'Ben intikam istiyorum. Hem de en şiddetlisini...' - Selcan Taşçı

Bu satırlar bir iktidar kalemşoruna değil de muhalif yazarlardan herhangi birine ait olsaydı
şu anda en yakın polis karakolunda “ifade veriyor” olmaz mıydı...

“Ben intikam istiyorum. Hem de en şiddetlisini...”

Okışkırtmaya aracı olmamak için tamamını aktarmayacağım, fikir sahibi olun diye özet geçiyorum. Şöyle cümlelerle bezeli dünkü yazısı:
“15 yıl boyunca, 28 Şubat’ın faillerine ve destekçilerine karşı intikam duyguları besledim. Bu hesabın ahir ömrümde kapanmayacağı endişesi, intikam duygularımı azaltmadı. 28 Şubat’ın anlı-şanlı generallerinin, sivil toplum bezirganlarının, anlı şanlı kalemlerinin insan içine çıkamayacak hale gelmesi, öfkemi dindirmedi.
Ben rövanşın alınmasını
istiyorum...
“Dar tutulsun”, “cadı avına dönüşmesin” itirazlarına da bozuluyorum. Kim suç işlemişse, kim bu insan hakları katliamında rol almışsa karşılığını alsın. Müstehakını bulsun. Nereye uzanıyorsa gidilsin. Benim gibi intikam duyguları ile son 15 yılı geçirenlerin yüreği soğusun.
Ben intikam istiyorum. Hem de en şiddetlisini... Neden mi?
Hepimizin intikam alma hakkı var. Meşrû ve insanî bir hak bu... Bizim adımıza gözleri bağlı yargının devreye girmesi, doğal intikam duygularımız yüzünden. Hukukun en temel prensibidir: “İnsan kendi davasının yargıcı olamaz.” Çünkü intikam duyguları ile ölçüyü kaçırır. Ben intikam duygusu ile hareket edeceğim, adalet dengeyi bulacak. Kararı ben değil yargıçlar verecek...
İntikam çok güçlü bir duygu. İnsanı diri ve tetikte tutuyor. Üstelik gözlerde çakmak çakmak biriken mağdurun öfkesi, haksızlık yapmaya niyet edenleri durduruyor.
28 Şubat’ın rövanşı alınıyor. Ne güzel! Bu dünyada alacak verecek kalmıyor.”

***

İntikam “öç alma isteği”ni ifade ediyor. “Öç”ün birebir karşılığı olan sözcük “kin”!
“Darbelerin hesabının darbecilerden sorulması”na hangimiz itiraz edebiliriz? Mevzu bu değil. Mevzu, bu  “ortak duygu”yla maskelenmek istenen zihniyet...
Böylesi “kindar”  satırlar AKP’nin eski “enişte”si, Cumhurbaşkanı’nın -sonra caymak durumunda da kalsa- Türk Tarih Kurumu’na atadığı Mümtaz’er Türköne’nin değil de herhangi bir muhalif yazarın kaleminden çıksaydı şu anda nerede olurdu dersiniz?
“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ten ifade vermek üzere en yakın polis karakolunda olabilir mi!

+++

Demokrasiden cayan alçak sayılsın...Bir de “yüzleşelim rüzgarı” esiyor.
Şiddetli, ağır, etkili bir rüzgar.
Bağıran bağırana.
Yüzleşeceksek yüzleşelim.
Sadece askerler değil siviller de geçmişiyle yüzleşsin. Ordu levhalar, lahikalar, andıçlar üretti, seçilmişleri korkuttu, yazarı-çizeri postal koklamaya ve her dönem general alkışlamaya zorladı diyenler;  “çakalca bir ikiyüzlülükle”  kendi pasaklı geçmişlerine  koyu yeşil şallar örtüyorlar.
28 şubattan önce de darbeler oldu. Ordu darbe yaparken generalleri teşvik eden, yazıyla, nutukla, duruşla yüreklendirenler, darbe ortamı yaratanlar da yüzleşsin.  “Ordu Millet elele”  diye dergi çıkartıp cuntaların değirmenine su taşıyanlar, solcuyu solcuya vurdurup  “sağcılar vurdu”  diye provokasyon yapanlar, Filistin kamplarına giden, oradan İsveç’e geçen şimdi de  borazanlığa soyunanlar,  “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak”  diyenlere biata durup belediye başkanı seçilenler, Öcalan’ın Suriye’deki kampına gidip “GS formasıyla fotoğraflı röportaj”  yazarak generalleri  “andıç yapmaya” kışkırtanlar, Başbakanlık binasında tarikat şeyhi sakalı öpen siyasetçinin kalemşörlüğüne soyunarak  “andıçlık duruma” gelenler,  “Minareler kılıcımız, kubbeler kalkanımız”  diye şiir okuyup laiklik düşüncesini cemaatleştirerek generali tank yürütmeye teşne kılanlar da geçmişleriyle yüzleşmeli.
Tek taraflı yüzleşme olmaz.
Tam demokrasi getirmez.
Herkes geçmişiyle yüzleşsin.
Demokrasiden cayan alçak sayılsın.
Necati Doğru / Sözcü

+++

Bağımlı gibiler...Cengiz Çandar’ı, Oral Çalışlar’ı vb. gazeteci olarak görmüyorum. Gerçek gazeteci kimsenin hizmetine girmez, düşünsel bağımsızlığını korur, satın alınamamanın yüceliğini taşır. Bunlar öyle mi; iradelerini zorba bir gücün emrine vermişler. Kendi yalanlarını dinleye dinleye artık uyuşturucu bağımlısı gibi olmuşlar; hiçbir gerçeği ayırt edemiyorlar... Nazlı Ilıcak ve onun “paltosundan” çıkan sığ kızlar da var; dayanışma içindeler. Bayağılık zayıf insanların dayanağı değil midir; nasıl buldular birbirlerini!...
Soner Yalçın / Aydınlık Kitap

