Sağır bir günün ortasında, sessizliğin içine gömülmüş, olduğumuz yerde duruyorduk...
Konuşmuyor, sadece bakıyorduk...
Yaşamın o loş erguvanlığındaki yolculuğa çıkmış gibiydik.
Acılar ve sevinçlerimiz vardı, tutkularımız, sevdalarımız, avuçlarımızın içinden kayıp giden yaşamlarımız.
Darmadağın olmuştuk!
Unutmuştuk her şeyi...
Yüreğimizi, gözlerimizi, ellerimizi, sanki bir yerlere gömmüştük...
Ve bu düşlerin içinde bir İstanbul sabahında yeni güne “merhaba” derken, Edmond Jabes’in dizeleri geldi aklıma:
“Seçilebilir hayat... Seçilmiştir oysa ölüm!”
Büyüyen ve tedirgin eden duyulmazlığında gizlenmiş bir söyleşi bizim en ulaşılmaz derinliğimizde sürüp gitmiyor muydu?
Türkiye’de olup bitenler, gerçekten demokrasi ve özgürlükler için miydi, yoksa bir öç alma duygusunun ürünü müydü?
***
Acaba bugünün gençlerine şu soruyu sorsam nasıl bir yanıt alabilirdim:
“3 Mart 1924’te ne oldu?”
Yanıt vereceklerini sanmıyorum...
Hele hele televizyon ekranlarını kuşatan candaş, yandaş, dindaş, sözüm ona gazetecilerin de...
Laikliğin en önemli atılımlarından biri, Tevhidi Tedrisat Yasası’dır ve 3 Mart 1924’te çıkmıştır.
Bu yasanın amacı eğitimin laik bir çatı altında toplanmasıydı.
Uygar bir toplum ancak böyle yaratılabilirdi...
60 yıldır laik eğitim sistemini ortadan kaldırmak için çok çaba gösterildi. CHP’den başlayıp DP’ye, oradan günümüze kadar, dinci bir yapılanma kök saldı, bugün ise işlem tamamlandı.
Olayın özü budur!
Gencecik çocuklarımız için “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen düşünce 1980’de ortaya çıkmadı...
Bunun altyapısı çoktan hazırlanmıştı...
Bugün Kenan Evren’in elini öpmekle övünen, askeri faşist yönetimlere alkış tutan kimi bilim adamları, ne yazık ki “Atatürkçülük” adına Türkiye’yi çıkmaz sokağa götürenlere hizmet ediyor.
***
Bir ülkede bir bilim insanı ne din eksenli siyasetçileri ve iktidarları ne de darbeci askerleri savunur...
68 ve 78 kuşağını ağzına alamaz o muhterem, baba mirası yiyen bilim insanı...
Hrant Dink’i öldüren 17 yaşındaki gürbüz tosuncuk Ogün Samast’ın arkasındaki görünen örgütü bulamayan(!) ve devrimci Erdal Eren’i kemik yaşını büyüterek darağacında asan devlet, 12 Eylül’de sürek avı yaparken de solcuları, sosyalistleri, yurtseverleri ve devrimcileri vuruyordu kuş gibi.
Bakın nereden nereye geldim...
Oysa yaşamın o bilindik derin sularında dolaşıp Kenan Paşa’yı, 32 yıldır oğlunun kemiklerini arayan 104 yaşındaki Berfo Ana’yı, savcı Doğan Öz’ü, Cevat Yurdakul’u, Ümit Kaftancıoğlu’nu, laik cumhuriyetin dibinin nasıl oyulduğunu, 12 Eylül yargı sürecinde neler olup biteceğini yazacaktım.
***
Bugün Doğan Öz’ün katili aramızda dolaşıyor... Bugün Balgat ve Bahçelievler katliamının katilleri içimizde, bizimle birlikte...
16 Mart 1978 Beyazıt Hürriyet Alanı katliamı zamanaşımına uğradı...
Sivas Madımak katliamı zamanaşımına uğradı...
Kemal Türkler cinayeti zamanaşımına uğradı...
Abdi İpekçi’yi öldüren mesih Ağca çoktan çıktı dışarıya..
Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Hamit Fendoğlu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Musa Anter, Vedat Aydın, Mehmet Sincar...
Devletin örgütlediği Hizbullah...
***
Bakın 12 Eylül’e müdahil olmak isteyen Erdal Eren’in ailesine Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi “ret” cevabı vermiş...
Başbakan Erdoğan 28 Şubat süreci için “Yumruğumuzu sıkıp ya sabır çektik” derken, benim de aklıma faili meçhul cinayetler, Erdal Eren, altı oyulan laik eğitim sistemi geldi...
Ve darbeci Kenan Evren’in elini öpen, darbeleri savunan o muhterem bilim insanı...
Yorum Gönder