Hükümet bu günlerde bir yandan Suriye’ye -gerekirse silah da kullanarak- demokrasi getirme çabalarını sürdürürken bir yandan da ürkütücü bir cari açıkla karşı karşıya.
Bu ikisinin bir arada yürütülmesinin ne kadar zor ve birbiriyle çelişik olduğunu anlatmaya hacet yok sanırım. Birazcık sanayicilik, birazcık ticaret yapan ya da kendini onların yerine koyan herkes durumu kavrıyordur.
Hiç kimse ortada yakın bir savaş tehlikesi varken kolay kolay ve özellikle oralara yakın bölgelerde, sonucu birkaç yıldan önce alınamayacak bir yatırım faaliyetine girmez.
Girmez, çünkü siz üzerine kaç para verirseniz verin, hangi avantajları sağlarsanız sağlayın, oraya kuracağı fabrikanın üzerine günün birinde bir bombanın isabet edebileceğini, haydi bu olmasa da satış ya da tedarik yollarının kesileceğini düşünen hiç kimse o “tehlikeli ve gerice” bölgelere kendi bir kuruşunu bile yatırmak istemez.
Sizin verdiğiniz neyse de, kendi parası da batar.
Durum böyle olunca acaba bu “pakette” oraların da bulunuyor olması, aslında İstanbul’a kadar yayılan bir kısım teşvik tedbirleri dolayısıyla bölgeye gösterilmesi gereken asgari nezaket ten mi ibarettir?
*
Bir düşünelim bakalım; teşvik nedir? niye verilir?
Bir kere teşvik, hamaset işi değildir.
Sen ey benim sanayicim, işadamım; sen şimdi beni dinle git vatanın şu köşesine de yatırım yap, oraları kalkındır, insanlara iş ver derseniz bu hiç bir anlam taşımaz.
Bu tür sözler olsa olsa, zaten bir nedenle oraya yatırıma gitmiş olanların temel atma törenlerini süslemeye yarar.
Teşvik, amacı her zaman daha karlı işe yönelmek olan; doğası gereği sadece para kazanma güdüsüyle hareket eden yerli ya da yabancı “sermaye”nin, bazı işlerin devlet eliyle istenildiği gibi karlı hale getirileceği gösterilerek yeni yatırımlara sevk edilmesi eylemidir.
Yani yatırımcıya teşvik, paranın ucunu göstermekle olur.
Bu da devletin, topladığı ya da toplayacağı paranın bir kısmını bu işlere tahsis etmesidir.
*
Eğer devlet olarak belirli bir bölgede mutlaka yatırım istiyorsanız ve bu bölge diğerlerinden çok geride kalmışsa, iç göçe, sosyal huzursuzluklara yol açıyorsa; öyle memleketin her yerini değil, özellikle bu bölgeyi işaret eder, öncelikle bu bölgede olabilecek projeleri desteklersiniz.
Yani, bütün gücünüzü bir yere odaklayıp harcadığınız kaynaklar boşa gitmesin diye sonuç almaya çalışırsınız.
Olmuyorsa, gider yatırımı doğrudan siz yaparsınız.
Daha önce üç kere deneyip başaramadığınız işi aşağı yukarı aynı tarzda dördüncü defa ve İstanbul’lara kadar yayarak tekrar denemenin “gerice bölgeleri kalkındırma” anlamında başarıya ulaşması, mümkün değildir.
*
Yatırımcıya, “Nereye istersen yap, hatta İstanbul’a bile” derseniz maksadınızın bölge kalkınması değil, cari açığı azaltmak olduğu düşünülür.
Eğer ülkede ithal ikamesine gidecekseniz yani bazı malların ithalini önleyip onların içeride üretilmelerini istiyorsanız, bu malların ülke çapında ve küresel ticaret koşullarında arz-talep dengesini hesaplar, şuraya şu kadar ve bu kapasitede bilmem ne tesisi yapılmasını destekliyorum dersiniz.
Eğer ülkede istihdamı artırmak istiyorsanız, büyüme ve dış pazarlara açılma şansı büyük olan sektörlerden başlayarak önce ücret üzerindeki ağır yükleri -yine kalkındıracağınız bölgelere ağırlık vererek- kaldırırsınız.
Sonra da bu tedbirlerinizin boşa gitmemesi için mutlaka “kur politikanızı” ayarlar, “kuvvetli para - ucuz döviz” iddiasını bir kenara bırakırsınız.
Liberal ve hele de küresel bir düzende bir hükümetin üste para da vererek yatırım ve sanayii teşvike kalkması, aslında işlerin bu düzende kendi dinamikleriyle yürümediğinin ifadesidir.
Piyasa düzeninde ve hele hızla büyüdüğü söylenen bir ekonomide teşvik, kim ne derse desin ekonomiye müdahaledir ve bu müdahale her zaman işlerin bir yerlerde yolunda gitmemesinden kaynaklanır.
Bu nedenle de, aynen akupunkturcuların iğneyi vücudun hangi noktasına batırırsa neyi tetikleyeceğini hesap etmesi gerektiğini iyi bilmesi gibi teşvik işinin de bilgi ve birikimle yapılması gereken bilimsel bir iş olduğunu kabul eder teşvik projenizi ilgili kuruma yaptırırsınız.
Bu iş nokta atışı gerektirir.
Bu bilimsel işin adı “Planlama”dır.
Bu planlamayı bir zamanlar gayet başarılı iken şimdi işlevsiz hale getirilmiş bulunan Devlet Planlama Teşkilatı gibi kurumların yapması gerekir.
Cari açığı yapısal hale gelmiş bizimki gibi bir ekonomide bu teşvik projeleri, siyasi tercih ve sezgilerle değil; gerçekten ciddi planlama ekipleri ve onların uzun çalışmalarıyla yapılmalıdır.
Basına yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, bu teşvik paketi en azından önceki teşvikler, Gap bölgesi teşvikleri gibi projelerin sonuçları pek fazla hesaba katılmadan hazırlanmıştır ve bize göre de, daha çok mevcut cari açığın daraltılması için, kaçan sermayeyi durdurma, olabilirse yeni yabancı sermayeyi çekme amaçlıdır.
Çünkü şu anda ekonominin birinci önceliği cari açığın daraltılmasıdır ve bu nedenle dışarıdan büyük paralarla gelen yatırımcıya yaratacağı katma değere, istihdama bakmadan öncelikle teşvik verilecektir.
Teşvik edilecek sektörler arasında özel okul yatırımlarının sayılması, kapatılacağı söylenen dershanelerin okula dönüştürülmesi ile ilgisi göz ardı edilmemelidir.
Bir başka teşvik konusu, yolcu taşımacılığı ve ulaştırmadır. Bu sektördeki yatırımların ithal ikamesi yaratması yani ithalatı kısıp yerli üretimi artırması gibi bir özelliği yoktur. Bunlar yabancı sermayenin henüz cesaret edemediği otoyol ve 3. Boğaz köprüsü işi dışında daha çok portföy yatırımlarıdır. iç piyasayı yabancı sermayeye sunma bahasına cari açığı daraltmaya yöneliktir.
Ve sonuç olarak bu teşvikler, yerli veya yabancı yatırımcıya bu güne kadar kazançlı çıkacağını düşünmediği alanlarda yeni kazanç imkânları vaat ederek, vaadin yanı sıra bazı maddi imkânlar da sunarak onları tabii ki bir miktar yatırıma teşvik edecek.
Peki ya “bu fiyatlar kurtarmıyor” diyerek yapılan elektrik, gaz, petrol zamlarından bunalan sade vatandaş “ileride daha fazla kazanmak için” falan değil ama, sadece bu gün için kendi yaşamını sürdürme gücü bulabilme açısından çok önemi olan bazı ufak tefek “teşvikleri” daha ne kadar bekleyecek?
Yorum Gönder