+++

Ya biat ya mücadele“Sorunlarımızın üstesinden nasıl geleceğiz?” “Hukukla...”
İyi de bugünkü hukuk sistemimiz, anayasal güvenceye alınmış “devrim kanunlarını” uygulatmaya bile tenezzül etmiyor!
Bu durumda ne yapacağız?
Ne yapacağımız belli:
Ya direnip Atatürk ilke ve devrimleri için sonuna kadar mücadele edeceğiz...
Ya da dayatılan yeni rejime ve hukuk sistemine biat edeceğiz...
***
Sahi... Sizin seçiminiz hangisi?
Mustafa Mutlu Vatan

+++

Zahit Akman ve arkadaşlarının şansına bakın; dört yıldır sabırla beklediğimiz Deniz Feneri iddianamesinin tamamlandığı günün ertesi 28 Şubat gözaltıları patlak verdi, onları konuşacakken Çevik Bir ve arkadaşlarını konuşmaya başladık...
Haldun Ertem / Milliyet (Açık Pencere)

+++

O karanfil boşuna verilmediWikileaks’in yayımladığı belgeler arasında, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’un 22 Mart 2003 tarihinde Washington’a çektiği 7 sayfalık telgraf çok önemli bir yer tutuyor.
(...)
İşte, 7 sayfalık telgrafta, Taraf gazetesinin sansürlediği tarihi belge niteliğindeki bölüm:
“...(Bazı Türk generaller) AKP’den seçilmiş Tayyip Erdoğan’ın davranışlarından büyük rahatsızlık duymaktadır. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan menfaatlerinin korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral Hilmi Özkök’ün sadakatli duruşu sahiplenilmelidir. Muhalif orgeneraller, Orgeneral Hilmi Özkök’ün çizgisine itiraz etmektedirler...
Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir...
Ancak Türk ordusundaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmekteyiz. Amerikan menfaatlerine karşı çıkan Org. Aytaç Yalman, Org. Şener Eruygur, Org. Çetin Doğan, Org. Hurşit Tolon, Org. Fevzi Türkeri, Org. Tuncer Kılınç, Org. Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi her an muhtıra verebilirler. Bu bakımdan değerlendirildiğinde güçlü bir medya grubunun oluşturulmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup gereğinin değerlendirileceği hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır.”
***
Bu çarpıcı Wikileaks belgesi dört gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyuyor:
Birincisi; ABD, kirli pazarlıklar sonucu AKP iktidarına stratejik destek vermektedir.
İkincisi; Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan subaylar, darbe hazırlıkları ya da kontrgerilla faaliyetleri nedeniyle değil, ABD’ye ve AKP siyasetlerine çeşitli konularda muhalefet ettikleri için soruşturma kapsamına alınmıştır. Belgede adı geçenlerin tek istisnası Yaşar Büyükanıt’tır. Bunun da nedeni bellidir.
Üçüncüsü; AKP ve ABD yanlısı güçlü bir medya grubu oluşturulmasıdır. Medyanın bugünkü görünümüne bakıldığında büyük ölçüde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
Dördüncüsü; Özkök, ABD’nin ve iktidarın adamıdır. Bülent Arınç tam da 28 Şubat operasyonlarının yapıldığı günde kendisine boşuna karanfil vermemiştir.
Merdan Yanardağ Yurt

+++

Gıcık olduğunuz biri varsa;
28 Şubat’ta
ayağıma
basmıştı
diye şikâyetin tam sırası!
Ünlü bir reklamcı önceki akşam televizyon ekranında batan bankaların yönetim kurullarında yer alan emekli generallerin hiç yargılanmadığını anlatıyor, onların da hesaba çekilmesini istiyordu.
Dönemin İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu:  “28 Şubat’ı Demirel yönetti”  diyerek Baba’yı da yakalayın mesajı veriyor.
Bazı ünlü gazeteciler 28 Şubat’a destek verdiği iddia edilerek isim isim hedef gösteriliyor.
Ekranların yeni gülü bir hanım gazeteci eski Genelkurmay başkanlarından İ. Hakkı Karadayı’yı, Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu, Eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’i tutuklanacaklar arasında sayıyor.
Cadı avı hız kesmeden devam ediyor...  Gıcık olduğunuz biri varsa:
- 28 Şubat’ta otobüste ayağıma basmıştı, diye şikâyet etmenin tam sırası!
Askeri darbelerin elbet hesabı sorulmalıdır...
Ama intikam çığlıkları hukuku bastırıyorsa ortada ne hukuk kalır ne adalet...
***
Hapiste 1137’nci gününü dolduran Mustafa Balbay dün Deniz Feneri davasıyla kendi davalarını kıyaslıyordu. İşte tablo:
-  Deniz Feneri’nde sanıklara ağır suçlamalar yönelten savcılar hakkında dava açılıyor, Silivri’de sanıkları savunmaya çalışan avukatlar hakkında dava açılıyor.
-  Deniz Feneri’nde 3-4 ay tutukluluk çok sayılıyor, Silivri’de 3-4 yıl tutukluluk normal sayılıyor.
-  Deniz Feneri’nde başlangıçta var olduğu iddia edilen  “örgüt”  dördüncü yılda yok oluyor, Silivri’de varlığı kanıtlanamayan örgüt yıllardır ortaya çıkarılmaya çalışılıyor.
-  Deniz Feneri’nde masumiyet karinesi var, Silivri’de mahkûmiyet karinesi.
-  Deniz Feneri’nde özgür yargılama esas, Silivri’de tutuklu yargılama.
İşte size adalet...
Melih Aşık / Milliyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget