İleri demokrasimiz; 7 Nisan 2012’de bir “ileri hamle” daha yaptı ve Kuran Kursları Yönetmeliği’nden “Atatürk ilke ve devrimleri” maddesi çıkarıldı.
Sadece o değil; çıkarılan maddeler arasında, “devletin bölünmez bütünlüğü” ve “bölgecilik ile ırkçılık” da bulunuyor!
***
Önceki düzenleme 3 Mart 2000 tarihinde yürürlüğe girmişti.
O yönetmelikte “Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı hareket, devletin ülke ve milletin bölünmez bütünlüğünü bozacak faaliyetler ile bölgecilik ve ırkçılık propagandası yapmak”, Kuran kurslarının, yurt ve pansiyonların kapatılmasını gerektiren suçlar olarak sıralanıyordu.
Yeni yönetmelikte ise bu faaliyetler artık “kapatma” nedeni değil...
Kuran kursları ve yurtlar sadece, “bina güvenliğinin olmadığı haller”de kapatılabilecek.
***
Bu haber internet sitelerinde yayınlanınca, hemen yapılan ilk yorumlara göz attım:
Elbette bunu“din devletine dönüşümün bir parçası” olarak görenler ve kaygılarını belirtenler oldukça fazlaydı.
Ama diğer bazı yorumcular; yeni yönetmeliğin son derece olumlu olduğunu belirterek, dalga geçercesine şu soruyu soruyorlardı:
“Ey darbeciler, ey laikçiler; hani din işleri ile devlet işlerinin ayrılması gerektiğini savunup duruyordunuz? İşte; bu kararla din işleri ile devlet işleri ayrıldı... Daha ne istiyorsunuz?”
***
Bu arkadaşların anlayacağına çok ihtimal vermiyorum ama anlatmaya çalışayım:
1) Atatürk ilke ve devrimleri, bu ülkede “devlet işi” değil, “ecdat işi”dir... O ecdat ki; canları pahasına, bu ilkelerin benimsenmesini ve devrimlerin uygulanmasını sağlamıştır. Bu ilke ve devrimler; her vatandaşın bu dünyayı ve dini inancını özgürce yaşayabilmesinin, tarikatların tuzağına düşmemesinin garantisidir.
2) Bu değişikliği yapanların asıl amacı; “çağdaş, laik, sosyal bir hukuk devleti”nin yerine, “şeriat kuralları”nı koymaktır. Ki bu, laikliğin öngördüğü “din işleri ile devlet işlerinin ayrılması” değil, tam tersine “iç içe girmesi”dir.
3) “Bölgecilik ve ırkçılık” propagandasını suç olmaktan çıkarmalarının da tek amacı vardır: Özellikle Kürt asıllı dindar kardeşlerimize, “Şu laikliğe karşı bir olalım da gerisi önemli değil” mesajını vermek!
Oysa “ırkçılık”, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada en büyük insanlık suçudur ve suç olduğu çocuklarımıza ilk verilmesi gereken temel bilgilerdendir.
Bu son hamle bana geçenlerde konuştuğum CHP’li bir milletvekilinin sözlerini anımsattı:
“Artık Meclis çatısı altında bile Atatürk’ten söz etmeyi suç sayar oldular!”
***
Kaygılı mıyım? Çok!
Umutsuz muyum? Hayır!
Çünkü binlerce kez yazdığım gibi... Türkiye Cumhuriyeti’nin en kötü günü bile, 18 Mayıs 1919 kadar kötü olamaz!
Bu yüzden de Atatürk ilke ve devrimleriyle yetişmiş milyonlara düşen tek görev var:
Onun aşağıdaki sözlerini asla unutmamak:
“Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyeti savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! (...)
Ülkede iktidara sahip olanlar gaflet, sapkınlık ve hatta ihanet içinde olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirerek düşmanla işbirliği yapabilirler. (...)
İşte bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Türk Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır!
Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927”
***
Asla umutsuz değilim... Çünkü biliyorum ki; onun ilkelerini yönetmeliklerden kazıyanlar, bu sözlerini asla beyinlerimizden ve yüreklerimizden kazıyamazlar!
*****
Kara haber!
İlk haber İzmir’den geldi:
Yüz gün önce babasını kaybeden gazeteci Yılmaz Özdil, bu kez anne acısı yaşadı.
Dün ise ülkemizin yetiştirdiği en önemli tıp adamlarından ve Ergenekon tutuklusu Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın annesi vefat etti.
Ve üçüncü kara haber:
Ünlü senarist ve oyuncu Meral Okay da son yolculuğuna çıktı.
Böyledir zaten; kara haberler hep üst üste gelir...
Kaybettiklerimize rahmet, kederli ailelerine ve yakınlarına başsağlığı dilerim.
*****
GÜNÜN SORUSU
Dinimizin en temel kuralıdır: Ölenin arkasından konuşulmaz. Ama sözüm ona “dindar”ların çıkardıkları Yeni Akit Gazetesi, Türkan Saylan’ın ardından sergilediği saygısızlığı dün de tekrarlayarak, Meral Okay’ın ölümünü, “O kadın öldü” başlığıyla duyurmuş... Sorum o başlığı atanlara:
Tamam, “kindarsınız” da... “Kin”in bu kadarı “günah” değil mi?
*****
İlhami Yangın: Hiçbir savcı beni çağırmadı!
Dünkü yazımda gazeteci İlhami Yangın’ın “Cümbür Cemaat” isimli son kitabındaki bazı iddialardan söz etmiştim.
Yangın, cemaatin Ankara’nın göbeğinde“devlet desteğiyle”, “ kasetleme çiftliği” kurduğunu öne sürüyor ve başta Baykal olmak üzere on binlerce kişiyi yasa dışı olarak görüntülediğini iddia ediyordu.
Gelin görün ki hiçbir savcı böylesine önemli iddialar hakkında soruşturma başlatılmamıştı.
Dün İlhami Yangın’dan bir elektronik mektup aldım.
Kitapta anlattıklarını kanıtlayabileceğini belirterek, “Henüz beni herhangi bir savcı çağırmadı. Böyle olacağını en baştan biliyordum, zira bu olayı savcılar araştırırsa olay çorap söküğü gibi gider” diyor...
Sorum Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’na:
Bu çok önemli iddiaları araştırmak için ne bekliyorsunuz?
Yorum Gönder