İktidar bloku sarsılıyor. AKP’nin merkezinde yer aldığı 10 yıllık muhafazakar-islamcı iktidar yolun sonuna yaklaşıyor. Bölgedeki gelişmeler, özellikle Suriye’ye yönelik müdahale hazırlıkları bütün hesapları alt üst etmiş görünüyor. AKP ve Cemaat arasındaki itişme –ki bir tür saray içindeki iktidar mücadelesi olarak da değerlendirilebilir- artık fantastik bir “komplo teorisi” olmaktan çoktan çıkmış durumda.
Çatışma şimdilik Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) üzerinden yürüyor. Çünkü bu mahkemeler 2007 yılından itibaren tam anlamıyla bir operasyon aygıtı ve iktidar aracı olarak kullanılıyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hafta başında bir televizyon kanalında yaptığı açıklamalar (atv-Haber, 6 Haziran 2012) ilk kez AKP ve Cemaat arasındaki ilişkilerin seyri hakkında birinci ağızdan bilgiler içeriyordu. Erdoğan’ın sözleri, bugüne kadar yaptığımız analizleri de neredeyse tamamen doğruluyordu.
Önce Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ çıktı ve gündemin ilk sıralarında böyle bir tartışma yokken, birden bire, “Hukuk devletlerinde Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) olmaz, bunları gözden geçireceğiz” demişti. Bu sözler üzerine Cemaatin sözcüleri panik halinde bir karşı saldırı başlattı. Mehmet Baransu’dan Şamil Tayyar’a kadar bir dizi yazıcı AKP’yi Ergenekoncularla uzlaşmaya çalışmakla bile suçladı.
***
Asıl kapsamlı ve “derin” değerlendirmeyi ise Fethullah Gülen’in sözcüsü kabul edilen Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce yaptı. Gülerce’nin yazısı birçok bakımdan önemliydi. Gülerce şunları söylüyordu:
“Özel yetkili mahkemelerin kaldırılacağı yolundaki açıklamalar, ‘Ak Parti nereye gidiyor?’ sorularını arttırıyor. Hele Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın; ‘Özel Yetkili Mahkemeler hukuk devletlerinde olmaması gereken mahkemelerdir. Gereken yapılıyor, yapılacak’ sözleri, gözleri fal taşı gibi açtı.” (6 Haziran 2012)
Öyle anlaşılıyor ki, Cemaat, AKP’nin nereye gittiği konusunda ciddi bir kuşkuya sahip. Bu kuşku yerinde görünüyor. Çünkü, siyasal ve toplumsal hedeflerine ulaştığını düşünen, dahası gücünün sınırlarına geldiğini gören ve daha fazla ilerlemesi durumunda sert bir kırılmanın yaşanacağını sezen AKP, sınırlı da olsa ortamı “normalleştirmeye” çalışıyor.
Başbakan Erdoğan’ın önceki hafta, yine durduk yerde, “27 Mayıs tipi bir müdahale özlemi içinde olanlar var” derken, yukarıda sözünü ettiğim bu “kırılma” olasılığına dikkat çektiği açıktır.
Rejimin Amerikancı ılımlı islam modeli yönünde dönüşümünün büyük ölçüde tamamlandığını düşünen; başka bir anlatımla Cumhuriyetin başlangıç ilkeleri ve kuruluş varsayımları ile islamın şeriatı arasında bir ortalamanın alınma sürcinin büyük ölçüde sonuçlandığını gören AKP, bu düzenin konsolide edilmesi gerektiğinin farkında. Bu ihtiyaç, her durumda bir uzlaşma arayışı demektir. Tıpkı devrim ya da karşı devrim yıllarının hızı, temposu ve ritminin bir süre sonra yerini sükunete, sağlamlaşma ve yerleşme dönemine bırakma zorunluluğu gibi.
***
AKP, Suriye ile savaşın eşiğine geldiği bir dönemde askerle daha fazla kavga etmek istemiyor. Çünkü hem askerle kavga edip hem de savaşa hazırlanamayacağını anlamış durumda. Üstelik Suriye’ye askeri bir müdahalenin, bölgesel bir yangına, ardından da nükleer silahların da kullanıldığı bir dünya savaşına yol açabileceği ortadayken, çatışmayı daha fazla tırmandırmak istemiyor.
ABD dış politikasında hala etkili olan Soğuk Savaş dönemi ünlü Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger, önceki gün Washington Post gazetesinde yayımlanan makalesinde, “Suriye’ye bir askeri müdahalenin mevcut dünya sistemini çökerteceğini” yazarken, bu tehlikeye işaret ediyordu. Bu nedenle ABD ve koalisyon ortakları doğrudan bir müdahale yerine, komşusu Türkiye’nin yürüteceği sınırlı bir savaş sonucu Suriye’deki rejimi devirmeyi planlıyorlar. Yani Türkiye arkasından ittiriliyor.
AKP ihalenin kendi üzerine kalması ve yalnızlaşması durumunda, iktidarını koruyamayacağını görüyor. ABD ve İsrail’in çıkarlarını bire bir gözeten Cemaat işte bu nedenle AKP’ye yükleniyor.
