Birkaç gün önce Silivri Cezaevi’nde inceleme yapan muhalefet milletvekilleri “Mahkumlar için ayrılan bölümde hayvanın bile barınamayacağını” açıkladılar. Çoğu doktor olan milletvekilleri (beraberlerinde TBMM İnsan Hakları Komisyon üyesi 2 milletvekili ve AİHM eski yargıcı Rıza Türmen de varken) Silivri Cezaevi’nde hasta tutuklularla görüşmüş ve kaldıkları odaları incelemişler.
Aralarında eski rektör Fatih Hilmioğlu, gazeteci Müyesser Yıldız, emekli Orgeneral Çetin Doğan, Milletvekili ve gazeteci Mustafa Balbay’ın bulunduğu hasta tutuklularla konuştuktan sonra; “Bu tutuklulardan özellikle üçünün sağlık durumları nedeniyle asla orada olmamaları gerektiğini, kanama veya kalp sorunu nedeniyle ölebileceklerini” bildirerek “Bir doktor olarak gördükleri tablodan utandıklarını, Kaşif Kozinoğlu’nun orada ölmesinin bile yeterli uyarı sayılmadığını”söylediler.
Mesela bu malum davadan tutuklu tek kadın olan Müyesser Yıldız o kadar zayıflamış ki “tanımakta güçlük çektiklerini” belirtmişler. Yıldız zaten zayıf, ufak tefek bir kadın, bunun üstüne daha da zayıfladıysa söylenen şey tamamen doğrudur. Diğer tutuklular arasında yaşlı ve hasta olanlar da var. Bunların bir kısmının çok kötü şartlardaki minicik hücrelerde yaşamaya zorlandığı da biliniyor, daha önce haberleri çıktı.. Peki bu durumda, biraz vicdanı olan herkes “Bir yanda aralarında en ağır suçları işlemiş mahkumlar olan 15 bin kişi serbest bırakılırken diğer tarafta ‘mahkum olmamış, senelerdir hapiste tutulmasına rağmen hüküm giyecek bir suçu çıkarılmamış tanınmış insanlara neden bunu çektiriyorsunuz” diye sormaz mı?
DARBE YAPANLAR TUTUKSUZ, YAPMAYANLAR TUTUKLU
Bir yanda kapı gibi “12 Eylül darbesi”ni yapanlar yaşlıdır, maşlıdır diye tutuklanmazken, son olarak Devlet Bahçeli’nin de sorduğu gibi “27 Nisan muhtırası”nın Paşa’sından hiç söz edilmezken diğer yanda “darbe yapmamış, bir ilişkisi de çıkarılamamış insanlar ‘hüküm giymiş gibi yıllarca yatmalarına rağmen neden hala tutuklu, neden özgürlüklerine el konuyor” diye sormaz mı?
İmralı’daki terörist başı “arkasında terör örgütü ve cezaevi şartlarını inceleyen Avrupa var” diye en iyi imkanlarla, otel şartlarında “konuk gibi” tutulurken, rektöründen, milletvekiline, gazetecisine kadar diğer tutuklular neden “hayvanın barınmayacağı” şartlardadır diye sormaz mı? (Kaldı ki hayvanları bile kötü yaşam şartlarında bırakmak kabul edilemez, medeni ülkelerde onların bile düzgün yaşamaları sağlanıyor.)
MİLLET İRADESİ HAPİSTE!
Şimdi, bunca zaman sonra nihayet ve büyük ihtimalle “onlar da millet iradesiyle seçilmediler mi, millet iradesi hapsedilir mi” sorusu devamlı sorulduğu için ve artık herkes durumdan “biraz”da olsa utanır hale geldiği için “milletvekili seçilmiş tutuklular”ın bırakılmasını sağlayacak düzenleme konuşuluyor.. Haydi onları “o kadar uzun sürede bir gerekçe de bulunamaması” nedeniyle bırakmak zorunda kalacaklar. Pek “bağımsız” yargı bu kararı nedense bir türlü veremediği için sanıyorum yasalarda bir değişiklikle halledilecek. Ama ya diğerleri?
Milletvekili olmayan ama aynı durumda; bir suç delili bulunamadığı halde yıllardır “duruşma bekleyeceksiniz, çocuk tecavüzcüleri, katiller bile serbest bırakılabilir ama siz tutuksuz yargılanamazsınız” diyerek özgürlüğü gasp edilenler? Artık diğer ülkelerin de, Batı medyasının da dikkat çektiği, iktidar partili bakanların da “yeter artık, insanları içeri atıp unutuyorsunuz” dediği (yargı bağımsız-mış gibi bir havadır bu) hukuk dışı bu duruma son verilmesi gerekiyor. İnanın bana, salıverilen “katil ve tecavüzcüler dahil 15 bin mahkum ile Öcalan’a sunulan şartlar”bile insanın bu halksızlığa, hukuksuzluğa sınırsız öfke duymasına yetiyor.
Yıllardır susuldu, beklendi ama insan olan daha çok dayanamaz, bu hukuksuzluk en kısa zamanda bitmelidir. Meclis milletvekilleri için çözüm bulduktan sonra diğer tutuklulara çektirilen haksızlığına baksın, daha kaç kişinin ölmesini izleyip, bir yandan da “Suriye’de insanlar ölüyor” diye bağıracağız?
*****
Osmanlı da camiyi kullanmış!
CHP Genel Bakanı Kemal Kılıçdaroğlu “Başbakan Erdoğan’ın zaman zaman hatırlattığı, CHP’yi suçlayarak tekrarladığı ‘camileri ahır yaptılar’ iddiası” için Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i göreve çağırmış.
Ben bu konuyu; “Alaaddin Camii’nin savaş sırasında orduya barınak, sığınak olarak kullanıldığını, mecburen atlarını da içeri almak zorunda kaldıklarını ama bunun ‘camiyi ahır yapmak’ anlamına gelmediğini” etraflıca yazmıştım. Kılıçdaroğlu; “Diyanet İşleri’nin yayınladığı İslam Ansiklopedisinde ‘Selçuklular döneminde yapılan cami 2. Abdülhamit zamanında yaptırılan tamir ve bazı değişikliklerin ardından 1914-18, 1920-23, 1940-45 tarihleri arasında savaş nedeniyle askeri işlere tahsis edilerek kapatılmıştır’ yazıyor. Sultan Vahdettin dönemi ile Kurtuluş Savaşını ve 2. Dünya Savaşını kapsıyor. Osmanlı da, Cumhuriyet de tahsis etmiş” açıklamasını yapmış.
DİYANET BAŞKANI AÇIKLAMALI
“Hiçbir zaman, hiçbir caminin ahır olarak kullanılmadığını” söylüyor ve “Diyanet İşleri Başkanı çıkıp onurlu bir din adamı olarak gerçeği söylemek zorunda” diyor. Savaş zamanlarında hem Osmanlı’da, hem Cumhuriyet döneminde yapılmış bir uygulamanın (düşünün mesela Kurtuluş Savaşı çaresizliği ve yoksulluğu içinde, binlerce insanımız, askerimiz ölürken, memleket düşman işgali altındayken böyle bir zorunluluk doğmuşsa suçlayabilir misiniz) sanki “bir parti dine karşı saygısızlık yapmış” gibi aleyhte koz gibi, halkın tepkisini çekmek üzere tekrarlanması üzerine hangi parti olsa, hangi lider olsa benzer bir talepte bulunur, benzer tepki gösterirdi.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in bu haklı isteği yerine getirerek açıklamayı yapması topluma, tarihe, saygı gereğidir. Aslında bunu “çağrıya gerek kalmadan” kendisi çoktan yapmalıydı.. Daha önce söylendiğinde..
Yorum Gönder