunu söylerlerdi:
- O kadar üzülme canım! Bize baksana! Görüyorsun, bizim de Sarkozy’miz var.
Büyük olasılıkla o dönem bitecek ve Fransızlar yarın Sarkozy’den kurtulma sürecinin ilk raundunu yaşayacaklar.
- Beklenen gerçekleşir, Sarkozy gider Hollande gelirse Türkiye için daha iyi olur mu?
İki ülke ilişkileri ve Elysee’nin Türkiye’ye bakışı adamına göre, tepeden tırnağa değişmeyeceğine göre, bu sorunun bir anlamı olmadığı söylenebilse bile. Hollande, Sarkozy gibi Türk karşıtlığını politikasının temel taşlarından biri haline getirmiş değil.
Ama Hollande da, AB üyeliğimiz konusundaki görüşünü şu sözlerle dile getirmişti:
- Seçilirsem görev yapacağım 5 yıllık süre içinde Türkiye AB’ye üye olmayacak.
Başka türlü de konuşamazdı, Türkiye karşıtlığı konusunda Fransa’da politikacılar da, kamuoyu da fikir birliği halinde.
***
Ama Sarkozy, Hollande’ın beş yıllık güvencesiyle de tatmin olmuyor ve soruyor:
- Peki, senin politikan sonucunda, o beş yılın ardından üye olacak mı Türkiye?
Bu kayıkçı kavgasına bakıp da gülmemek mümkün değil. Tartışmayı izlerken elimde olmadan söylendim.
- Hiç merak etmeyin beyler, Türkiye’nin öyle bir kaygısı yok, üyelik falan istemiyor.
Gerçekten kimsenin Türkiye’nin üyeliğinden korkmasına gerek yok. Pek uzak olmayan bir gelecekte, Türkiye’nin AB üyeliği laf olsun diye bile ağza alınmayacak.
Aslında, özellikle Tayyip Bey’in böyle bir isteği hiçbir zaman olmadı.
Bu açık gerçeği Türk halkı güç de olsa, geç de kalsa nihayet anladı çok şükür.
Yanlış anlaşılmasın!
Tayyip Bey üyelik müzakere sürecinin başlamasını candan istiyordu.
Ama hepsi bu!
Yoksa onun kafasındaki Türkiye AB modeline uygun yapıda değildi. Ama geçiş süresince, dengeleri değiştirmek için Avrupa kartına ihtiyacı vardı. Onu da bir süre için eline geçirip, kullandı.
Artık Türkiye laik demokrasinin uzağında, AB’nin afişe ettiği ortak değerlerle ilgisi olmayan bir ülkedir.
Avrupa ile ilişkilerde, yakınlaşma değil, uzaklaşmadır söz konusu olan
***
Tayyip Bey aslında Avrupa’yı istemiyordu da, Avrupa acaba onu istiyor muydu? Avrupa da, Türkiye’nin başında olmasından rahatsızlık duymadığı Tayyip Bey’in yönetimindeki ülkeyi kendi bünyesinde görmek istemiyordu.
Onun amacı da Türkiye’yi içine almadan, kendi etki alanında tutmaktı.
Üstelik 2004 yılında bu gerçeği eveleyip gevelemeden Ankara’ya bildirmiş, ak kâğıt üzerine kara mürekkeple kayıt düşmüştü.
Doğrusu AB Türkiye ile ilişkilerinden rahatsız da değildir. Tayyip Bey’in rejiminin ılımlılık derecesi Avrupa’yı ilgilendirmiyor. Çünkü önemli olan rejimin ılımlılığı değil uyumluluğudur. O konuda da şimdilik temel bir uzlaşmazlık görünmüyor.
Türkiye’nin Tayyip Erdoğan yönetimindeki rotası üzerinde Avrupa yok.
Avrupa’nın gündeminde Türkiye yok.
Ama hem Avrupa’nın hem Türkiye’nin politik tartışma arenasında en gürültü koparan konularından birisi Türkiye’nin Avrupa üyeliği.
İşte buna akıl erdirmek güç.
Doğrusu Fransızların da politik tartışmalarında bizim kadar fazla abesle iştigal etmeleri politik şaşkınlığın hiçbir ulusun tekelinde olmadığının kanıtı olarak kabul edilebilir.
Bu da bir başka teselli sayılabilir mi dersiniz?
Yorum Gönder