***
Cemaatin gelişmelerden büyük bir endişe duyduğu ve korktuğu görülüyor. Derin bir korku bu. Suç işleyenlerin, haksızlık yapanların, hile ve sahtekârlıkla rejimi değiştirmeye çalışanların ve bir öfke birikimine yol açtıklarını bilenlerin duyduğu, iliklere işleyen bir korku…
Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması ya da yetklerinin sınırlandırılması olasılığı panik yaratmış durumda. Hüseyin Gülerce’nin Zaman gazetesindeki yazısının her satırına bu korkunun sindiği görülüyor. Cemaat, AKP’nin Birinci Cumhuriyet artığı güçlerle bir uzlaşmaya gitmesi halinde, ayak altında kalacağından bir öfke dalgası altında ezilebleceğinden korkuyor.
Cemaat Cumhuriyet kurumlarının tasfiye operasyonuna, geri dönüş eşiği ve olasılığı aşılana kadar devam edilmesinden yana. Aksi halde bütün kazanımlarını yitirebileceklerinden ve bir daha ayağa kalkamayacak kadar ağır bir tasfiye ile karşı karşıya kalacaklarından korkuyorlar.
Hüseyin Gülerce şunları yazıyor:
“Şimdi ne oldu da, Ak Parti yöneticileri, sanki onlar gitmiş de başkaları gelmiş gibi davranıyor? Evet, ne oldu? Ak Parti kendi kurduğu mahkemelere, şimdi ‘hukksuz’ diyor...Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu?
“10 yldır demokratikleşme adımları atıldı ama vesayet sistemini kurumsal olarak değiştirecek değişiklikler henüz yok ortada. (...) kimileri Balyoz davası tutuklu sanıkları muvazzaf general ve amirallerin kin, nefret, iç savaş hazırlığı, çoluk çocuğa kadar uzanacak intikam konuşmalarının bantlarından rahatsız. Am hiç pişmanlık duymayan, cezaevlerinde iyice bilenen bu adamlar demokrasi için en ciddi tehdidi oluşturmuyor mu? Neye güvenerek böyle konuşuyorlar? Onlar içeride iken dışarıda yeni bir cunta mı mayalandı? Bunlardan endişelenmeyelim mi?
“Demokrasi yokuşundan düzlüğe henüz çıkmadık. ‘İktidar gevşemesin, aman bütün kazanımlar yok olmasın’ diye düşünmeyelim mi? Allah korusun, ‘ya ters bir rüzgar eserse’ diye husursuz olmayalım mı?” (a.g.y)
Cemaat sözcüleri, haksızlık yaptıkları, evlerine sahte CD’ler koyarak, bilgisayar kayıtlarıyla oynayarak, sahtekârlık ve hile ile tutuklattıkları insanlardan, onların temsil ettiği siyasal ve toplumsal güçlerden fena halde korkuyorlar.
Gülerce’nin korkularını ilk kez bu açıklıkla ortaya koyduğu ve AKP’yi uyardığı yazısı, ayrıca Hasdal Askeri Cezaevi’ndeki ortam dinlemesini de kimin yaptığını ve yaydığını göstermesi bakmından önem taşıyor.
***
Başbakan Erdoan’ın bu yazıda ifade edilen görüşlere yanıtı aslında çok sert oldu. Erdoğan, katıldığı televizyon programında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “şüpheli” sıfatıyla ifade vermeye çağırılmasını örnek göstererek, “Benim talimatımla (PKK ile) görüştü, alacaksanız beni alın” dedi. Dahası Özel Yetkili Mahkemelerin “devlet içinde devlet” olmaya başladığını, “Cumhurbaşkanı da olsa başbakan da olsa buraya getirtiriz” tutumuna girdiklerini belirten Erdoğan, “çizmeyi fazlasıyla aştılar” diye konuştu.
Bu sözler, MİT soruşturmasındaki asıl hedefin Başbakan Erdoğan olduğu yönündeki yorumları da doruluyor. Erdoğan konuşmasında bu mahkemeleri yeniden düzenleyeceklerini de belirterek, AKP’nin tavrını net olarak ortaya koydu.
Şimdi ortada tuhaf bir tablo oluştu. Bir yandan bazı bakanlar yine Cemaat organizasyonu olan “Türkçe Olimpiyatları”na nöbetleşe katılırken, diğer yandan ÖYM’ler üzerinden başlayan çatşma ise derinleşiyor.
Öte yandan Cemaatin yeni arayışlara girdiği de seziliyor. Sürpriz gelişmeler olabilir. Örneğin CHP ile örtülü bir ilişki benim için hiç şaşırtıcı olmayacaktır. AKP’nin askerlerle uzlaşma girişimini, Cemaat böyle bir hamleyle dengelemek isteyebilir. Ancak bu tür bir ilişki CHP’nin intiharı demektir.
Evet, AKP ile Cemaat arasında bir iktidar içi itişme yaşanıyor. Bu süreçte yeni ittifaklar ve saflaşmalar mayalanıyor.
Yorum Gönder