Medrese yasasına karşı Meclis’te CHP’yi CHP’li gibi temsil eden iki milletvekili vardı! Onlar,“CHP olarak imam hatiplere karşı değiliz, imam hatipleri zaten biz açtık” gibi bir yaklaşımla ele almadılar konuyu. Doğrudan, kesin konuştular, olması gerekeni söylediler.
Bunlardan biri Malik Ecder Özdemir’di. Yasanın açıkça anayasanın laiklik ilkesine aykırı olduğunu belirtip “Hazır AKP’nin çoğunluğu var, Meclis’te başka destek de buldular. AKP Grup Başkanvekili de ‘Bence bugün tarihi bir gün’ diyor. Evet, tarihi bir gün. ‘Cumhuriyeti kaldırdık, halifeliği yeniden ilan ettik’ desinler, daha dürüst davranmış olurlar” dedi.
Diğer CHP’li de Engin Altay’dı. Meclis kürsüsünden şöyle seslendi:
“Sizin 28 Şubat 1997’den rövanş alma arzusu içinde olduğunuz hissiyatında idim, ama şimdi anlıyorum ki, büyük çoğunluğunuzun asıl almak istediği rövanş, 29 Ekim 1923’tür. Size karşı bir tarihi uyarı yapıyorum: Çıraklık döneminde aldığınız törpüyü, kalfalık döneminde bırakıp elinize bıçak aldınız, şimdi ustalık döneminde bıçağı da bıraktınız, elinize satır aldınız. Dilerim bunu kullanmazsınız.
Şu milleti, hem bir yandan rant, bir yandan da Allah ile aldatarak gideceğiniz yolun ömrü çok kısadır. Bu millet, sizin düşündüğünüz gibi sizi görmemekte ve algılamamaktadır. Bunu, en kısa sürede siz de maalesef yaşayarak göreceksiniz ve tekrar altını çizerek söylüyorum ve diyorum ki: Türkiye Cumhuriyeti her hâl ve şartta sonsuza kadar laik olarak kalacaktır.”
Özdemir ve Altay’ın konuşmaları, tutanaklarda kalmayacaktır. Bu karanlık yeni ortaçağ döneminde devrimci cumhuriyetçilerin eğilip bükülmeden direndiklerinin simgesi olacaktır!
Sıra sulara geldi
Doğa dostu Yücel Çağlar, ülkesel ve toplumsal anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açan sularla ilgili iki yeni düzenlemenin daha gündemde olduğunu duyurdu: “Nehir havzaları koruma ve planlama yönetmeliği” taslağı ile “su yönetimi koordinasyon kurulu”nun oluşturulması.
Çağlar’a göre, gerek taslağın, gerekse oluşturulan kurulun sularla ilgili her türlü kararı ve uygulamayı yalnızca “ilgili” görülen bakanlıklara ve bu bakanlıklara bağlı kuruluşlara bırakması, her iki düzenlemenin de temelde suların ticarileştirilmesine yönelik iş ve işlemlerin daha da kolaylaştırılmasını öngörüyor:
Su yönetimi koordinasyon kurulunda, yalnızca kamu kurum ve kuruluşlarına yer verilmiş, nasıl bir düzen içinde çalışılacağı açıklanmamış, Çevre ve Orman bakanlıklarının kuruluş kararnamelerinde sözü edilen “plan”, “kurul” gibi organlarla, “mekânsal stratejik planlama”, “entegre havza yönetimi”nin nasıl ilişkilendirileceği belirtilmemiş; Orman Genel Müdürlüğü ile meslek kuruluşlarına yer verilmemiş.
Nehir havzaları koruma ve planlama yönetmeliği taslağında da “ilgili” demokratik kitle örgütlerin görüş ve önerileri alınmıyor; suların “sektörel tahsisi”ne önem kazandırılıyor, gerekli görülen işlemlerin “yaptırılması” dönemi açılıyor. Öngörülen planlama süreci herhangi bir yaptırım gücüne sahip değil, görevlendirilen kimi birimlerin yapısı ve çalışma düzenleri keyfiliklere çok açık.
Anlaşılan, gözlerini bu kez sulara diktiler.
Hazretin toprağı
Isparta Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Mahmut Özyürek, Isparta İl Genel Meclisi’nin, Barla ilçesi ana yol kavşağına, “‘Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, sloganının yazılması” kararının iptali için geçen hafta Isparta İdare Mahkemesi’ne başvurdu:
“Yüksek mahkemeniz bu kararın uygulanmasına geçit verirse bu yöndeki diğer uygulamaların da önünü açmış olacaktır. Örneğin Menemen’e; ‘Derviş Mehmet hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, Elazığ-Palu ilçesine ‘Şeyh Said hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, Balıkesir’e ‘Anzavur Ahmet’in yaşadığı topraklardasınız’, Tunceli’ye ‘Seyyid Rıza hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, Sivas’a ‘Kıyamın yapıldığı topraklardasınız’ vb. sloganlarının yazılmasının yasal dayanağı mahkemenizce verilmiş olacaktır.
Bu gerçekleştiğinde mahkemeniz dahil, Atatürk Cumhuriyeti’nin hiçbir kurumunun güvencesinin kalmayacağını, cumhuriyetin tüm kurumları ile birlikte lağvedileceğini görmek için kâhin olmaya gerek yoktur.”
Utandık
Tiyatrokare, “Onca Yoksulluk Varken” adlı yeni oyunuyla ay başında iki günlüğüne Ankara’daydı. Oyun, Musevi yaşlı bir fahişenin, kendisine bırakılmış bir Arap çocuk ile olan insancı, ılık bağını anlatıyor.
Düşmanlığın bir çılgınlık gibi kabardığı bir zaman diliminde, dahası “Onca Yoksulluk Varken”, oyunu bir avuç Ankaralı tiyatrosever izledi. Utandık.
Durum
Ahmet Altan, Atatürk’e “diktatör” demekten yargılanmasını eleştiriyor ve diyor ki:
“Eğer Atatürk diktatörse ben niye onun diktatör olduğunu söyleyemiyorum?”
Ne yapacaksın, durum bu. Bir hıyarağasına da “hıyarağası” diyemiyorsun işte!
Yorum Gönder